Galata Gazete


30 Ağustos 2016 Salı

Horoz dövüşü!

Horoz dövüşü!

Bir meydan etrafı çit ile çevrilmiş, çitin dışında insanlar, içinde iki horoz. İnsanlar horozlara bakarak heyecanlı bir şekilde bir birine bir şeyler anlatıyor, öte yandan ellerinde ki paraları birine vermekte ev heyecanlı bir şeklide kendi saffını belirliyor. Ortada horoz bir şeylerin farkında, oraya neden geldiğini biliyor. Sahibine para kazandıracak ve kendi gücünü gösterecek. Horoz kendisinden emin, daha önce yaşadığı olayların bir birikimini üzerinde taşıdığı yaralar ile göstermekte. Rakibi de öyle. Horoz etrafına bakınırken, sahibi tarafından kışkırtılmakta. Sahibi bıraksa hemen rakibinin gözünü oyacak.

Bir küçük oda, duman içinde. İçeride insanlar ve horozlar. Yasak bir şeyi yaşıyorlar. Yasak ama heyecanlı. Orada ne döndüğünü tüm şehir biliyor ama kimse bilmiyor. Yasak koyucu gözünün tekini kapatmış, kara para olmadan düzen olmaz, bu devran dönmez. İşsizler kendilerine iş yaratmışlar, devlete ve sosyal barışa bir zararı yok! Bu devran böyle gelmemiş ama böyle gidecek, göz yumanda, göz yumduran da ve olaydan faydalan da memnun! Küçük bir oda, toplumda pek göze batan bir yerde değil. Şehir yaşamı içinde zaten kimsenin de farkına olmayacağı kadar küçük bir kesimi ilgilendiren şey… bir küçük oda, belki bir binanın bodrum katı ya da eski bir gecekondu, şimdilerde varoş diyorlar. Varoşlar gecekonduların üzerine çıkılan katlar ile oluştu. Sahibi para kazandı, şehir megakent oldu. Övünç kaynağımız. Övünüyoruz nüfusumuz ile, rızkını kara para veriyor! Bir küçük oda, içeride sigara dumanı kaplamış, heyecanlı sesler arasında bir horozun sesi, son nefesini verecek gibi bağırıyor! Kalabalıktan her hangi biri bu sese kulak dahi kabartmıyor, güneş çoktan doğmuş ya da batmış kimse bilmiyor. Orada zaman başka şeylere bakarak söylenebilir, hayatın ve dünyanın döngüsünün çok dışında… Zaman hızla akıyor ama kimse bu akan zamanı düşünecek kadar kendisinde değil. Horoz rakibinin gözünü oymak için fırsat kolluyor, sahibi kazanacağı parayı düşünüyor, o mekanın sahibi her gün kaynattığı çorbaya bir katkı daha geliyor diye içten seviniyor, çünkü bir başkasının yanına gidip emir alarak çalışmıyor. Özgürlüğünü bu şekilde yaşıyor… Özgürlük görecelidir, paradigmaya göre değişir!

Havanın nasıl olduğunu dışarından yeni giren üzerinde getirmiştir. Ama içeride kimse bunun farkında bile değil, zaten ilgi alanlarına da girmiyor. Meydanda iki horoz kavgaya tutuşmuş, kimin kazanacağı konusunda iddialara girilmiş, saflar bellidir. Biraz sonra kimin kazanacağı belli olacak, birileri sevinç çığlıkları atacak, birileri yere tükürecek ve kaderine küfredecek. Sokakta duymadığınız küfürleri orada havada aslı bulabilirsiniz…

Devletlerin tarihi de sanki bu mekanda yaşananlar gibidir. Kapalı toplumlar kendi dünyalarında yaşarken dışarıdan gelecek her hangi bir saldırı karşısında çaresizdiler. Eğer yaşadıkları devlet gibi göz yuman devletler varsa o zaman sorun yok ama kara para bir küçük toplum içinde pek rahatsız edici değildir ama uluslar arası ilişkiler içinde kara para kontrol edilemez ise devletlerin çöküşü anlamındadır. Sistem kendi güvenliğini sağlamak ile yükümlüdür, o yüzden güvenlik için milyarlarca para harcarlar aynı zamanda güvenlik sistemin can damarıdır, o alan için kurulan sanayi kriz içine girmiş ekonomiler içinde aynı zamanda çıkış kapısıdır. Silah sanayisi için devletlerarasında çatışma kışkırtıldığı gibi, silah sanayisinin sahibi olan ülkelerin dışında kalan ülkelerde de iç savaş ortamın yaratılması için iç çelişkiler kullanılır. Silah sanayisi için savaşlar, çatışmalar kaçınılmazdır… o yüzden iki horoz karşılaşması gibi bir çok ülkede kapışan horoz konumunda olan taraflar mevcuttur. Kışkırtılırlar, çatıştırılırlar, kan davaları oluşur ve yeni cepheler ve sınırlar oluşur ama bu işten kazanan sistemdir. Sistem yanında silah sanayisidir. Silah sanayisi ile kriz içinde olan gelişmiş ülkeler toplumsal ve ekonomik krizden çıkarlar. Bir mekanda, ülkede yaşanan horoz dövüşü toplum dinamiklerine hiçbir katkı sunmuyormuş gibi gözükebilir, hatta orada oluşan kara paranın toplum barışına katkısı yokmuş gibi algılanabilir ama üniversal açıdan bakıldığında küçük bir değişimin nasıl bir dalgaya yol açabileceği bu küçük öykü içinde de görülebilir.

