Efsane Kadın
Salon henüz kararmadı, tüm seyircilerin ve geç gelenlerin
koltuklarına oturmasını bekliyoruz. Anons birazdan
gelecek… Bekliyorum sahneye bakıyorum. Sahnede bir koltuk, üç perde
var. Büyük bir perde ortada. Yan yana konulmuş üç perde… Sahne çok sade…
Bekliyoruz…
Salon karadı ve cep telefonların kapatılması uyarısı ile
birlikte oyun başladı… Perdeye ışık arkadan vurdu önce, sonra büyük perdenin
ortasına doğru bir ışık demedi, gazinolarda sanatçıyı takip eden bir ışık
projektörden çıkmış salonun da karanlığını yok ediyordu. Dijital bir ses salonu
doldurdu. Dijital ses bir tiyatroda beni oyunun dışına itekleyen ilk unsurdur,
çünkü doğal ve sahneden gelen bir ses sahneye doğru dikkatimi yoğunlaştırırken
dijital ses sağda solda ve salonun değişik yerlerine konumlanmış hoparlörden
ses gelmektedir. Bu seslerin arasında acaba diyorum oyuncu
‘playback’ mi yapıyor, yoksa canlı mı, çünkü sesi dinliyorum ayrım yapamıyorum…
Oyuna ve oyuncuya yabancılaştıran bir unsurdur benim için…
80'li ve 90'lı yılların “Kızıl Bomba” olarak tanınan sahne
ve sinema yıldızı Efsane Pars. Yıllar sonra onun hayatının bir kesitini
tek kişilik bir oyun ile yeniden hayatımıza girmiş. o yıllara doğru yolculuğa
çıkacağımızı düşündüm. Dönemin kırılgan sürecinde sanatçının toplumsal değişime
uygun olarak psikolojik olarak değişimini, toplumsal değişimin birey üzerine
yansıması, sahnelerden, sinemaya, sinemadan dibe düşüşü ve yeninden yükselişini
anlatan bir dönemin anatomisi izleyeceğim ön yargısı oluştu bende, çünkü oyuna
gelmeden önce oyun hakkında hiçbir şey okumamıştım, o yüzden ön yargısız oyuna
adımımı atmıştım. Bir odada sevgilisinin silahı ile vurulan bir sanatçının
trajedisi ve hesaplaşmasını izleme ön yargısı baştan bize verildi. Arabesk ve
sinemanın gazinoya, gazinodan arabeske geçişin ve seyirciyi elinde tutmaya özen
gösteren ve sanatçıyı pazarlayan menajerlerin dünyası. Maksim Gazinosu patronu
ile anılır, onun elinden tutuğu sanatçılar ve star altında çıkanlar gibi... Bir
çok anıyı yıllar içinde okuya okuya bir ön yargım vardı… Sahnede yaşananları
izlemek isterken kendimi henüz oyunun içinde bulamadan geçmişin hesaplaşması
içinde buldum. Bugün ki siyasi atmosferin yaratıldığı ve ilk adımların atıldığı
bir dönemin kırılmanın yeniden yapılandığı sürecin içinde sanatçıların
yaşadıkları, acıları, umutları, hayal kırıklıkları… Bir de intihar gibi bir
konuda gündeme gelmiş birinin psikolojik çözümlenmesi önemlidir. Neden birine
tutkundur, sadece aşk kadını veya sevgiye aç olduğu için değildir, elbette
bunun başka nedenleri geçmişinde yatmaktadır… Taciz, tecavüz, öfke, hayal
kırıklıkları, öykünme… Hepsinin iç içe geçmiş halinin kara mizahı…
Bir dönemin iyi analiz edilmesi gerekli ama sipariş üzerine
yazıldığında, hedef bir isim üzerinden seyirci toplama olunca, seyircinin öncelikle
belirlenmesi gereklidir. Kimse seslenecektir? Potansiyel seyirci ve yaş aralığı
belirlendiğinde ona göre bir dil ve sahne tasarlanması gereklidir. Sahne sadece
ekran ile mi olmalıydı, çünkü otel odası, yolda, sahnede, uçakta… Dağınıklık,
yıkılmışlık, hayal kırıklığını en iyi vurgulayacak dekor, ışık…
Orta perdeye yansıyan görüntüler üzerine çok çalışılmış,
‘dekupe’ edilmiş dudaklar, saz sanatçıları, hareketleri üzerine uzun uzun
çalışılmış olduğunu görüyoruz. Konunun akışına uygun gelen görüntüler. Örneğin
uçaktan inişi ve selamlama, animasyon kullanımını çok başarılı buldum… Elbette
özel tiyatroların yerleşik sahnesi olmadığından sahnenin taşınması ve gezici
olması da sahnenin düzenlenmesi ve en tasarruflu taşınacaklardan oluşması
önemlidir… O yüzden özel tiyatroların sahneleri en yalın ve en soyut olandan
seçilmesi tesadüfi değildir… Her bir maliyet önemlidir, çünkü oyuncu ve tiyatro
sahibi bütün emekçilerin alacağı parayı önceden bilmektedir, ona göre de
seyirciyi oyuna çekmek ile yükümlüdür. Özel tiyatrolar özellikle popüler olmuş
ve halen ekranlarda ve magazin haberlerinde görünür olan sanatçılardan oyuncu
seçmeye çalışır. Bir popüler sanatçı oyunun seyircisini ve maliyetini
karşılayacak ekonomik girdiyi sağladığı önceden hesaplanır ve ona göre sahneler
kiralanır. Sahnelerin büyüklüğü seyirciyi çekeceği kadar olmak zorundadır,
büyük salonun yarısı boş oyun oynamak o oyunun kısa sürede salonlardan
uzaklaşması anlamına gelir, çünkü salonların kiraları da büyüklüğe göre
değişmektedir.
