Galata Gazete


30 Mayıs 2016 Pazartesi

Bir kazan iki kaybet!

Bir kazan iki kaybet!

Siyasi olmayan her grev kazanımı bir maaş veya kısa bir göreceli ücret artırımıdır. Kölelik düzleminde süren çıkar ilişkisinin devamı anlamındadır. Kazanımlar ile mutlu olanların abarttığı kazanımlar en kısa zamanda ellerinden ya ekonominin doğal çizgisi içinde enflasyon olarak alınacak ya da işveren kasasından eksilen parayı çalışma zamanları ile oynatarak elde edecektir. Her işçi sınıfının siyasi olmayan kazanımları devlet denen mekanizmanın eli ile işçiden geri alınır. Bu kısa da sürebilir uzun bir zaman aralığı ile de olabilir. İşçi sınıfının elde ettiği ekonomik kazanımlar bugün hangisi ayakta diye bakarsanız maalesef liberal ekonominin çarkları arasında özelleştirme ile yok olmuş, hatta artık düşünülemeyecek kadar uzak kalınmış gibidir. Sağlık, eğitim, denetim… Bugün, işçi sınıfının kazanımları olmaktan çıkmış, paran kadar sağlık, taşeron işçilerin varlığı ile hizmet içi eğitim artık yok, denetim rüşvetin sınırları içindedir… 
İşçi sınıfı işyeri ile sınırlı yaptığı her eylemden göreceli olarak karlı gibi çıkıyor gözükmüş olsa da aslında sınıf temelinden ve genelden baktığımızda zararlıdır. Çünkü küçük kazanım gibi duran işyeri ölçekli başarılar bütünü kucaklayamadığı sürece elde edilen tüm kazanımlar kepçe ile geri alınacak ve bu yasal zeminde hukuka uygun şekilde olacaktır.
Devlet, sınıfının farkındadır ve sınıfının çıkarına göre davranır.
Bugün devletin sınıfı söylemeye bile gerek yoktur, her şey sınıfının çıkarı yönünde hukuku düzenlemeler ile belirlenmiş ve sınıfın çıkarı yönünde sınıfına tek düşman işçi sınıfını baskı altına almak ve kontrol etmek ile yükümlüdür.
İşçi sınıfını en zayıf hale getirmek ancak sınıf içinde yer alan çatışmaları ve çelişkileri kullanmaktır. İşçi sınıfının önünde en büyük engel yine sınıfın omurgasını oluşturan sanayi işçisini mesleksiz (kalifiye) yapmak, dişlinin parçası konumunda olan yerlerde teknolojinin olanaklarını kullanarak her an değiştirilmeye uygun işçilerin orada konumlandırılmasını sağlamaktır. Çünkü kalifiye yani mesleği olan işçinin işten çıkarılması ya da gözden çıkarılması zordur, onun yerine birini ikame edilmesi eskiden imkansız gibiydi ama günümüzde artık bu olanaksız değildir, kapının önünde bekleyen binlerce işsiz o iş alanı için (meslek lisesi ve meslek yüksek okul mezunu) sırada beklemektedir. Hatta işverenler işi biraz daha abarttılar taşeron işçiler ile saatlik iş anlaşması yaparak “verimlilik” hanesine yeni para içeren rakamlar işlediler.
Az gider ile daha fazla para kazanmak adına işyeri güvenliği artık kağıt üzerinde kalan bir uygulamadır. İşyerlerinde kaza adında işlenen cinayetlerin üstleri rahatlıkla örtülmekte ve işyeri sahibi bu cinayetlerden artık hukuki anlamda sorumlu değildir. Sorumluluk karmaşık ilişkiler içinde o şekilde dağılmıştır ki, bugün cinayetin mağdurları katilin peşine düştüklerinde hukuk ve mahkeme kapıları arasında sıkışıp kalmakta ve zaman aşımı içinde davaları yok olup gitmektedir. İşveren kasasında biriktirdiği parayı sayarken, işyeri cinayetine kurban gidenlerin yakınları işçiyi hayatta tutmak için başvurmadıkları kapı kalmayacaktır. Yandaş sendikalar verimliliği düşen işçiyi hemen kapının önüne koyacak ve artık ona sahip çıkmayacaktır.