Kontrol edilebilen her şey serbesttir, ama kontrol dışına düştüğü an sisteme zarar verecek konuma gelebilir, o yüzden sistem kendi güvenliğini değişik adlar ile yapar. Birleşmiş Milletler Dünya Ticaret Örgütü, NATO gibi kurumlar boşuna kurulmamıştır ve bu güvenliğin istikrarlı olması için ellerinden geleni yaparlar.

Birinci dünya savaşının sonucunda birçok yeni sınır oluştu, o sınırların çizilmesi sürecinde birçok ulus bir biri ile kavga etmeleri için silah yardımı aldı. Meydanlarda o ulusların çocukları bir birini boğazlarken birileri o kanlardan para kazandı. Ölen ulusun çocukları ise bir birleri ile kavgalarını anti - emperyalist mücadele olarak gördüler. Bugün dahi okuduğumuz tüm tarih kitaplarında tarih yazıcıları bize öyle olduğunu söyledi, bizlerde hiç sorgulamadan kabul ettik.

Horoz dövüşü karanlık bir odada devam ediyor…


İsmail Cem Özkan

23 Ağustos 2016 Salı

Bam teline dokunmak!

Bam teline dokunmak!

Her yapının zayıf bir noktası var, oraya dokunduğunuzda nasıl tepki vereceği önceden tahmin edilir. Bu durum kişiler açısından da öyledir, her insan doğası gereği ve yetiştiği toplumdan elde ettiği alışkanlıklar gereği bazı olaylar karşısında nasıl bir tepki vereceği önceden tahmin edilir ve o bilinen noktalara -eğer iyi geçinmek isteniyorsa- dokunulmaz ama kavga etmesi isteniyorsa oraya dokunulur ve çatışma kaçınılmazdır.

Her ne kadar öznelden bütüne varılamaz ise de toplumsal örgütlerinde benzer davranış özellikleri vardır. Sessiz kalan bir yapının birden kamunun önüne çıkması devlet mekanizmasının o yapı üzerine gitmesi ile mümkündür. Bir anda ve zaman diliminde o yapı kamuoyu önünde çok konuşulur olması aslında vermiş olduğu tepkinin dışa yansımasından başka şey değildir, çünkü hiç sesi çıkmayan neden birden tepki verir ve protesto eder diye bir birimize sorduğumuz sanırım o yapının bam teline dokunan olaylar olmuştur. Devlet kendisine düşman olarak gördüğü ya da kendi gücünü hissettirmek istediğinde bazı yapılara özellikle dokunur ve o yapılarında benzer olaylarda daha önce gösterdiği tepkisel davranışlar içinde olduğu gözükür.

Türkiye içinde büyük bir kaos yaşanmaktadır, aynı zamanda büyük bir siyasi kriz. Çünkü 15 Temmuz günü gerçekleşen bir darbe girişimi ve sonrası oluşturulan Olağanüstü Hal Yasasının geçerli olduğu süreçten geçmekteyiz. Bu süreçte kendisini yalnız hisseden hükümet ve onun kontrolünde ki devlet güven sorunu yaşamaktadır, çünkü darbe girişimi yapanlar devletin en üst kademesinde ki ve kontrol mekanizması içinde yer almaktadır. Komşu devlette yaşanan iç savaşta taraf olmuş ve bu tercihinden dolayı yalnızlaşan bir devlet, aynı zamanda iç sorunlarını çözememiş bir “hasta” olarak artık batı toplumu ve siyaseti içinde tanımlanmaktadır. Elbette toplumsal durum salgın hastalık gibi bir birini tetikleyen bir süreçtir ve bu sistemden kaynaklanan sorun diğer ülkelerde de gözükmektedir. Dünya üzerinde tek güç kabul edilen kapitalist sistemin yapısal sorunları; çözülemeyen bir sorun yumağına dönüşmüş ve devlet mekanizması liberal bakış içinde dağıtılmış ama yerine sistemin ihtiyacına verecek şekilde devlet mekanizması henüz oluşturulamamıştır. Yamalar ile devletler kendisini ayakta tutunmaya çalışırken, ekonomik sorunlarını geçmişte yaşanan iki büyük buhran ve sonrasında ortaya çıkan dünya savaşı sırasında ortaya çıkan / gelişen savaşa sanayisi ile çözemeye çalışmaktadır. Savaş sanayisi dünya ölçekli kara paranın büyümesine ve hareket alanın genişlemesine sebep olmaktadır. Yasalar zeminde sorunlarını çözemeyen ekonomiler var olan açığı kapatmak için kara para ile yama yapmaktadır. Kara parada yapısal sorunun daha da karmaşıklaşmasına ve denetim dışına çıkan güçlerin devlet mekanizmasını kullanarak sermaye barışını yok etmesine sebep olmaktadır. Kısaca sermeye ulus devleti anlayışı içinde korunan ve gelişen güçlerin yanında yine aynı kaynaktan gelen ama kaynağı belli olmayan daha fazla güce dayalı bir sermaye grubun hırçınlığı içinde rekabet koşullarının yaratmış olduğu düzenin yıkılması anlamındadır. Bu dünya üzerinde serbest hareket eden ve kendi kurallarını dayatan sermayenin isteyeceği bir şey değildir.

