Galata Gazete


31 Ekim 2019 Perşembe

Pera Müzikali


Pera Müzikali

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alacaktır, sefer düzenlemiştir. Pera bölgesi ise Cenevizlilerin elindedir. Orada çok kültürlü bir yapı vardır, ticaretin merkezidir, aynı zamanda eğlence. Yorgo’nun meyhanesi merkez alınarak galata kulesi gölgesinde Pera’nın değişimi fatih’ten günümüze kadar süreci müzikalde ele alınır. 

Yorgo hem tarihin geçişine uygun olarak meyhanesinde geçen olayların merkezindedir, hem de bulutların üzerinde olan tarihin sesinin yeryüzünde ki yansımasıdır. Balkondan izleyen kırmızı kıyafetler içinde İstanbul. Güzel bir kadındır ve uygun zamanlarda yeryüzüne iner ve işleri karıştırır…


Öykünün kurgusu her izleyicinin anlayacağı ve mizahi unsurların içinde karikatür ve çizgi romanların yarattığı bir gerçeklik içinde tarihin akışı da vardır. Bir zamanlar Gırgır dergisinin mizah dergisinin mizahi öyküleri tadı vardır… Pera Müzikali aynı zamanda usta sinema ve tiyatro sanatçıları yanında sahnede sesleri ile var olmuş sanatçılara da selam göndermek için bir fırsata dönüşmüştür… Usta oyuncular sahneye kendi özgün düşünceleri ile seyirciyi selamlarken, oyunun bütünlüğü içinde tarihte olmaları gereken yerde kendilerine yer bulmuşlardır.

Yorgo rolünde Barış Taşkın’ı görmekteyiz. Oyunun başlangıcından sonuna kadar oyunun akışı, zamanı, mekan kullanımı kısaca müzikalin tüm yükü omuzlarındadır ve o yükü çok hafifmiş gibi rahatlıkla oyunun son alkışına kadar taşıdı. Sahnede onlarca oyuncu bir biri ile uyumlu, sahneye giriş ve çıkışları çok iyi çalışılmış, provalarda bırakılan alın terinin karşılığını alındığını gördük. Kahkahası bol, alkış hiç eksik olmayan müzikalin öykü dokusu biraz daha üzerinde çalışılması gerektiğini fısıldıyor. Geçmişte kalmış ama bugüne taşınan, fakat bugünün yaşanan sorunlarına daha incelikli mizahi unsurların dokunuşlarını arıyoruz. Elbette İmamoğlu’na yapılan gönderme eğer Yorgo açıklamamış olsa sahneden geçen biri olarak algılanacak ve hiç iz bırakmayacaktır.

Müzik tarihimizi de sahnede gördük, yaşadık. Birbirinden usta yorumcular ve bestekarların eserleri hayat bulurken her birimiz yerimizden ister istemez alkışlarımız ile katılırken bazı parçalarda sahnede ki sese ses olduğumuzu gördük… Tarih sadece padişahların dönemi olmadığını, müzikalde ise Yorgo’nun meyhanesinin tarihi olmadığını aynı zaman içinde birbirine paralel başka tarihi ve sanat kolonunda tarihi olduğunu görüyoruz. Müziğin tarihi Yorgo meyhanesinde aşk ve sevginin tarihi kadar ilgi çekicidir…

