Galata Gazete


26 Eylül 2018 Çarşamba

Yenildik…


Yenildik…

Yenildik ve ayağa kalkamadık, kalkmak içinde yan yana gelip konuşma yerine, birbirimizden uzak durduk, çünkü eteklerde biriken taş ağırdı ve sonucu ne olacağı belli değildi... Eteklerinde taş olanlar izleyici oldu, fırsat kollanıldı, yakalayan tam taşı atacakken süreçler ve gündem değişti… Kimse etek giymiyordu ama taş vardı eteğinde, etek giyenler ise cezaevlerinde onurlu mücadele yapmışlar, çok ağır bedeller ödemişlerdi…

Özeleştiri solun olmazsa olmazı dendi ama özeleştiri sola uğramadan yanında gelip geçti… Sol adına yapılan her iş sorgulanmadı, çünkü ölüm kalım savaşının içinde savunmadaydı… sol içi şiddet ve çatışmalar ne için başladığı ve bittiğini 12 Eylül sonrası yazılan anılardan öğrenecekti bir çok insan… Vakit yoktu ve nereye doğru savrulduğumuzu tam olarak kavrayamadan birilerin açtığı yoldan aşağıya doğru savrulduk…   

Eskiden iki solcu yan yana gelse devrim yapardı masa başında, şimdilerde ise iki solcu yan yana gelince nerede kaybettik muhabbeti var...

Masa başında yapılan sohbetler içinde sonunda ben kendimce neden ayağa kalkamadığımız konusunda bir sonuç buldum! 

Bütün sonun başlangıcı 12 Eylül ile başladı derler ama ben daha öncesine gidip bir şeyler söylerim ama bu sefer gerçekte de bir daha ayağa kalkamamızın nedenini solun (SHP ve benzeri partilerin) belediyeleri almasına bağlıyorum...

Belediyelerde içeriden dışarıya çıkmış ya da hiç girmemiş solcu olduğunu söyleyenlerin başka yardımcısı ve başkan danışmanı olması sonucunda çevresine topladığı arkadaşları ile ihale işlerine girmesi ve projelere merak salmasında buluyorum sorunun yanıtını...

Sol yenilebilir… Yenilgi doğaldır, ilk yenilgisinde değildir aslında…

Yenilgiler tarihine bakarsanız solu bulursunuz bol bol ama bu sefer ayağa kalkıp dövüşe devam edemedi. Popüler bir partinin içinde düzene muhalefetmiş gibi yaparak düzenden faydalanmaya soyundu. Sol adına girenler - belediye seçimini alması sonrasında,- uygulanmakta olan liberal politikalara uygun politik tercihin devam etmesinde sakınca görmediler. Sol, kazandıkları yerlerde değişim yapmak yerine, düzenin ihtiyacına ve zamanın ruhuna uygun işler yapmış olması yenilginin ve bir daha ayağa kalkamamanın nedenleri arasında bana göre yatmaktadır... Çünkü düzen; üzerinde ki kiri gönüllü olarak sola da bulaştırdı, sol da buna itiraz etme yerine hemen “devletin malı deniz, yemeyen domuz” felsefesine uygun kendisini konumlandırıverdi.

İhaleler, projeler… kısaca emek harcamadan elde edilen gelirler, banka kartı veya cüzdanı alıp hiç uğramadığı işyerinden maaş alanlar... Tek yaptıkları iş; arkadaşlarının üzerinden para kazanmak, onların ilişkilerinden yararlanarak kendi bacağını kurtarma telaşı ve bir an önce köşeyi dönmece... “Çocuklarının geleceği için” para kazanmak zorundaydılar, onlar için her türlü “emeksiz” ama “çok kazandırılan” işlere el attılar ve sol artık sol olmaktan çıktı.

Parayı bulan ise kendi anısını yazdırıp üzerine imzasını atıverdi...

Geçmiş uydurulurdu, çünkü parası vardı ve o para ile bir geçmiş satın alındı ya da yeniden yaratıldı...

İstenilen bir geçmiş, onurlu mücadele ve mücadele sonunda elde edilen yaralar, onur nişanıydı, o nişan her türlü ilişki içinde rakı masasında kullanıldı... Karşısında ki onun üzerinden para kazanmak adına olanaklar yarattı ve o olanaklar ile sol ikinci dövüş için ringe çıkmak yerine koltuğa oturup para kazanmayı seçti…

Ringde dövüşenler üzerinden para kazanmak...