Türkiye yaşadığı öznel sorunlar ile birlikte evrensel sorunların da altında ezilmektedir, bu sorun yumağı altında iktidar her daim sorumluluktan kaçarak mazlum olmayı becermiş ve iç kamuoyuna bunu dayatmıştır. Hiçbir sorumluluğu olmayan işlere imza atmış ve sonucunda oluşan her olumsuzluğu da içte çatıştığı kesimler ve kişiler üzerine atarak sorumluktan uzaklaşmıştır. İktidar partisinin karşısında gerçek anlamda kitlesel bir muhalefet partisinin olmaması bunu yapması için ortam yaratılmış ve bu ortamı en iyi şekilde kullanmaya da devam etmektedir.  İktidar sorumlusu olduğu ama sorumsuz olarak gördüğü her şeyden rant yaratmasını bilmiş, yaratılan rant ile toplum içinde kendisine destek veren hatırı sayılı bir cemaat ilişkisini yaratmıştır. Biat ve itaat kelimelerin çok sık kullanıldığı ve tek doğru ve tek liderin her şeyi belirlediğini kabul eden bir duygusal bağ kurulmuş ve bu bağ ile yeni bir sermaye hareketi ve bu hareketin içinde el değiştiren güçler dengesini kendi lehine değiştirmiştir. Bu değişim mağdurluk söylemi altında paradigmaya uygun şekilde yapılmıştır. Devlete göbekten bağımlı ve özürlüğünü henüz sağlayamamış yarı gelişmiş ülkelerde sermaye sahiplerine görme, duyma ama biat et, bak devlet ihalesinden yararlanacaksın, yeter ki liderin elinden öp onun ihtiyacını karşıla fısıltısı kulaktan kulağa aktarılmıştır. O ülkenin lideri de dünya zenginler klubüne adını gereği yazdırması yadırganan ve ayıplanan bir şey olmaktan çıkmış, “ihalelerden ticaretin yasası pay alınır” anlayışı içinde doğru kabul edilmiş ve sorgulanması bile ticari hayata müdahale olarak görülmüştür. Siyasi çevresini kendi kişisel çıkarı için kullananların batıda ayıplanası ve tedbir alınması bu süreçlerden daha önce geçmiş olmaları ve bu süreçlerden ders çıkarmaları ile yasal düzenlemelerin yapılması ile mümkün olmuştur. Batı için suç ola şey ülkemiz gibi ülkelerde suç değil övünç kaynağı olmaya devam etmektedir.

Öyle bir ülke düşünün ki, bir lider sadece bir şeyi sadece kendisine yapıldığı zaman fark eden, dünyası sadece kendisine yapılanlar ve yapılmayanlardan oluşan bir dünya içinde yaşasın. İnsanlara hala "niye şunu fark etmedin", "bunu nasıl görmedin" diye şaşkınlık içinde soran ama bilincinde olan, köprüyü geçene kadar “abi” diyen, geçtikten sonra kaptanı değiştiren bir liderin hakim olduğu ülkede hiçbir şey sürpriz değildir.

Ölçüsü sadece kendisi olanın "öteki" gibi bir derdi olabilir mi?

Öteki gibi bir derdi olmayanın demokrasi gibi bir derdi olabilir mi? Öteki gibi bir derdi olmayanın yapılan fedakarlıkları anlama şansı olabilir mi?

Sorular çoğaltılabilinir ama yaşam içinde soruların karşılığını her birimiz hissederiz, hatta bir bölümümüz biliriz, küçük bir bölüm seslendirir ama sonuç değişmez, çünkü örgütlü bir gücün karşısında örgütlü bir güç olmadığı sürece yaşananlar kader olarak görülür…

Toplumsal olaylarda iktidarda olanlar muhalefetin hangi noktasının zayıf, hangi noktasında nasıl bir tepki vereceğini kendi hizmetinde bulunan toplum mühendisleri aracılığı ile bilir. Toplumsal olaylarda kendi lehine gelişmeyen durumlarda bu ihtiyaç duyulan karmaşa ve operasyonlar için muhalefet olarak kabul edilenlerin bu bam tellerine basılarak birden mağdur konumuna dönüşebilir ve her şey kendisine karşı yapılan bir planlı hareket olarak sunulur. İktidar hiç değişmeyecekmiş gibi hava yaratarak yapmış olduğu tüm hataların üstünü işte yaratılan bu bam teline dokunuşlar ile kendi lehine dönüştürecek atmosfer yaratmaktan geri durmamaktadır. Her bunalım ve çıkmazın sonucunda bir günahkar bulunur, kendileri her daima ak ve suçsuz kabul edilir. Bu kabulü yaratacak medya gücünü elinde bulunduranlar ellerinde olan para ile “satın alamayacakları” bilim ve siyaset insanı yoktur. Çünkü her insanın bir fiyatı olduğu düşüncesi liberal ekonominin ve siyasetinin doğal sonucudur. O sonuca uygun her zaman davranacak bir kesim bulunmaktadır. Her ne kadar özneler değişmiş olsa da iktidar kendisini taşıyacak her zaman muhalefetten birilerini bulur ve elinde bulunan baldan biraz tattırır…


İsmail Cem Özkan

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Nefret söylemi bitmez!