İşçi sınıfını içeriden parçalayan en önemli araçlardan bir tanesi de grevsiz sendika faaliyeti yürütenler ve bu grevsiz anlaşmaların (pazarlık masalarının) işçiyi hak kazandırmış gibi gösterip eline sadaka bırakmasıdır. Grevsiz sendikalar ekonomik haklar için ayağa kalkıp işçi sınıfı içinde biriken öfkeyi dağıtmalarıdır. Öfke duymayan sınıf her zaman maddi çıkarının peşinde koşan küçük amaçlar uğruna dağları devirendir. Bugün ülkemizde sınıf kavgasının sadece ekonomik amaçlar içine sıkıştıran işte bu grevsiz sendikaların ağababalarının çıkarlarıdır ya da bu sendikaları arka bahçesi gören siyasi anlayışının çıkarıdır.
Yandaş sendikaların başka işlevi de bir iş yerine alınan işçi için kartvizit görevi görmesidir. İşçi, işveren ve kuruluşları ile muhatap yapılmadan torpil ile bir işyerine girmesi ancak bu yandaş sendikaların (cemaatlerin) eli ile olmaktadır. Yandaş sendika kendi iktidarını daha uzun yaşatabilmek için kendi belirlediği kriterlerde işçiyi işyerine sokarak işyerinde ki temsil durumunu uzatmaktadır. Bu ilişkide hem işveren karlıdır hem de sendika. Tek kaybeden işçi sınıfıdır. Çünkü hak mücadelesine girdiği an işsiz kalacak ve ekonomik gücü zayıf olan her hareket kazanım gibi gözüken yenilgiyi baştan kabul etmiştir. Maaşlarını alamayan işçilere sosyal yardım kasasından ödenen maaşlar ile örneğin bir işçi direnişi çabuk kırılır ve orada eyleme neden olan maaş alınarak o hak mücadelesi başarı gibi gösterilir ama sonuçta bu kazanımın ömrü kısadır, çünkü para bitince aç olan yine aç kalacaktır.
İşçi sınıfı sınıf için kazanımlarını ancak bir arada ve siyasi mücadele ile elde edebilir. Geçmişte kazanılan emekli sandığı, grevli sendika mücadelesi, işyeri güvencesi ve güvenliği, sağlık, eğitim gibi sınıfın tümünü kapsayan tüm kazanımlar siyasi mücadele ile elde edilmiş kazanımlardır. Siyasi mücadeleyi göz ardı eden sadece işyeri örgütlenmesi ve işçinin o anlık maddi kazanımı amaçlayan her mücadele baştan kaybedilmiş mücadeledir. Sadece o türden mücadelelere verilen destek vicdanidir. Kaybedilmiş mücadelenin küçük kazancıdır.
Maaşlarını almak için açlık grevine bırakılan işçilerin bu duruma düşmesi ne yazık ki her gün kaybettikleri hukuku haklarıdır. Devlet sürekli olarak yeni düzenlemeler yaparak işçilerin haklarını ellerinden almaktadır. Kiralık işçi, taşeron firma, sözleşmeli personel gibi kavramlar işçileri nefes almayacak şekilde köle gibi çalıştırmak ve işveren kasasına daha fazla paranın birikmesini sağlamak içindir. İşçi bu hukuki tuzaklara sessiz kalarak düşmüştür. Elbette bu sessizlikte en büyük sorumluluk işçi sınıfının sendikalarıdır. Grevsiz ve grevli yandaş veya karşı gibi durup sessiz kaldıkları için yan değnek olan sendika ağaları ve onların yönettiği kurumlardır.
Sendikalar bugün meydanlara kendi sınıfsal çıkarları yerine günlük politikalar ve günlük çıkarlar için ise zaten sınıf kendisini arkadan bıçaklamış demektir. Taşeron işçi, kiralık işçi, sözleşmeli personel gibi siyasi kararlar karşısında siyasi direncini ortaya koyamamış sınıf baştan kaybetmiş ve açlık ile karşı karşıyadır. Sınıf etnik ve dini kavgaların arasında kendi sınıf bilincini ve çıkarını kaybetmiştir. Parçalanmıştır ve bu parçalanmadan en fazla karlı çıkan devletin işlevinde olan siyasi iktidar ve onun dayandığı sınıftır. Bugün faşizm dalgasının alenen üzerimizde uçtuğu, faşizm sembolü olan bayraklar ve sembollerin şehir meydanlarında büyük direklere asılı olarak dalgalandığı ortamda sınıf, sınıf olma bilincine sahip çıkmadığında ülke karanlık ve kanlı bir geleceğin içine koşar adım gidiyor demektir…
Ekonomik mücadele ancak bu karanlıktan zifiri karanlığa doğru gidişimize sadece destek verir, karanlığın hakimi olan siyasi iktidarın yelkenlerini şişirmekten başka işlevi olmaz…