Eğer sol yapılar devamlılığını koruyabilseydi ve yenilgiyi küçük sıyrıklar ile atlatabilmiş olsaydı (12 Mart daha ağır bir sonuç yaratmıştı, var olan radikal örgütlerin hepsinin merkez komitesi yok edilmiş, sempatizan düzeyde olanlar cezaevinde ya da dışarıda kalmıştı, onlar yok olan merkez yerine merkezi yapılar kurmuşlar ve daha fazla kitlesel bir sürecin de başlamasına sebep olacaklardı.) onlardan bağımsız ve geçmişin emeği üzerine para kazanma hırsı içinde olanlar bu kadar rahat kendilerine olanak bulamayacakları büyük olasılıkla… Çünkü her şeyin bir sahibi vardır ve geleneklerinde sahipleri, geleneklerine sahip çıkıp geçmişin özeleştirisi yeni kuracakları yapılar üzerinden olacaktı… Ama olmadı… 12 Mart sürecinde olduğu gibi lider kadrosu yok edilmemiş, canlı yakalanarak onlar toplu davaların sanıkları olacaklardı… Onların izni olmadan “sempatizan” konumuna gelmişlerin adım atması söz konusu elbette olmayacaktı, olamadı da… Piyasada iş yapanlar para kazandıkça ve kazandıkları paralar ile yeni bir çevre yaratırken, içeriden çıkanların maddi olanaksızlıkları ve ‘denizden çıkmış balık gibi’ “çaresiz” olmalarını kendi lehlerine kullandılar… Kendisinden özeleştiri isteyecek sol yapı ortada olmayınca, çürüme artık kaçınılmazdır ve geçmişin üzerine benzin döktüler... Özeleştiri isteyecek bir yapı olmadığı sürece her türlü kazanç “meşru”ydu ve sorgulanmazdı...

Sol, 12 Eylül’de yere düştü, belediyelerde işe girerek ve belediye işlerini zamanın ruhuna uygun öğrendikten sonra sol artık sol değildi, sağa kaymış zeminde, zemine uygun pozisyonlar alındı ve liberalizm adı altında projeler, sorgulanmadan emek harcanmadan gelen AB ve Amerika kaynaklı paralar ile hayat daha bir anlam kazandırıldı.

Yazlıklar alındı, yazlıklarda dostlar ağırlandı, rakılar içilirken ölenler anıldı, sağ kalanlar ve parası olanlar ile konuşuldu, parası olmayanlar ise akla bile gelmedi... Geldiği zamanda “kimdi, nerede tanışmıştık” diyerek uzun uzun hatırlanmaya çalışıldı... Hayat rotasını çizmişti, zaman böyle olmasını istiyordu, yeni paradigmaya uygun olarak “çürüyenler” istenileni yaptı...

Zamanın ruhu “üretme” dedi, “tüket!”

Solcu da tüketti geçmişini de, bugünü de...

Para hırsı içinde her şeye saldıranlar ve arkadaşlarının üzerinden para kazananlar “her şeyi çocukları okusun ve kariyer sahibi olsun” diye yaptı... Onların çektiklerini yeter ki “çocukları çekmesin, yaşamasın bir daha yaşadıkları acıları”…

Para bir çok kapıyı açıyordu, hatta gençliklerinde düşünemedikleri bir çok şeyin de sahibi olmuşlardı. Geçmişte “lider” konumda olanların ihtiyacını karşılıyor ve onların sorunlarına hemen çare bulur konuma dahi gelmişlerdi… Liderlerin ihtiyacı karşılanırken onların üzerinden çevrelerine “bakın ben önemli biriyim” imajını da sessizce vermiş oluyorlardı.  Para ve liberalizm önlerine isteyemedikleri kapıları bile açmıştı, olmaz diye düşünülen her şey olur konumuna gelmişti…

Eski arkadaşlarını kendi işlerine bulaştırmıyordu ve yeni bir çevrenin yaratmış olduğu ilişkiler içinde çocuğunu istediği gibi yetiştiriyor ve soldan uzak tutuyordu… Çünkü o yeteri kadar acı çekmişti ve sol; “acı çekmek, dayak yemek ve her türlü hakarete maruz kalmak” demekti…

Demokrasi, özgürlük, askeri vesayet ile yüzleşmek…

Her cümle ve kelimenin altı yeniden dolduruluyordu…

Sol, binlerde bir ile ifade edilen konuma kadar küçülmüştü... Devletin yeni sahipleri ise solu devlet içinde söküp atmış ve bilgiden uzaklaştırmıştır…

Bilgi olmadan gündem belirlenemez…

Eksik bilgi ile yapılan her ön varsayımlar sürekli boşa düşmesi tesadüfi değildir, çünkü verilen bilgi yanıltıcı ve sizi yönlendirir… Verilen bilgiler üzerinden siyaset yapanlar ve siyaseti ve gündemi takip edenler sürekli kaybetmeye ve daha da küçülmeye doğru gittiler, çünkü çevrelerinde olması gerekenler onlardan artık bir şey öğrenemiyor ve sürekli geçmişe duyulan özlemde çekiciliğini zaman içinde ortadan kaldırıyordu.