Nefret söylemi bitmez!

Savaş bir yerde biterken öte yerde yeniden başlar. Ölenler değişir ama öldürenler ve kar edenler hep aynı kalmaya devam eder. Nefret söylemleri coğrafya değiştirse de, kullanılan dil ve kültür değişse de hep aynıdır. Toplumları parçalamak ve bir biri ile savaşmasını sağlayacak düşmanlık tohumu ekmektir.  Düşmanlık tohumu çabuk ekilen ve kök salan zararlı bir canlı varlıktır. Bu varlık tüm toplumu kucaklamaya başladı mı o toplum boğulur ve üzerine bu işten kar sağlayanlar toprak serper.

Nefret söylemi dilde ırkçılık konusu bilince çıkarılmadığı sürece sürekli yeni ekilen tohumların uzayan kolları arasında boğulmaya mahkumuz. Nefret günlük yaşantımızın bir parçasıdır ve yüzyıllardır iktidarlar tarafından sürekli aramıza ekilmektedir. Tehcir, katliam, soykırım hepsi bu ekilen tohumların alınan ürünüdür. O kadar ki kan ile sulanmayan bir karış toprağımız ne yazık ki yok! Her yer her şey kan üzerinden bilince çıkarılmaya çalışılıyor, insanlığın en kötü buluşu bayrak işte bu kan ile açıklanmaya ve o bayrak denen sembole verilmiş anlamlar ile nefret söyleminin üstü örtülmüştür. Bayraklar kötü bir şeyin üstünü örtmek için kullanılmamalıdır, bu düşünceye hakimsek eğer o zaman dilimizde ki nefret söylemini, ırkçılık belirlemesi olan kelimeleri söküp atmak zorundayız. Söküp atamıyorsak yeni bir savaş, katliam, linç kültürünün girdabına girmek kaçınılmazdır ve kapı komşumuz, sevdiğimiz saydığımız insanlar bile en kısa sürede çatıştığımız insanlar bile olabilir. Hatta öz kardeşimiz ile kanlı bıçaklı olur ve ömür boyu görüşmeyiz. Geçmişin tarım yapılan günlerine bir bakın, en kanlı kavgalar kardeşler arasında miras yüzünden çıkmıştır, şimdi o kanlı bıçaklı olan toprakları üstüne para verecek konuma geldi, değersizleştirildi. O kavgalar yok oldu ama nefret kelimelerin içinde yaşamaya devam ediyor.

En son nefret söylemleri kitlesel kıyıma yol açan Irak işgali ve sonrasında gelişen Arap Baharı sürecinde yaşadık. Afganistan’da CIA denetiminde başlayan El Kaide birden nefret söylemlerinin kaynağı olmuş ve bütün dünyada İslami fobi adı verilen bir dalgaya dönüştürüldü. Elbette bu dalga İslam dünyasının dışında farklı bir İslam algısı oluşturdu ve bu nefret söylemi hiç tanımadıkları bütün Müslümanları canlı bombaya dönüşen fanatikler olarak gördü. Nerede bir İslamcı örgüte üye olan görülse linç yapacak, katliama neden olacak biri olarak bakılmaya başlandı. Bu söylemin tehlikeli boyutunu fark edenler ılımlı İslam adını verdikleri yeni bir dalga oluşturup devletlerin başına bu ılımlıları getirip güya panzehir olarak sunuldu ama kağıt üzerinde ki hesap uymadı ve Mısır’da askeri darbe oldu. Arap Baharı adı verilen dalgada Libya parçalandı, Irak daha önce parçalanmıştı, Suriye parçalandı. Parçalanan ülkelerde savaşlar nefret söylemlerine paralele olarak devam etmektedir. Elbette bu parçalanma ve silah ticaretinin yapıldığı coğrafya sadece İslam dünyası değil, Avrupa’nın doğusunda da aynı yöntemler ile ama aynı sonucu göreceğiniz iç savaş devam etmektedir. Bunun gerekçesi de dünya üzerinde yaşanan kapitalizm içsel krizidir. Sistem yeni bir sıçramaya ihtiyaç duymakta ve bu ihtiyacını karşılayacak bir organizasyon yaratamamıştır. Ulus devleti şeklinde örgütlenen ve ulusal sınırlar içinde sermaye birikimi yapan anlayış yerini Liberal Ekonomi adı verilen politik tercih ile parçalanmış ve devlet çökertilmiştir. Çökmüş devlet yerini alacak devlet ne yazık ki hala oluşturulamadığı gibi, rol örneği olarak gösterilen Avrupa Birliği de dağılma sürecine girmiştir. Kapitalizm hala varlığını koruyan Amerika ve Avrupa kıtası için krizden kısa yoldan çıkış gibi gözüken silah sanayisi pohpohlanmış ve var olan savaşlar ile silah sevkıyatı sayesinde göreceli refaha ulaşmıştır. Fakat bu içsel krizi ve kaosu ortadan kaldırmamıştır. Daha fazla savaşa ihtilaç duymaktadır ama var olanlar da bir şekilde bitmek zorunda, çünkü mülteci akımı ve tahmin edilemeyen göç dalgası bu refah ülkelerine doğru yönelirken savaşın başka boyutu da ülkelerine gelmektedir. Kendi topraklarından uzakta savaşmaya alışmış ülkeler yükselen ırkçılık ile savaşı ister istemez ülkelerinin topraklarının üzerine çekmektedir. Klasik devlet ortadan kalkmıştır ama korumak zorunda oldukları bir coğrafya vardır ve bu görev ister istemez savaşları bir yerde sonlandırıp başka ülkelerde yeniden başlatarak süreci zamana yaymaktan başka çıkar yolları yoktur.