İsmail Cem Özkan 

24 Mayıs 2016 Salı

Tanımıyorum….

Tanımıyorum….

Savaşın rüzgarı henüz garp cephesine vurmadı ama garp diyarında yaşananlar şark cephesinde yaşananların üstünü örtmek üzerine kurgulanmış gibi. Her şey günlük gülistanlık, her şeyin doğal akışında olduğu izlenimi verilirken ülke baştan aşağıya ortaçağ karanlığına gömülmektedir.
Ortaçağ insanlığa zulüm, acı ve savaştan başka şey vermemiştir. Karanlıkların hakim olduğu dönemlerde; din ve din ile geçimini sağlayanların sözlerinin emir olarak kabul edildiği zamanı işaret eder… O dönemde ne bilim, ne teknoloji, ne de insanlık bir adım ötesine adım atamamıştır. Canice öldürmek ve talan kültürünün hakim olduğu dönemde dünyanın hala düz, keşfedilmemiş kıtaların olduğunu bugünden bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Ortaçağ karanlığında en büyük kral bile domatesin tadını alamamış, patatesin nasıl bir şey olduğunu hayal bile edememiştir.
Karanlığı yenen ileriye doğru atılmış cesaret ile bir adımdır. O ilk adımdan sonra insanlık yeniden karanlığa doğru adım atmaz diye düşünürüz, çünkü karanlık ölüm demektir. Ne yazık ki ülkemiz ‘orient’ geleneği ve ortaçağ kültürünün yeniden canlandırılması ile Osmanlı marşı gibi iki adım geriye hem de uzun adımlar ile atmaktadır.
Karanlık ölümdür ve yaşadığımız zaman da şark diyarında ölüm şehrin bodrumunda gizlenmektedir. Bodruma sığınmış insanların üstüne alev ile saldırmaktalar. İnsanların cesetleri dna testleri ile tespit edilmesi bile güçlükler ile doludur. Yanmış, küle dönmüş insanlık şarkta günlük yaşamın bir parçası gibi sunulurken, garp illerinde şarktaki savaşın mültecilerinin yaratmış olduğu çelişkilerin içinde doğal, hep yaşanan şeylerin tekrarı gibi algılanmaktadır. Ülke karanlığa Arap harfleri ile hızlı bir şekilde savrulurken, garp diyarının ülkeleri bana gelmeyen mülteci çok yaşasın, bana geleni de paket edip gönderelim derdi ile şarkta alev atan liderin her isteğine olumlu yaklaşıyormuş gibi yapıp, çıkar çatışmasına göre tavizler vermektedir.
Tavizler ile savaşın yaşadığı şark daha fazla yıkılmakta ve TOKİ binaları ile yeniden inşaat edileceği söylenmektedir. Peki, orada yaşayan kültürü TOKİ mi yeniden yaratacak? Orada yok olan kültür ve komşuluk ilişkilerinin güzel evlatları ateş ile yanmışken kim onları ateşin içinden yeniden doğumuna sebep olacak?
Üzerine alev atılan insanların kemikleri ve külleri üzerine toprak serpiliyor... O serpilen topraklardan o güzel insanlar mı yeniden filizlenecek?
Ölüm ekiliyor... Coğrafyanın sınırı yok!
Ölüm ekilen yerde insan da olmaz fidan da!
Ölümün hüküm sürdüğü topraklar çöle dönüşüyor...
Tuz çürüdü…
