Homojenlikten çok kültürlülüğe geçemedik!
Ulus devleti her şeyi homojenleştirmek istedi, ülkede ne Alevi
vardı ne de Kürt!. Ulus devletinde her kişi mutlaka Müslüman (Sünni) ve Türk
olmak zorundaydı, olmayanı ya asimilasyon ile yola getirilecekti ya da güvelik
güçleri ile..
Ulus devleti hakim milleti dışındakilerin ana dilde konuşmaları
yasaktı, bu topraklarda her doğan Türk ve Sünni Müslüman’dı... Bir de
uluslararası anlaşmalar ile azınlıkların hakları vardı, onların hakları da kata
külle ile zaman içinde budanmış, budanmayacak gibi olanlarda olaylar bahane
edilerek gözleri korkutulmuş, olmadık negatif ayrıcalıklar yapılarak ülke
dışına “gönüllü” olarak gitmeleri teşvik edilmiştir. Tarihimizin karanlık
noktaları uluslaşma sürecinde bir çok olay mevcuttur, yaşanmıştır ama
yaşayanlar haricinde genel bir bilinirliliği yoktur. Devletin çıkarı bazı
bilgileri kamuya mal etmez, yaşanır ve yok sayılır…
Bir darbe ile ulus devleti liberalizm rüzgarı ağır ağır
yontu, tıpkı peribacaların oluşumu gibi… rüzgar ulus devletinin yapılarını
özelleştirme adı altında budarken, gümrük duvarlarının yıkılması ile eskiden
ulusal sermayeyi koruyan ne varsa ağır ağır acele edilmeden yok edildi… Ulus devleti sonuç itibarı ile liberalizm
karşısında direnemedi ve yıkıldı.
Ulus devleti yıkıldı ama yerine yeni bir devlet sistemi
yerleştirilemedi. Ortada bir boşluk oldu, çünkü küreselleşmeyi teşvik
ederlerken küreselleşmenin en önemli saç ayağı olan hukuk sistemi
yaratılamamıştı, çünkü şirketler küreselleşme rüzgarı ile ulus devletlerin
birikimlerini yağmalıyorlardı. Hukuk pratik ihtiyaca göre doğacak bir şeydi,
çünkü hukukun varlık sebebi sermayeyi korumak ve geliştirmektir. Devlet
mekanizması altında sınıf çatışmasını sermaye lehine sonlandırmaktır…
liberalizmin ilk yaptığı iş, sınıf mücadelesinde kazanım elde eden işçi
sınıfının tüm kazanılmış haklarını elden almak ve işçi sınıfının en örgütlü
oldukları kamu iştiraklerin özelleştirilmesi ile işletmelerde ki örgütlü
işçilerin kapı önüne konulması ya da örgütsüz bırakılası süreciydi… başardılar
da, işçi sınıfının yüz karaları işbirlikçi siyasiler ve sendika ağaları
aracılığı ile… Küreselleşme istenildiği
gibi gitmedi ama ulus devleti yıkılmış oldu. Liberalizm tarihinde olmadığı
kadar güç elinde bulundurmuş ama iyi yönetmemişti… Krizi yönetemeyen ve kurumsallaşamayan
liberalist düşünce yerine popüler siyasetçilerin macera dolu politikaları
alıyordu. Küresel anlamda başka bir rüzgarın etkisi ile tarihin en karanlık ve
en belirsiz süreci içinde karanlık bulutların altında insanlık yol alıyordu…
sınıfsal bakış açısı tehlikeliydi ve cinsiyetçi bakış açısı toplumsal olayların
yorumunda kullanılır kılındı…
Liberalizm ilk iktidar döneminde “geçmiş ile yüzleşelim”
çağrısında bulundu ve ulus devletin baskısı altında kendisini ifade edemeyenler
arasında muhteşem bir karşılık buldu, çünkü ilk defa o güne kadar yaşadıkları
görünür kılınacak ve belki de pozitif ayrımcılık elde edeceklerdi… ütopya
beklide gerçek olacaktı ama kuantum teorisinde olduğu gibi önceden tahmin
edilmeyen hareketler ile karşı karşıya kalınacaktı… yüzleşme yerini hesap
sormaya ve daha sonra ayrımcılığın bölücülük boyutuna taşınmasına kadar gidecekti,
toplumlar atomize edilecek ve yeni ulus devletçikler ortaya çıkacaktı… Üstelik ayrışma
iç savaşın boyutunu soykırım düzeyine çıkacak şekilde olacaktı…
Ülkemiz öznelinde ise ulus devletinin alışkanlıkları
yıkılırken eskinin yerine gelenler de bu sefer olaylara ve geçmişe daha farklı
yaklaştı, “yüzleşelim” dediler. İlk yaptıkları icraatları sözde oldu. Söze önce
Kürtleri ve Alevileri tanıyalım diye başladılar.
O güne kadar devlet içinde yer alan Alevi ve Kürt kimliğini
ortaya çıkaranları diğerlerinden ayırma yoluna gittiler. Ulus devleti
birleştiriciydi yani ‘homojenleştirmek’ için yok sayarken, yerine gelenler ise ‘ötekileştirdi’.
Yeni söylemde Kürtler ve Aleviler var ama devletin işleyişinde yerleri yoktur,
çünkü ihtiyaç duyulduğunda tek bayrak altında yaşayan herkes çoğunluk haklarına
uymak ve biat etmek zorundaydı.
Ret etmiyorlardı ama devlet içine de almıyorlardı...