Suriye ve Irak'ta yaşanan vahşi karanlığın sonuna doğru gidiyoruz. Savaş bitecek ve bu karanlığa sebep olan İslam faşizmi ile hesaplaşılacak!

Biliyoruz ki hesaplaşma olmayacak!

Tarihte faşizm ile hesaplaşılmamış, sadece hasıraltı edilmiştir. Bu bilinmesinden dolayı hemen soruyu sorayım; İşleri sadece adam öldürmek ve baş kesmek olan bu karanlık Müslümanların nasıl topluma kazandırılacak ya da başka bir İslam dünyasına gönderilip orada cihat savaşı vermeye mi devam edecekler? Yugoslavya iç savaşında kullanılan bu adamlar daha sonra Afganistan, Libya, Irak ve Suriye de kullanılmaya devam ediliyor. Türkiye’de canlı bomba olarak karşımıza çıktı. Soru açık aslında orada biten iç savaş yerini hangi ülkede iç savaş başlayacak ya da hangi iç savaş bölgesinde daha kitlesel cinayetler işlenecek? Potansiyel iki ülke var Türkiye ve Pakistan! Bangladeş ve Malezya’da olabilir... Savaşı yönetenlerin bileceği iş artık, bundan sonra hangi ülkede kendi senaryolarına hayat verecekler? Türkiye batı için sınır, mülteciler yüzünden sanırım hemen kabul görmez ama belli de olmaz…

Batı için kullanılan ‘aptallar listesi’ gün be gün artıyor, çünkü silah üreticilerinin yarattığı nefret söylemi birçok toplumda hemen kök saldı ve komşusunu boğazladı… Bu büyük bir oyundur ve bu oyunun faktörü olan siyasi liderler Tony Blair gibi durumu kabul etmekteler.  Tony Bliar ve onun ile aynı suçu işleyenler mahkeme önüne çıkacak mı?

Sanmıyorum…


İsmail Cem Özkan

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Projeler bitmiyor, rant kapısı kapanmıyor!

Projeler bitmiyor, rant kapısı kapanmıyor!

Projeler son kırk yılın vazgeçilmezi, iktidarda kalmanın, istihbarat toplamanın ve de yeni rant alanları yaratılmasının vazgeçilmez uygulamasıdır. Projeler birileri tarafından desteklenir, birileri proje yapmanız ve standart başvuru yapmanız için kurslar bile açar. Proje yazmak artık bir meslektir, yazmanın dışında proje takibi yapmak artık bir meslek! Eskiden gazetecileri (gazete sahipleri iş adamı olduktan sonra) patronu için resmi makamlar içinde iş takibi yapmak sıradan bir ek iş olmuştu. İşi bağlayan gazeteci ödüllendirilir, birden küçük bir dairede yaşayan gazeteci boğazda yalılarda oturup, viski eşliğinde klasik müzik dinleyebileceği bahçesi bile oldu. Bahçesinde verdiği kokteyller ile iş bağlantısı için yeni ilişkiler yaratmak işin başka boyutudur. Medya ile arası iyi olasına özen gösteren kara para aklayanlar, kara para ile rüşvet dağıtanlar ve alanlar bu kokteyllere katılıp karşılıklı çıkar ilişkisi içine girip yazılmamak kaydıyla ilişkiler ucundan açığa verilirdi. O günlerin cengaver gazetecileri bugün dahi görünmeyen koruma zırhları içinde olmaları o yazılmamak kaydıyla öğrendikleri yüzündendir büyük olasılıkla…