Aynı içerikte kaç kitap yayınlanmıştı, artık okuyan var mıydı, çünkü yeni yetişen kuşak okumadan da uzaklaştırılmıştı… Ellerine verilen teknoloji ile yaratılan gerçeklik içinde yaşamaya teşvik ediliyordu… Teşvik başarıya ulaştı…

Solun elinden kuşaklarda alınmıştır, onlara yabancılaşmıştır…

Biz nerede gerçekten hata yapmıştık?

İsmail Cem Özkan

9 Eylül 2018 Pazar

Göçmenler…


Göçmenler…

Göçmenler geldikleri ülkeye göre nasıl algılandığı aslında hepimiz biliyoruz ama tekrarlamakta yarar var sanırım;

Göçmenler anavatanlarına göre para gönderen ve sağılması gereken birer saf yatırımcı…

Göçmenlerin lobi olarak kullanılan bir nüfus harekatı ve var oldukları ülkede ki demokrasinin izin verdiği gösteri yapma hakkını kullanarak ülkelerini cennet olarak gösteren eylemlere katılmaları… Lobicilik sorunların görmezden gelmek ve sorunların üzerini ülkelerinin lehine örtmeleridir…

Göçmenler ülkeleri için pozitif anlamda katkı olarak görülürken, ekonomik krize düşen ya da siyasi krizden kurtulmak için yurtdışında birikmiş sermayenin kendi lehlerine kullanımı amaçlı da kullanılmaktadır… İç siyasete sağ güçlerin daha fazla kullanıldığı potansiyel sermaye ve oy anlamına da gelmektedir. Göçmen bulunduğu ülkede kendi çıkarına uygun siyasi hareketleri desteklerken, kendi ülkesi içinde sağ siyaseti ve daha tutucu muhafazakar siyasetin potansiyel seçmeni olabilmektedir… Elbette sol siyaset içinde sağ seçmen yanında küçük katkısı göz ardı etmemek gereklidir… Ulusal çıkarlar ve ulusalcı bakış açısı içinde taraf olabilmekteler…

Göçmeler kaba anlamda geldikleri ülkeye gönülden bağımlı ama vücutları para kazandıkları ülkede olanlardır… para kazandıkları ülkede yaşadıklarını görmezden gelip, anavatanları için sözde çalışırken o zorluklar neticesinde daha rahat ve toplumdan kopmuş yaşamı tercih etmekteler. Daha fazla hemşehrilik ve aynı duygu içinde olanlar daha fazla ilişki içinde yaşamaktalar… Göçmenler “getto” yaşamın içinde kendi tercihleri dışında yaşamaya çalışmaktalar…

Göçmenler kendi tercihleri dışında dayatılan yaşam içinde olmalarına rağmen aslında hangi yaşamın kendilerine dayatıldığın da pek farkında değillerdir, onlar anlık sorunu çözmek ya da kriz koşulu içinde yaşamaya çalışmaktalar. Daha fazla iç dayanışma ile ayakta kalmaya ve daha fazla para kazanmak için her türlü şartı zorladıkları gözükmektedir…

Göçmen bir arada yaşamaya zorlanmış, içinde bulunduğu toplumun genelinden dışlanmış küçük alanlarda kendine uygun bir yaşam kurmuş olandır… İşten eve, evden işe tek düzeliğinden çıkmış, işsiz ve eğitimin kendilerine uygun kadarı almış, projeler üreten ve projeler içinde yaşamaya zorlanan bir işsizler ve niteliksizler topluluğu konumuna gelmiş bir bölümü… Göçmen olmadan önceki yaşamları her ne kadar “gastarbeiter” (misafir işçi) konunda olsalar da artık “gast “denilecek konumdan çıkmış durumda olmalarına rağmen “gast” oldukları dönemden gelen tercihler hala varlığını ülke siyaseti içinde yerini korumaya devam etmektedir… bulundukları ülkeler onları “entegrasyon” adı altında geliştirebildikleri tek siyaset ve çözüm asimilasyondur… Asimilasyon olmayanlar ile yaşanan sorunlar bugün görünür olmuştur, çünkü asimilasyon isteyenler aslında asimile bile etmek istemediklerini yaşanan süreçten daha iyi anlıyoruz…

Peki, göçmenler kendileri üzerine geliştirilen politikalar karşısında söz sahibi midirler?