Seyirciler arasında Metin Akpınar’ı görünce ister istemez onların müzikallerin video görüntüleri geldi gözümün önüne. Onun döneminde yapılan mizahi ve siyasi göndermelerin ne kadar uzun uzun inceden inceye çalışıldığını düşündüm. İçinde olduğumuz TİM Center içinde ki müzikalin öykü kurgusunun da o kadar inceden inceye uzun uzadıya üzerinde çalışılmış olsaydı dileğimi kendi kendime fısıldadığımı gördüm… bugüne yönelik ince espriler ulus devletin içinde yetişmiş ve geçmişin duyarlılıkları içinde bugüne bakıldığını gördüm. Bir yunan gencinin yere fırlatılması ve onun zavallı gibi gösterilmesi bana kibrin başka bir dışa vurumu olarak geldi. Atatürk’ün büyüklüğünü anlatmak için başka bir yol varken ona söz söyletmem diyerek Türk milliyetçisinin kaba tavrı olmaması gereklidir. o sahne içinde bizim tarihimizin ve müzikal içinde de söz geçen 6–7 Eylül olaylarını bir anlamda haklı göstermiş olduğunu düşündüm… hepimiz biliyoruz ki Müjdat Gezen bu konuda o olayları kınadığını müzikal yapı içinde ki kurgusundan anlıyoruz. Çok kültürlü Galata/Pera bölgesinin çok kültürlülüğü, Ermenice, Rumca (Yunanca) konuşmaların yanında Yahudi halk dansı ile birlikte modern Amerikan dansının da yer almasından ülkemizin karanlık yüzü olan ve hala yüzleşilmemiş olaylara bakış açısını görebiliyoruz…

Bir İtalyan dünya şampiyonu güreşçinin bir Türk güreşçiye yenilmesi de bana garip geldi, müzikalin ruhuna uygun gelmediğini bir anlamda cumhuriyet mitinglerini anımsatan slogan atmak gibi geldi bana… Türk ırkını yücelten ve Osmanlının unuttuğu Türk kavramının vurgusu yanında günümüzde ve Cumhuriyet Bayramında yaşanan bir ruhun sahnede bulması bana müzikalin mesajını zayıflattığını hissettirdi. Muhalefet olmak için ulusal kanalarda yapılan masa başı sohbetin dışında sanatın ve kara mizahin o güzel dili içinde başka söylemler içinde olabilirdi. Elbette her oyun ve sahne sanatı kendi seyircisine seslenmek ve kendi seyircisinin duymak istediğini söyleyen oyun koymak isteyebilir, fakat işin sanatsal boyutundan ve geleceğe bırakılan bir imza olduğunda ister istemez göze batan şeyler yerine gözü okşayan ve oyun sonunda akılda soru bırakan ve sorgulayan seyirci bırakmasıdır…  Toplumcu gerçekçi tiyatro özlemim ne yazık ki bu müzikali izledikten sonra hala özlem olarak kaldığını söyleyebilirim…

Müjdat Gezen oyun sonunda seyirciyi alkışlarken yaptığı açıklamaya göre, oyun çok uzun olduğu ve bir çok bölümün yeniden gözden geçirilerek daha da kısaltılması gerektiğini bildirdi. Oyun normal olarak sahneye konulduğunda provada seyrettiğimiz dışında bir çok değişiklik ile seyircisinin önünde olacağını düşünüyorum…

İsmail Cem Özkan

Pera Müzikali

Yazan/ yöneten: Müjdat Gezen
Dekor: Barış Dinçel
Müzik direktörü: Seçil Akın
Koreografi: Pınar Ataer
Kostümler: Aygül Kostüm Evi
Makyaj: Corci
Dans: Dok Sirk Kumpanyası sanatçıları
Konuk ses sanatçıları: Melihat Gülses, Melike Demirağ, Ayben Erman, Sevcan Orhan, Yener Çevik ve Pelin Alptekin
Türk güreşçi: Okay Köksal (Avrupa şampiyonu ve dünya ikincisi)
Oyuncular: Müjdat Gezen, Cüneyt Arkın, İlhan Daner, Kayhan Yıldızoğlu, Gönül Yazar, Fehmi Dalsaldı, Şebnem Schaefer, Nejat Uygur, Kaan Polat Cüreklibatır, Ayşe Kırca, Barış Taşkın, Kıvanç Tiner, Yaşar Ayvacı, Seran Bilgi, Emre Özmen, Sude Albayrak, Cengiz Gezgin ve Sonat Tokuç
Dans grubu, mehter takımı ve diğer rollerle birlikte oyunda 110 kişilik bir kadro görev alıyor.