Tuz toprağın üst katmanına kadar geldi…
Tuzu ekmeğe banıp da yiyen kültür orada yok!    
Şark illerinde ölüm hakim, garp illerinde ise mülteci!
Kim buna dur diyebilir?
Kim bunu engelleyebilir?
Hangi çıkar çatışması bizi aydınlığa savurur?
Hangi ülkenin insanı; “artık ölmek değil, birlikte yaşamak istiyoruz ama eşit koşullarda ve ana dilimizde!” diye bağırabilir. Yaşama hakkı elinden alınmışken…
Kim bu naif duygulara sahip çıkabilir?
Hangi çıkar çatışması bu güzel insanların yaşama hakkını elinden alan karanlığa karşı olur?
Dünya yeniden biçimleniyor... Ülkemizde bu biçimlenen dünyada yerini karanlık bir noktada almış gibi... Bize verilen görev; karanlıkta birkaç gözü doymaz insanın sermaye birikimine yardım edin, sizin kanınızdan, canınızdan ve de etinizden yararlansın! Sesinizi çıkarmayın!.. Hayır, buna hayır diyebilmek kolay ama bu hayırı yaşama geçirmek sanıldığı kadar kolay değil, çünkü el açmaya alışmış bir halk, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” diye ibadet ederken, kapı önünde el açıp, etek öperken daha çok Börklüce Mustafa’nın derisi yüzülüp Selçuk kazasında deve üzerinde sergilenerek gezdirilir… O zamana da fetret devri derlerdi, bugüne hangi isim verecekler ileride? Yaşanırken isim verilmez, yaşanıp anı olduktan sonra hadi o günlere bir isim verelim derler birileri ve uysa da uymasa da bir isim verilir…
Garp cephesinde derisi yüzülmüş insanı görmek için koşan ve festival havasında geziler yapanların olduğu bir memleket… Panayırı, festivali eksik olmaz… Garptan daha fazla batıcı görünümlü, içeriği daha ortaçağ tınıları ile meşgul kapı kullarının oynadığı bir oyun... Ne ölümü durdurmakta ne de gelmekte olan zifiri karanlığı... Tek tek haklar ellimizden alınıyor, tek tek insan olmanın onuru ayaklar altında toprağa karışıyor…
Halklarımız elimizden alınırken, ülkemin halklarından biri ateşler içinde dururken ülke turizmi çok gelişmektedir. Yurt dışına giden turist insanımız ülkemizin ne kadar çağdaş olduğunun resmini onurlu bir şekilde garp insanına gösteriyor… Ekranlarda gördüğünüz ve sizin içinizde yaşayan göçmen (misafir işçiler) o ülkenin insanı değil, onlar azınlık diyerek ülkeyi güllük gülistanlık gösteren bu ülkenin insanı; ölümlere karşı gözünü, çığlıklara karşı kulağını kapatmıştır…
Şark ve garpın ortasında bir kısrak başı gibi duran ve kısrak başını bıçağın keskin tarafına eğmiş bir şekilde “bu da kader ve yaşanması gerekiyorsa yaşayacağım” diyerek kaderinin çizgisine razı bir şekilde duran bu memleket bizim değil!
Tanıyamıyorum, tanıyanı da ben tanımıyorum…
İsmail Cem Özkan


15 Mayıs 2016 Pazar

Paranın konuştuğu yerde her şey susar!