Bir anlamda bölücülüğü devlet eli ile yapıyorlardı, geçmişte
(ulus devleti olduğu zamanlar) bölücü kabul edilenler ulus devlete karşı
olanlardı... Yani kendi ulusal hakkı için mücadele edenler, klasik söylem ile “ulusların
kendi kaderini tayın etme hakkı”, ki bu hak ülkemizde hiç bir zaman olmadı,
çünkü ülkemiz tek bayrak altında, tek millet, tek din olan bir yerdi!..
Ulusal devlet yıkıldı, yerine bir devlet modeli hayata
geçmedi, küreselleşme dediler, küreselleşme bizde ki karşılığı küresel
firmaların montaj sanayisi olduk, onların markalarını tüketen, kendi
markalarımızı küçümseyen olduk, o kadar küçümsedik ki hepsini küresel
firmaların çıkarlarına uygun şekilde özelleştirdik, kapatırdık! Çünkü küreselleşme
“tüketme çılgınlığından” başka şey olarak algılanmadı ülkemizde. Özelleştirme
adı altında yapılan ihalelerde ihale yapan sakal parasını aldı, mutlu oldu
sadece. “İşin fıtratında var” diyerek siyasiler zengin oldu, işçiler işini
kaybetti, muhtaç oldu. Fakirleşenler el açar konumunda olunca eline para vereni
efendisi kabul etti, eller öpüldü.
Sınıfsal bakış yerini cinsiyetçi bakış açısı ülkemizde
yerleştirildi.
Cinsiyetçi bakış Ortadoğu ülkesi olmamıza karar verildiğinde
empoze edilmişti. O güne kadar aklımıza gelmeyen “feminizm” birden popüler
oldu, daha sonra kadınların başörtüsü doğal bir mücadele alanı oldu, çünkü
cinsiyetçi bakış açısı kadını erkekten ayırıp, kadın hakları için edilmesi gereken
mücadele alanını kadınların erkeklere biat ettiği alana evirildi... Elbette
buna karşın küçük bir kesim hala eşitlik mücadelesi yapmaya devam ediyor,
üstelik sokakları en iyi kullanan kesim olarak yollarına devam ediyorlar. Başı
bağlı olmayanlar “mahalle baskısı” ile zaman içinde başlarını bağlayarak “efendim
erkek” dedi. O güne kadar sınıfsal bakış içinde yan yana olan kadın erkek daha
da ayrıştırıldı... Gerçi geleneksel bakış açısı içinde kadın ve erkek eşit
hakları olan insanlar olarak kabul edilmediler, sınıf mücadelesi içinde dahi bu
geçerliydi… Hiçbir sendika başkanı kadın değildi… devrimci yapılar da sözde eşitlik vurgusu
vardı ama pratikte genelde yoktu… Elbette kadın ve erkek sadece kitlesel
katliamda ayrımı yapılmadı, erkek de kadında bölücü ve anarşist olarak
damgalandı ve ölüm onlara hak görüldü...
Ulus devleti henüz tüm kurumları ile ülkemizde yaşam alanı
bulamadan yerini “küreselleşme” adı altında ‘liberalizmin’ batağında buldu...
Liberalizm rüzgarı ile iktidara gelenler ülkeyi böldü,
ötekiler ve yandaşlar diye... “Yandaşlar ne istedilerse verdiler” … Zaman
içinde iktidarın nimetleri iktidar mücadelesini ortaya çıkardı ve yandaşlar
arasında ki iktidar kavgası darbe senaryosunu ortaya çıkardı. Sonuçta iktidar
kendisini olması gerekenden daha fazla yetkili ve güç içinde buldu...
Kürt ve Alevi açılımların yerini ret et ve yok et mantığı
aldı, çünkü çıkarlar “yüzleşmeyi” değil, “yeniden tarih yazmak” ihtiyaç olarak
ortaya çıktı.
Tarih güçlünün çıkarına göre yeniden yazıldı, dini bayramlar
ile ulusla bayramlarda bile bölücülük ortaya çıktı. Dini bayramlarda ulaşım
bedava olurken ulusal bayramlarda ulaşım paralı olmaya devam etti. Din vurgusu
olan yerde yeni dini günler icat edildi, yeni bayramlarda asimilasyon vurgusu
daha da önem kazandı, bu sayede Alevi ve Kürtler ümmet adı altında
homojenleştirilmek istendi, çünkü iktidarda olanlar liberalizm bilmeden liberalizm
savunurken “geçmiş alışkanlıklarından” kurtulamadılar...
Ulus devleti yıkıldı, yerini şirket kafası taşıyan ama
geçmiş alışkanlıklarından da kurtulamayan taşeronların aldığı yeni bir geçici
düzen kuruldu ama geçici olması gerekenler zamanı uzattıkça kendilerinin kalıcı
olduğu hayallerine kapıldılar ama çakma liberalizm elbette liberal dünyada
sırttı… Ülkemiz ne yazık ki Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından "Avrupa'nın
en yozlaşmış ülkelerinden biri" olarak nitelendi…
Ulus devleti homojen bir toplum kurma ütopyası içinde
kendisini örgütledi, o yıkıldı, yerine gelenler ümmet adı altında toplum hayal
ettiler ama başaramadılar, ama var olan çok kültürlü bir yapıyı görünür
kıldılar. Çok kültürlü topluma uygun ve azınlık haklarını koruyan yasları
oluşturmadılar, çünkü onların bir tek sorunları vardı kendi yandaşlarının ve
“çoğunluk” çıkarlarıydı… o yüzden pozitif ayrımcılık “azınlıklara” göre değil,
“çoğunluğa” göre yapıldı… O da demokrasiyi ortaya çıkarmadı, çünkü çoğunluk
haklarının pozitif ayrımcık yapılan yerde ötekileştirme ve baskı araçları
kaçınılmaz olur… Kısaca otokrasi devlet yapısı demokrasi gibi sunulur…
İsmail Cem Özkan