Fikrileri belki soruyormuş gibi yapılmış olması, hatta meclisler kurulmuş olması, meclislerde görev yapılacaklar seçim ile seçilmiş olsalar dahi etkili olamadıkları ve genel göçmen politikası içinde bulundukları ülkenin çıkarların yönünde biçimlenmiştir…

Kendi üzerilerinden gelişen bir düşmanlık ve nefret söylemi karşısında göçmenler ne yapmaktadır?

Onlarda Yahudiler gibi ikinci dünya koşulları içinde bir gün evlerinden gelinip alınmayı ve kapılarının önünde bir metala yazan isim olmayı mı bekliyorlar?

Göçmenlerin ülke içinde gelişen göçmen düşmanlığı karşısında gerçekten yapabilecekleri bir şeyleri var mı?

Sınıf mücadelesi yapması gereken partiler artık göçmen karşıtı veya dostu siyaset yapmaya başladılar, peki bu siyasetler nefret söylemlerini artırıyor mu, yoksa popülist sağın oylarını düşürüyor mu?

Görebildiğim kadarı ile göçmen dostu söylemlerin ve sokak eylemlerin sağın yükselişine her hangi bir engel olmadığı gibi sanki her gösteri sonrası biraz daha göçmen düşmanı bir bakış açısı toplum içinde hakim oluyor…

Ortada garip bir durum söz konusu değil mi?

Son yıllarda genelde almanya merkezli ölüm ya da yaralama ile sonuçlanan olaylar daha mı görünür kılınıyor?

Burada tercihi kimler yapmaktadır?

Ülkemiz iç siyaseti ile uğraşmaktan veya ülkemize gelip kur farkından dolayı daha lüks tatil olanağına kavuşması dışında göçmenler kendilerine sahip çıkabiliyorlar mı? Örneğin işyerlerinde göçmen oldukları için aşağılanmaları ya da daha kirli işlerde çalışmaya zorlanmaları gündeme geliyor mu?

Uzun süreli işsiz kalanların iş dünyasına kazandırmak tehdidi ile sağcıların yoğun yaşadığı yerlerde işe gönderilmeye çalışılması ve sonrasında uğradıkları hakaretler ve can güvenliği sorunları gündeme geliyor mu?

Göçmenler, göçmenler ile birlikte yaşamaya ve göçmenlerin oluşturduğu bir etnik pazar içinde bulunmalarına zorlanmaları gündem içinde konuşuluyor mu?

Pozitif ayrımcılık yerine negatif ayrımcılık içinde olanların daha da yalnızlaşması ve daha fazla geldikleri ülkeler üzerine konuşmaları ve oradan kopmaları ne anlama geliyor?

Kısaca göçmenler birer kurban konumuna gelirken neden kurban olmadıklarını gündeme taşıyamıyorlar?

Kur farkından kaynaklanan yaşam kalitesi ve algısı ile oynamak aslında sorunların üzerini örtmekten başka işlevi yok, sosyal yardımlar ile ülkemizde yaşamaya çalışanların durumları ya da kara para ile lüks yaşamaları karşısında özellikle son günlerde Alman hükümetinin ve eyaletlerin gündemine gelmektedir...

Göçmenlere karşı yapılan operasyonlar göçmenlerin gözü ile ne anlama gelmektedir?

Kısaca sorunlarını görmezden gelinenler neden sorunları yokmuş gibi yaşamaya devam ederler? Küçük başarılarını abartarak anlatmaları, paraları karşılığından hayallerini satın almalarını bir türlü anlam veremiyorum... Aslında fakir ama zengin rolünü yapan donanımsız, dışlanmışlar her konuşmalarını nokta koyarak yapamaya devam ederler...

Yurtdışında yaşayan dostlarımın paylaşımlarını, tatillerini görüyorum bir de gündemlerine bakıyorum, orada vücutları dışında yaşamıyorlar sanki...

Göçmenler yarattıkları gerçekleri gerçek sanıyorlar ve o sandıkları gerçeklerin ideal bakışı içinde kendilerine rota çiziyorlar… Bir “kiosk” içinde hayata bakan göçmen habersiz gelen bir faşistin namlusuna hedef olabilmektedir. O faşistin ise devletin içinden yetişme ve yönlendirme olduğu ise yaşanan bir mahkeme sürecinde öğreniyoruz. Halk ve toplum bu yaşanan davada gerçek ile yüzleştiler mi?

Faşizm ile gerçek anlamda yüzleşemeyen toplumlarda göçmen düşmanlığı artmaya ve nefret söylemleri beslenmeye devam etmektedir…

İsmail Cem Özkan