Paranın konuştuğu yerde her şey susar!

Paranın söz söylediği yerde insan müşteridir ve tüketen biri olarak adlandırılır. İnsan üretimden uzaklaşıp sadece tüketen konumuna iteklenirken, üretimin daha fazla teknolojik seri olarak üretilen ürün hale dönüştürüldüğü, insan emeğinin yerini makinelerin ağırlıkla aldığı zaman diliminde insan düşünmeden tüketecek biçime dönüştürülüyor!
Teknolojik gelişme insanın hareket alanın daha da genişletildiğine inanılır ama tersine insanın hareket alanın gittikçe kısıtlandığı ve tepkisel ve de güdüsel hareketlerin hakim olduğu bir zamana doğru hızlı bir şekilde savruluyoruz.
İnsan kendi kendisini yok eden bir canlı konumuna bürünürken insan ile alakası olsun olmasın yaşadığı çevresinde ne varsa hepsini yok eden bir organa dönüşmektedir.
İnsan çevresini yok eden ve tüken bir makineye dönüşmüştür.
Doğa ile yaptığı savaşta insan; doğayı yok eden bir canavara makineler sayesinde dönüşmüştür.
Yaşadığımız zaman diliminde insan, akılını kullanmak yerine aklı belirleyen ve tüketimi tetikleyen algıların içinde biçimlendirilmekte ve yoğrulmaktadır.
İnsan bilgi ile değil, piyasa araştırmacıların belirlediği tüketim alışkanlığı içinde güdüleri ile hareket etmektedir. O kadar ki alışkanlıklarının yanlış olduğu ileri bir zamanda söylenmiş olsa da o reklamın güçlü etkisinden kurtulması zordur, çünkü toplum içine doğru diye algılanan ve yerleştirilen ticari başarıların toplumun kültür yapısını olduğu gibi değiştirdiğini ve yeniden biçimlendirdiğini sessizce kabul etmiş ve hatta o yeni duruma bin yıldır zaten içinde yaşadığımızı düşünmeden doğru kabul etmişiz.
Bizler kandırıldık, yaratılan doğruların içinde gerçeği yaşadığımızı sandık ama yaratılan bir gerçekliğin içinde doğru diye yanlışı yaşadık ve bunu sorgulayanları da bozguncu, toplum düzenini istemeyen, istikrar bozucu ve yok edilmesi ve de toplum dışına sürülmesi kişiler olarak kabul ettik.
Bilim doğrunun yanında değil, yaratılan gerçekliğin yanında yer aldı, bilim adamları aldıkları paranın karşılığı olarak yalanı doğrulayan gerçekler üretti ve bizleri bu doğruların içinde yaşamaya zorladılar.
Değer verilen, alanında uzman olarak kabul edilen, kafamızı ve bilgimizi zorlamadan onun gösterdiği hedeflere doğru bilinçsizce koşan ve tüketen bizler; uydurulmuş, yaratılmış birçok gerçekliğin içinde kendi doğrularımızın tek doğru olduğunu kabul ederek yaşadık. Tek doğrusu olanların oluşturduğu ortamda ise çatışma kaçınılmazdır ve o çatışmada neden öldüklerini bilemeyen milyonlarca ceset bıraktık arkamızdan. Üstelik işlenen cinayetleri doğal olarak görüp, ölümlerin bir kanser/savaş sonucu olduğunu ve kanserin/savaşın tedavisi olmadığını düşündük. Kaderimiz dedik, boyun eğdik, çaresiz ve zavallı konuma getirilişimizi sorgulamadan kabul edip boyun eğdik. Öldük. Her ölümüz yaşadığımız gibi tüketim üzerine oldu. Ölürken bile bizlerden para kazandılar, servetlerine servet kattılar.