Medya parası olanların tekeline geçtikten sonra haber servisi yapan ajanslarda kendilerinden talep edilen haberlerin peşinden koşmaya başladılar. Çünkü piyasa koşulan göre uygun ürün üretmeyenler piyasadan silinmeleri kaçınılmazdır. Devlet olanaklarını kullanarak liberal söylem adı altında zaten otosansürün bol uygulandığı alan bile artık o otosansür içinde de piyasa sansürü uygulamaya başladı ve iktidarın PR çalışmasını yapar hale geldi. Çünkü talep edilenin karşılığını veremeyen gazeteciler elenecektir, elendiler de geriye jurnalci diyebileceğim eline geçirdiği bilgiyi önce istihbarat dairelerine servis eden medya çalışanları aldı. Gazeteci editörünün bir aracına dönüştü, editör ne derse o haberi gören “Murtaza” adını verebileceğim gazeteci kimliği taşıyanlar aldı. Editöre kim hangi konuları istediğini her sabah toplanan medya gündemi belirliyor. Orada ilk soru hangi haberler işverenimin çıkarına uygun hangisini bugün görelim, hangi başlık altında hangi haberleri görelimdir. Sayfa düzeni bile önceden bellidir, sadece boş bırakılan alan editörün gözetiminde gazeteci kimliği olanlar tarafından doldurulacaktır. Medya projedir, proje devam ettiği sürece oradan birileri maaşını alacak, proje bitince verimliliği ortadan kalktığı için o bölümde ya da medyada ortadan kalkacaktır. Ülkemizde proje medya ürünleri arşivleri bile aklamadı, belki birileri medya çöplüğünde o medya organlarının bir iki sayfa alıntısına rastlayabilirler. Dijital ortamda arşiv de medya ile birlikte yok olup gitmektedir.

Projeler hayatın her alanına girdi, girmediği hiçbir alan yoktur. Çocuğunuzu nasıl eğitirsiniz projesi ve model anne ve çocuğa davranışı gösteren profesyonel annelik bile bir proje ürünü olarak hayatımızdadır.  İnsan yavrusunun eğitmeni olursa köpeklerin olmaz mı, proje her alan için yapılmaktadır, yeter ki birileri para versin!

Yaşadığımız şehirler projeler ürünü olarak yeniden biçimlenmektedir, bir çok haklı gerekçeler projeler için neden olarak kıvılcım olarak kullanılmış ve artık o haklı gerekçelerin yerini sadece rant çılgınlığı almıştır. İktidara yakın inşaat firmaları devletten aldıkları projeleri onların güvencesi altında hayata geçiriyorlar ve kasalarına paraları doldururken günlük yaşamları da ortanca eşine kadar döndü… Proje yapanlar birden devlet olanakları ile zengin olurken, elbette devletlerin üstünde olan uluslararası kurumlarında projelerine sınır tanımadan katılıyorlar. Yanlarında çalıştırdıkları proje yazıları ve proje takibi yapan profesyoneller ile hibe projelere dört elle sarılmaktalar ve birden yardım sever gözüken projeler sayesinde itibar ve para kazanmaya devam ediyorlar.

Şehirler yeniden yapılanırken gökyüzüne doğru büyümektedir. Yer altında metrolar sayesinde semtler bir birine bağlanırken, yer üstünde araç trafiğinin kaldıramayacağı sokaklar ve yetersiz yer altı hizmeti ile bu yeni şehrin silueti değişmektedir. Sürekli kapalı olan caddeler ve sokaklar yeni şehrin vazgeçilmezi olarak karışımıza çıkmaktadır. Firmaların çıkarı düşünülerek yapılan işler aslında genel insan yaşamı ve şehir yaşamı açsından bakıldığında karlı gözüken işlerin aslında büyük zarar olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Çünkü şehir yaşamında amaç sadece ticari hayatın akması değil, hayatın bir bütün olarak refah düzeninin artması ve buna bağlı olarak hayatın uzamasıdır. Bütün bunların göz ardı edildiği projeler sadece firma için karlı gözükmekte ve firmanın sahibi işinden evine helikopter ile gidip gelmektedir. Şehir gürültüsüne gün geçtikçe bu helikopterlerde katılmaya devam edecektir, çünkü karayolu ve altı yapısı yetersiz yerlerde lojistik artık havadan olmak zorundadır. Bugün İstanbul gibi metropol şehirlerde kanser gibi hastalık salgın hastalık gibi yayılmıştır. Sinirleri sürekli gergin, en ufak sürtüşmeyi kavgaya dönüştüren, bencil, saygısız ve komşusu ile hiç tanışmayan bireyler topluluğu olduk.

İstanbul’da proje bitmiyor, sürekli bir proje ve sürekli yeni rant kapısı... ‘Martı projesi’ bunlardan biri ama bu proje ile kaç kuş pardon martı vurulduğunu düşünüyorsunuz? Çünkü bir projeden birçok proje faydalanıyor... Martı projesi için deniz doldurulacak… Peki, o deniz için nereden moloz alınacak? Etraftakilerden, dağdan, ovadan! Evet, kentsel dönüşüm moloz çöpü ortaya çıkarıyor ve o molozların uzak yere dökülmesi maddi yük! Zaman ve yok pahalı bir şey! (Zaten yeteri kadar geniş caddeler yok, var olanlar ise günlük trafiğe yetmiyor.) Metro inşaatı moloz üretecek ve aynı sorun onun için de geçerli... Yenikapı miting alanı molozları nereden gelmişti? Orada moloz taşıma işi yapan firmalar kimindi? Molozları nereden getirdiler? Acaba Yenikapı miting alanın altında moloz olarak dökülen toprak kaya içinde hiç bakılmamış, yok edilmiş öğütülmüş tarihi eser var mı? Metro çalışması sırasında ortaya çıkan tarihi kalıntıların kaçı göze göründü, kaçı yok edildi? Tarihi yarım adanın altından moloz çıktı ve deniz dolduruldu! Her yapılan işin bir molozu olması kaçınılmazdır, Sulukule yıkıldı yerine lüks binalar yapıldı, orada yaşayanlar şehirden uzak yerlere gönderildi ve Sulukule artık adı olan ama kültürü olmayan bir yere dönüştürüldü. Şehir yeniden biçimlenirken molozlar arasına kültürü de katmak zorundayız. Yenikapı miting alanı deniz doldırılarak elde edilmiş bir alandır, Anadolu yakasında da Maltepe’de aynı yöntem ile oluşturuldu. Kentsel dönüşüm moloz üretti, yeni alanlar yaratıldı ama şehir içinde olması gereken alanlar ise ranta kurban gitti.