16 Ekim 2019 Çarşamba

Toplumun tüm geleceği çöle bırakılmasın!


Toplumun tüm geleceği çöle bırakılmasın!

Henüz toplum ne olduğunu tam kavrayamadan kendisini sınırı aşan askerlerin sesleri ve onlara eşlik edenlerin tekbir sesleri içinde buldu. Halka söylenen şey “sınırın öteki yanını güvenceye alacağız.”

Savunma Bakanlığında hazırlanan senaryo canlı yayın ile 9 Ekim 2019 günü öğleden sonra 4’de top sesleri ve camilerde ‘Fetih Suresi’ ile uygulanmaya kondu… Her şey plana uygun şekilde devam ediyor deniliyordu canlı yayın ile… Hareketin henüz başında tek yürek, tek bakış açısı olacağı kabul edilmişti, eleştiri hakkı yoktu, farklı düşünenlere karşı gece yarısı, sabaha karşı gözaltılar başlanacağı duyurulmuştu ve uygulanmıştı da…

Spor sahasında, sokakta askere selam durulacaktı, her yer/şey seferlik için hazırdı…

Savaşın beklenen senaryoları yanında bir de beklenmeyen senaryoları uygulanmaya konmuştu, çünkü savaş taraflar arasında olan bir şeydi ve her tarafın kendisine uygun senaryosu vardı. Suriye konusu ise çok taraflıydı. Taraflar birilerini işgal için ortam hazırlarken yaşanmış tüm savaşın suçu ve yaptıkları tüm pis işler işgalcinin üzerine yıkılacak ve kendileri bu hibrit savaşından ‘masum, kahraman’ olarak çıkacakları bir senaryoyu uygulamaya koyuyorlardı. Her tarafın kendisine uygun senaryosu vardı ve çok karmaşık ilişkilerin sonucunda zafer kazanlar kendi tarihini yazacaktı. Elbette yenilen de “yenildik” demeyecek o da kendi iç kamuoyuna ‘zafer naraları’ atan bir yaratılmış gerçeği sunacaktı…

Tüm dünyaya duyura duyura yapılan harekat yapanlar senaryoları gereği sanıldı ki karşısında “bir güç” var, silahları ABD verdi, biz silahları ABD'de verse büyük bir güç ile ezer gideriz. Ama işin rengi öyle olmadığı ilk sefer yapılırken verilen tepkilerden anlaşılmaya başlanmıştı.

Masa başında yapılan hesap ne yazık ki savaş alanında ki siyasi oyunlara uymadı.

Hesapta olmayan ve bir biri ile hiç bir zaman anlaşamayacak olanlar birden tek bir yumruğun parçası oluverdi. Ekonomik anlamda her zaman arkamızda olması gerekenler bile savaşı/harekatı/işgali kınayan tasarılarda yer alması bile bu işin hesaplarında bir hata ya da birilerin oyunun içinde piyonuna dönüşüverdik.

Şah olmayı planlarken, piyona dönüşmek savaş alanında...

Kaddafi iktidarını kaybetmeden önce Eiffel Kulesini gören yerde çadır kurulmasına izin verildi, İtalya’ya İtalyanların astığı Arap lider Ömer Muhtar'ın fotoğraf ile girmesine izin verildi. Kaddafi kendisini çok büyük gördü, dedi "benim çılgınlıklarımın karşısında bunların sesi, soluğu çıkamaz, ekonominin musluğu bende!" Çok kısa bir zamanda ‘hibrit savaşı’n kahramanları (Kaddafi’nin en yakın adamaları) Kaddafi’yi yakalayıp işkence içinde öldürdüler…

Oyunun şahı, bir akşamüstü piyonu olmuş ve oyun dışına atılırken üzerine toprak bile serpilmemişti... 