İlaç, gıda firmaları, para hırsı ile piyasada olan ve hangi alanda olduğu fark etmeyen bir çok kapitalist, paranın hakimiyeti altında kendi kasasını doldururken, ürünü satılsın diyerek reklamın gücünü, iktidarın yarattığı ortam içinde toplumu ve insanı biçimlendirirken bizler sadece seyirci olarak kaldık. Gözlerimizin içine baka baka yalanlar söylendi, binlerce yılda yaratılan değerler para hırsının hakimiyeti altında çiğnendi, yok edildi ve yaratılan tüketici alışkanlığı içinde tarihin karanlık sayfalarına bırakıldı.
Doğal olan artık bir şey yoktur, çünkü insan emeğinin yerini alan makineler ile üretilen ne varsa artık insanı teslim alan ve biçimlendirendir.
Yalan bu dünyaya makineler ile hakim oldu, yalanını doğru olarak sunanlar ve yalana hizmet edenlerin hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ret edemiyoruz, çünkü bu yalanın içindeyiz ve her şeyimiz bu yalana teslim olmuş. Bilinçli ya da bilinçsizce güdülerimiz ile ya da tepkilerimiz ile bu sistemin parçasıyız. Aklımızı ancak tüketilecek ürünün hangisi daha iyidir diye çalıştırdığımız ve hatta arabayı bile bizim yerimize park edecek teknolojinin kölesiyiz.
Sağlıktan gıdaya, eğitimden, savunmaya yaşantımız içinde neyi tüketiyorsak hepsi hepsi yalan!
Sevgimiz bile yalanın ve tüketimin bir parçası oldu. Tüketiyoruz kondom tüketir gibi, geleceğimizin tohumlarını bile kondomun içinde kanalizasyondan aşağıya bırakıyoruz.
Bizler, yavrularımız, ölülerimiz hepsi hepsi tüketimin bir parçası ve müşteri olan birer rakamlarız. Bankalarda görmediğimiz rakam paralarımız gibi sokaklarda dolaşan ve bir yer işgal eden birer tüketici rakamlarız. Sistem para hırsı olan her insanı kendisine köle yapmış…
Sanat işte bu yalanların hepsidir. Para karşılığı olmayan her hangi bir ürün sanat değildir… Alınıp satılan ve değeri olan her şey sanat olarak ve doğru olarak bize sunulur… Yalan en büyük sanattır ve yalana hakim olan para sanatın en değerlisidir…
Paranın konuştuğu yerde her birey susar ve ona hizmet eder…
Paranın hakim olduğu düşünce yapısında her şey daha fazla kar ve daha fazla gelir için mubah olarak görülür ve acımasızca amaca hizmet eden araçlar olarak kullanılır…
Daha fazla tüketmek için kandırılmaya devam ediyoruz. Daha fazla üretilen her teknoloji ürün bizi teslim almaya ve beynimize Alzheimer tohumları ekmeye devam etmektedir.
Düşünme tüket, sadece yakışıp yakışmadığına ve çevren nasıl düşünür ne düşünür diye içgüdün ile bak, duygusal tepkini ver denemektedir.
Paranın hakim olduğu yerde düşünmeye gerek yoktur, biat edin yeterli. Tüketin!