Martı projesi içinde aynı yöntem uygulanacak!

Mahmutbey’e kadar metro için zemin deşilecek, yer altından çıkanlar denize! Martı projesi için deniz dolacak! Bu projelerde kimler moloz taşıyacak? Kime rant kapısı aralanacak? O yollarda zaman ve benzin tasarrufu kim için yapılacak? Martı projesi metro inşaatı olmasıydı acaba ortaya çıkar mıydı?

Martı Projesi hayata geçtikten sonra mutlaka başka bir proje daha çıkacak, çünkü boğazı kullanan gemiler için zamanla tıpkı karayolları gibi yetersiz olacaktır. Çünkü her proje başka lojistik alanı yok ediyor…

İnsan yaşamının en önemli organı damarladır, damarlarda kan olmayınca kangren olur… Şehirlerimizde de ne yazık ki kangren olan caddeler ve sokaklar oluşmaya başladı. O sokakları ve caddeleri kullanan insanın da yaşamı kısalmakta ve refah seviyesi göreceli artarken aslında insan kendi sonunu hazırlıyor… Şehir göğe doğru yükselirken insan kendisini betonların içine gömmektedir...


İsmail Cem Özkan

4 Ağustos 2016 Perşembe

Darbe!

Darbe!

Darbecilerin hepsi öç almak ve toplumu hizaya sokmak için darbe yapar. Onların iktidarı her daim açık faşizmdir ve zulmün tavan yapmasıdır. Darbe dönemleri, katliamların ve kayıpların ülke sathında olduğu dönemi işaret eder. İnsan hakları askıya alınır, haklar ile birlikte insan da... Askıda yaşama hakkı yoktur... O yüzden kim ki darbe diyor, kim ki darbeyi savunuyor, o insan hakları mücadelesi ve insan hakkını tanımaz... Kendi doğrusuna inanmamızı ister... Tek doğru vardır, o doğruda onun doğrusudur ama kısa zamanda yanıldıkları anlaşılır, yaptıkları tüm yasalar kevgir gibi delik deşik olur... Yaşama örtüşmeyen her saçmalığı darbeciler savunur...

Başarısız da olsa 15 Temmuz’da yaşadığımız darbedir. Başarılı olsaydı bugün darbenin sonuçlarını ve nedenlerini konuşuyor olacaktık, bugün konuştuğumuz gibi. Gizli, kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklar, “ne istediler de vermedik?” sözünün altı bu yaşadığımız süreç içinde dolacak mı, yoksa eskisi gibi altı boş bir cümle olarak mı kalacak? Yani bazı ilişkiler karanlıkta ve yeni pazarlıklara örnek mi teşkil edecek? Her karanlık nokta başka karanlık noktaların oluşmasına sebep olur ve bugün OHAL nedeni olarak gösterilen ilişkiler ve hareketler ileride tekrarlama olasılığı var demek zorundayız. Her ne kadar okullar ve kışlar kapatılmış olsa da!

Askeriye mantığı içinde cezalandırma vardır. Bir top, tank her ne ise bir araç bir tatbikatta çalışmadığı zaman o alet cezalandırılır, ordu içinde cezalı olarak ve bir yerde teşhir edilir. Askere gitmiş her asker sanırım bu cezalı aletleri görmüşlerdir. Şimdi darbe sonrası bazı kurumlar cezalandırılmakta ve o kurumlarda çalışan insanları sorgulamaları ve oraya nasıl geldiklerini araştırmak yerine kurumu kapat sorun çözülsün mantığı hakim. Asker mantığını ortadan kaldıracağız diyenler askerin mantığı ile darbelere karşı önlem almaya çalışıyor ama asker mantığı ile darbeler yok edilemez, darbeleri yok edecek panzehir daha fazla demokrasi ve özgürlüktür.

İktidar gücünü elinde bulunduran her daim haklı ta ki gücünü kaybedene kadar... Gücünü kaybettikten sonra herkes haksız diyecek! O yüzden bugün ki erk sahiplerine karşı medyada ses çıkmıyorsa ondan çekindikleri ya da kaybedecekleri var olduğu içindir. Kısaca ses çıkarmayanlar erki her daim haklı gördüğü tezi yanlıştır, çünkü bugün düşman ilan edilen F. Gülen hakkında geçmişte söz söyleyen iktidardaki siyasilerin konuşmalarına bakmanız yeterlidir. Gülen’den daha fazla gülenci olmuşlar ve ona karşı yapılan en ufak eleştiriyi bile kürsü dokunulmazlığını yok sayacak şekilde kürsülere yürünmüştür.