Derya Alabora önemli bir sanatçıdır ve kendisinin özellikle
istediği bir sanatçıyı sahneye taşımıştır. Sahnede alaturka, fantezi müzik
olarak adlandırılan şarkı söylemektedir. Şarkıların arasında seyirci ile
iletişime geçmekte ve onlar ile kısa da olsa sohbet etmektedir. Oyuna seyirciyi
çekmektedir, bu sayede mikrofondan çıkan sesin canlı olduğunu anlıyoruz.
Efsane Pars, aşık olduğu her erkeğe birikimlerini kaptırmış
ama kaptırdığı erkek hakkında da kötü konuşmayandır. Saf ve temiz bir yanı
vardır ama o şöhret basamaklarından, kendi ifadesine göre “ara verdiği”
sürecine kadar yaşadıklarından da ders çıkarmayan biridir. Hep umut ile
bakmaktadır yarına, hayat akıyor ve akan sadece hayat mı? O her daim “Efsane is
back” düşüncesindedir. Ve bir uçak kazası sonrası dönüşünü sağlamış…
Oyunun seyirci üzerine etkisine dokunmak istersem eğer,
öykünün işleyişinden kaynaklanan bir akışta ve bugünün insanı yakalamada bir
sorun var gibi geldi bana, ışık, müzik olayı bir anlamda sarmalamış ama öyküde
ve öykülerin içinde geçişlerde bir aksaklık var gibi geldi bana… Şapkanın
değişimi, ekrana yansıyan ışıkların değişimi konunun değişimini seyirciye
fısıldamasına rağmen bir kopukluk ve şarkıların çok uzun olması ki ben bundan
şikayetçi değilim, çünkü söyleyen büyük bir oyuncu olunca keyif ile dinledim ve
alkışladım… Ama olayın kendisi tiyatro olunca beklenti başka bir açıya
yöneliyor ister istemez…
Derya Alabora birikimli bir oyuncu olduğunu sahnede bir kere
daha gösteriyor, fakat onun bu birikimi öykünün işleyişinde ve öykünün
zayıflığından kaynaklanan aksamaları ne yazık ki ortadan kaldıramamış… Belki de
mikrofonun da bir etkisi olabilir, ama ne yazık ki ben oyunun içinde olamadım,
yanımda cep telefonu ile mesajların ve yazışanların ışığının da etkisi olabilir
biraz uzaklaştım. Elbette zaman içinde her oyun oturur, aksaklıklar elbette
başlangıçta olabilir, zaman içinde izlendikçe, sahnede oynandıkça aksaklıklar
ortadan kalkacaktır…
Tek kişilik oyunlarda bir denge vardır genelde, mizah ve
dram konusunda. Ben o dengenin ve zamanlamasının tam oturmadığını düşündüm
yazımı bitirirken… Öykü dışında bir bütün baktığımızda ve en azından Derya
Alabora sahnede keyif ile ve müziğin ruhuna uygun şarkı söylerken izlemek için
bile olsa bu oyuna gidilir… Kostümü, ışığı bir efsaneye uygun seçilmiş ve
düşünülmüş…
İsmail Cem Özkan
Efsane Kadın
Yazan: Ali Kemal Güven
Yöneten: Naz Erayda
Oynayan: Derya Alabora
Dekor ve Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Müzik Direktörü: Cumhur Bakışkan
Kostüm ve Aksesuar Tasarım: Ubeyd Bayraktar, Cansu Tabak
Yönetmen Yardımcıları: Hande Selen Canar, Gizem Ertürk