İsmail Cem Özkan 

10 Mayıs 2016 Salı

İlerici darbe olmaz!

İlerici darbe olmaz!

Darbeler hayatımızın bir parçası, her on yıl içinde tarihsel çizgimiz içinde durmadan post ya da açık darbelere sahne oldu ve sonuçlarını daha kötüye giden ve sorunların daha karmaşıklaştığı bir süreci yaşıyoruz. Darbeler sorunları çözmediği gibi daha da karmaşıklaştırdı ve içinden çıkamadığımız karanlığın içinde bireysel kurtuluşa kadar vardırdı bizi. Bireysel kurtuluşun çare olmadığı mülteci olarak yaşayanların trajedilerinden biliyoruz, toplum ancak bir arda ve bir arada olduğu zaman mutlu bireylerin oluşmasına olanak vermektedir. Tersi ise doyumsuz, kavgacı, hırs ile dolu bireylerin oluşturduğu toplum çatışmanın ve ölümün hakim olduğu zamanı yaşar. Ne yazık ki yaşamaya da devam ediyoruz.

Darbeler haber vermeden gelir ama önceden haberini çıkardığı sesler ile duyurur. Bir sabah erken saatlerde radyolarda ve tv haberlerinde okunan metin olarak gelir, o metinin içeriğinin pek önemi yoktur, çünkü o metinde söylenen süslü lafların arkasını kan ve acı ile dolacaktır. Darbe var olan tarihsel akışa bilinçli müdahaledir ve kim adına yapıldığı kısa zaman sonra çırılçıplak olarak ortaya çıkar.

Her darbe geriye tarihsel çizginin geriye doğru çekilmesidir.

Darbeler, söylemde özgürlük, demokrasi, adalet adına birilerin bizim iyiliğimizi düşünmesidir. Birileri eğer birilerin iyiliğini düşünüyorsa, o iyiliği düşünenlerin kafes içine konulup hayattan ve çağından izole edilmesidir. Çünkü her daim saldırı altında olduğuna inandığı savunduğu ideal toplumun koruma güdüsü ile yapılan bir eylem gibi gözükse de toplumun bir arada tutan ticari hayatın istikrarını korumaktır. Burada ticari yaşamda istikrar elbette darbe yapanlar ile çıkarsal ilişkisi olanların çıkarlarıdır. Dengesiz devam eden ilişkilerin yandaş yönünde devlet olanaklarının kullanılması ve o devlet mekanizmasının yarattığı baskı aracının devam ettirilmesi anlamındadır. Darbeler kim için yapıldığına bakmak istiyorsanız kimlerin faydalandığına bakmanız yeterlidir. Halk adına yapılan her darbe aslında halkın başına çorap ördürülmesi ve biraz daha fakirleşmesidir. Geleneğinden ve geçmişinden koparılarak karanlıklar içinde yaşamasına olanak sağlamasıdır.

Darbeler her ne kadar iç dinamiklerin mücadelesi olarak yansıtılsa da aslında dünyada ki hakim olan sistemin çıkarına uygun ülkemize verilen roldür. O role uygun lider seçilir ve o lider birden ülkenin umudu olabilir. Yeni sermeye birikimine olanak veren ve klasik sermeye grubunun alanını daraltan müdahaleler sayesinde toplumda birikmiş olan öfkenin azalmasına olanak verir, çünkü yeni ilişkiler yeni pay dağıtmalar toplum içinde olma olasılığı yüksek olan isyanın önüne baraj kurulmasıdır, muhalefetin parçalanmasıdır.

Muhalefetin işlevsizleştirmesi var olan ama yok olmuş, iflas etmiş olan devletin de yaşanmasına ve yeniden kendisini onarması için zaman kazandırır. Restorasyon adı verilen bu süreç içinde işçi sınıfının mücadelesi ile elde ettiği tüm kazanımların yok edilmesi ve örgütsüzleştirilmesi sürecidir, çünkü kapitalist sistemi tek yok edecek güç, sistemin içinde var olan işçi sınıfının iktidarıdır.

Kapitalist sistem için en önemli şey, işçi sınıfının örgütlü güç olmasını ortadan kaldıracak darbelerin var olmasını savunmak ve bunu yapmak için ortam hazırlamaktır. Elbette tröstleşen dünyada daha fazla kar ve daha fazla alanda ticaret yapma hırsı önünde engellerinde kaldırılması zorunludur.