Gülen cemaati çok güçlü ve her dediği olur imajı sürekli verilmiştir. Onlar özel koruma altında olan ayrıcalıklı insanlardı. Polis ile birlikte operasyona katılır, operasyon öncesi tutuklanacakların isimlerini kendi medyalarında dillendirirlerdi. Fuat Avni o dönemde onların medyasında çalışıyor gibi, önceden her şeyi söylüyor ve ertesi gün ya da bir kaç saat sonra o dedikleri oluyor. Peki, bu nasıl başarılmıştı? Beylik bir cümle olacak ama ben yazayım; insanların kaybetmekten korkacağı bir şeyler verin, onları kendinize kapı kulu yaparsınız... Gülen Cemaati kendisine bilgi taşıyanlara öyle şeyler vermişti ki, her türlü bilgi ve hizmet karşılıklı bir şekilde verilmiştir. O dönemin mal varlıkları bir incelenmiş olsa acaba nasıl bir hareket olmuş olabilir. Bugün tutuklu olanlar neyi kaybetmekten korktular acaba?

Sürekli tekrarlıyoruz zaman cevabını verecek ama biliyoruz ki, hayat cevap vermez, zamanın akışında olayların sadece bizim ile fotoğrafını paylaşır. O fotoğraflara bakarak ancak bizler kendimiz sübjektif bakışımız içinde cevaplar bulur ve doğru olduğuna inanırız.
Değişim çok hızlı bir şekilde olmaktadır. Seçimi kazanmış bir başbakan koltuğundan oldu, arkasından bir darbe sürecini yaşadık. Sosyal bilimlerde hiçbir olay ön hazırlığı olmadan olmaz. Birden hiçbir şey olmayacağına göre, o olayı olgunlaştıran süreç iyi analiz edilmelidir.  Ve yaşadığımız kısa zaman içinde (Arap Baharı ve sonrası Suriye) dünyayı düşmanlık duygusu değiştirmiş ve bugün yaşadığımız kaos ortamını yaratmıştır. Ve bu kaos ortamının bir ürünü olarak vazgeçilmez diye bir şey yoktur, her şey bir anda vazgeçilir olur. İnsan ilişkileri bunu kanıtlamıyor mu?

15 Temmuz günü için birçok isim önerilecek ve birisi kabul edilecektir ama bana göre ‘dünya kandırılma günü’ olsun… O gün birçok insan kandırıldığını yenilgi tam anlaşıldığında fark etmiştir... Darbe başarılı olsaydı ben dememiş miydim günü olurdu... Kandırıldık demek geçmişinin üstüne utanmazca çizgi çekmektir... 

Olağanüstü koşullarda limanlar yapılmaz, aksine var olanlar yakılır. Olağanüstü birlik yaratmaz, tersi biat etmeyenlere sopa gösterilir. Söz ile uslanmayana, sırtından sopa eksik edilmez. Sopa eksik olmaz ama sopanın olduğu yerde suçlu yaratılır ve suçların üstü örtülür. İşkence altında alınan her ifade ya eksiktir ya da yanlış.

İşkenceyi durdurun!

Duymak istediğimiz şeyler gerçeklerimizdir, yaşadıklarımız hayal kırıklıkları, trajedi ve dramlardır...

Korkak bencillik yüzünden ülke karanlıktan zifiri karanlığa doğu düşüyor...

Yaşama hakkı, savunma hakkı, ifade özgürlüğü, seyahat özgürlüğü hakkı... Hayata benzer pencereden bakanlar yan yana gelebilir ama işte ama der ve parçalı şekilde durarak cahil cüret karşısında ezilirler...

Otokrasi, teokrasiye daha yakınız, demokrasiye daha da uzak kaldık... Otokrasi ve teokrasi içinde yetişen kuşaklar demokrasiyi yaşadıkları rejim olarak görür ve algılarlar ve o yüzden demokrasi mücadelesi onlara aptalca ve uzak bir şey olarak görülür, onlar sadece liderlerin sözünü yerine getirmek ile yükümlü bireyler ve liderlerinin mutluluğu için çalışan teba olmaktan başka tercihleri olamaz...

Giden hoca, gelen başkan! İki başlı, paralel devlet bitmiştir, teokrasi rüyası görenlerden biri kazandı, öteki teokrasi getirecek mi, yoksa başka bir kulvara doğru mu evirileceğiz?

Meydanlarda insanlara idam cezası getirilsin sloganı attırıyorlar, idam cezası bu ülkede kalkmıştır ve uygulanan her idam bir cinayet olduğu bugün daha çıplak olarak görmekteyiz. Bunu bile bile öç almak için yapılan bu çağrılar aslında bir şeylerin üstünü örtme telaşından başka şey değildir. Bilenleri konuşturmadan asın gitsin! Güçlü olan kendi tarihini yazar ama mazlumun tarihi bir gün, gün yüzüne çıkar…

Denetimsiz devletlerde isyanlar ve darbeler kaçınılmazdır. Denetime açık, hesap vermeyi ve istifa etmeyi kabul eden ülkelerde isyanlar ve darbeler ancak başka ülkelerde olunduğunda kınanan bir durumdur.


İsmail Cem Özkan