Liberal ekonomi anlayışına uygun olarak liberal yaşam biçiminin bir dönem popüler olması tesadüfi değildir, çünkü bireysel özgürlük adın verilen bu süreç içinde kapitalist sitem var olan sosyal olan her şeyin dağıtılması ve mücadele ile elde edilmiş olan tüm hakların şirketlerin eline bir iş alanı olarak geçmesidir. Sağlık, eğitim, savunma, lojistik gibi kavramlar artık devletin tekelinde olan alanlar değildir. Sosyal devlet artık geçmişte kalan bir anıdır. Bireysel kurtuluş olarak görülen yağma ve başkasının üzerine basarak ayakta kalmak, kapı kulu olmak üzerinde konuşulacak konu bile olmaktan çıkmış, yaşantımızın bir parçasıdır.

Bugün çok şikayet ettiğimiz haber alma hakkımız ve gerçeklerin olduğu gibi yansıtılmadığı durum, çağın ihtiyacına uygun olarak birer propaganda aracına dönüştürülmüştür. Bu propaganda aracına döndürülme sürecide medya sahiplerinin sermeye grubu içinde olması ile başlar. Medya artık kördür. Medyayı kör eden çıkardır, medya patronun cebidir, yoksa işine geldiğinde her şeyi görür... Medya patronları da çıkarları ülkemiz içinde göbekten iktidara bağlıdır ve iktidarın çıkarına göre görmesi gerekeni görür...

Bir ülkede darbe koşullarını yaratan ‘Embedded Medya’nın oluşturmuş olduğu ortamdır. Elbette sadece medya aracılığı ile olmaz ama en önemli aracıdır. O araç sayesinde toplumun hangi konular etrafında konuşacağı ve hangi konulara öfke duyacağı belirlenir.

Son haftalar içinde Erdoğan sürece yandaş medyasının gücü ile müdahale etti, yine biz bakar olduk ve üstüne üstlük çok konuşan ama etkisiz bireyler olarak somut durumumuz daha çıplak olarak ortaya çıktı...

Son AKP kongre kararı aldırılması süreci ‘dost’ darbe olarak adlandırılmıştır. Post yerine dost! Yeni parti başkanın başbakan olacağı kongre ile ülkede siyasi yapının artık başkanlık sistemine fiili dönüştüğünü açıkça ilan edildi. Fakat bu fiili durumu yasal zemine henüz taşınmadı. Yasal ile fiili durumun ortaya çıkardığı boşluk ne yazık ki ülkemizi yeni darbelere kapı açmıştır.

Erdoğan bu süreci başarılı bir şekilde yönetmesini sağlayan en önemli gösterge karşısında muhalefet yapının zayıf olmasıdır. Parçalı ve zayıf bir muhalefet ile çoğunluk her daim sağlamak daha kolaydır, çünkü muhalefet partiler çıkarlarına göre zaman zaman iktidarın yedek değneği konumuna gelmektedir.

Erdoğan parçalı muhalefetin oluşması için kendi içinde danışıklı dövüş ile sadık adamlarından bu süreci kontrollü şekilde yönetmek için muhalefet hareketi kurdurmuş olabilir, bu sayede muhalefetin tek parça olması engellenerek hedefine sağlam adımlar ile gidebilir... HDP, MHP bilinen dağılma sürecini yaşıyor, birinde liderlik sorunu diğerinde oy verecek halkın yerleşim problemi. HDP seçmeni mülteci konuma getirildi, evlatları öldürüldü... Seçim sürecinde HDP eski başarıyı yakalaması gerçekten zor, çünkü batıdakiler canlı bomba ile yapılan eylemler ile korktu… Canlı bomba korkusu toplumda ki dinamiklerin altını üstüne getirdi... Suriyeli yeni seçmen de artık bu geçiş sürecin anahtarı konumunda olacak... Meclis dışı ne yazık ki kitlesel örgütlü yapı yok... Varmış gibi yapanlara aldanmamak gerek, çünkü ilk krizde dağılmaya uygun ve krizi yönetemeyenlerin tarihi konumunda... Muhalefet kriz koşullarını yönetemeyen konumunda, her kriz koşulunda kendi iç sorunları ile (örgütsüz yapısı) uğraşarak ayağına gelen fırsatları yok etmiştir.


İsmail Cem Özkan