Emperyalizm kavramını üzerinde taşıyan güçlerin yüzyıllık birikimi ve sömürge döneminden alınmış binlerce yıllık büyük bir miras var, öyle bir birikimin içinde binlerce olasılık ve o olasılık içinde ne zaman düşman, ne zaman dost olunacağı yazar… Hitler bile emperyalist oyun içinde piyon olacağını bilemedi, bir bodrum katta sevdiği kadın ile intihar ederken…

Savaşın yeni yüzü olmuştu ‘hibrit savaşları’. Kendileri savaşmıyor, kendi çıkarları için çıkarları uygun insanları/grupları/cemaatleri çıkar karşılığında taraf yapıyorlar ve savaştırıyorlar, daha doğrusu katliamlar yaptırıyorlar.

Yıllardır hibrit savaşları yaptıranlar ellerinde o kadar çok veri topladılar ki, savaşın muhatabı olanlar yani diğerleri/ötekiler yaratılmış destanlar ile oyalanırken.

Hayaller dünyası içinde TV dizileri yaptıranlar, o TV dizisinde olanları gerçek sanarak sefere çıkınca, gerçek duvarı ile kısa sürede karşılaşmış olması bile şans, çünkü yol yakınken daha fazla çöl kumuna batmadan geri dönüş için henüz olanaklar var…

Birinci dünya savaşında geri çekilen askerimizin demiryolunda bırakılmış yenilgisinin iz düşümleri bugünlerde sanırım çürümeye terk edilmiş halde duruyordur… İngilizlerin ünlü casusu Arabistanlı Lawrence başarı olarak gösteriyor Suriye çöllerinde ki demiryoluna saldırılarını… Anılarını okumak serbestti ama sanırım bir zamanlar onun üzerine yapılan film ülkemizde ya yasaklanmıştı ya da sansüre uygulanarak gösterilmişti.

Tarihte yaşananları yok saymak ile yok olmadığını hepimiz biliyorduk ama okumayanlar için yok sayılıyordu, kahramandık yenilirken bile…

Savaşta taraf olanlar çıkarı çatışanlardır. Ölenler genelde çıkarı olmayanlardır.

Kirli savaşta her türlü kirli ve karanlık iş olur. Kim kimi vurdu, kim nereye ateş etti, kim savaşı genişletmek istedi gibi bilgiler savaş bittikten sonra vicdanı kanayan birileri bir şeyleri sızdırdığında öğreniriz. Savaş her zaman çift taraflı, karşı düşman ile savaşılıyor gibi gözükür ama propaganda amaçlı ortam yaratmak için bir taraf öteki taraf gibi gözüküp kendisine kurşun sıkabilir, önemli olan kamuoyudur...

Kurgulanmış röportajlar/açık oturumlar/ tartışma programları savaş stratejisi olarak yayınlanıyor. Kurgusal gerçeklik yaşananların üzerine örtülen bir bez parçası gibidir… Bu propagandaya tabi olanlar her yaşananı ve söyleneni gerçek gibi algılar ama gerçek kapalı odalarda yapılan pazarlıklardadır… Sonuçta pazarlık sonucu açıklanan ve kabul edilen anlaşmalar olarak kabul ederiz gerçekliği, kısaca kurgusal gerçeklik içinde yaşamaya devam ederiz… 

Her şey masum olarak yansıtılır, ülkenin geleceği ve beka sorunu olarak vurgulanır. Osmanlı son savaşına çıkarken atılan nutuklar ve alınan kararlar bugünlerde kitap sayfalarında haykırıyor ama dönüp okuyup ders çıkaran pek yok gibi, çünkü başarıya ihtiyaç var ve bu başarı en kısa zamanda olmalıdır…

Sefere çıkan askere "ayağın tozu ile geri dön" denir, ama gelirken ayağındaki postalda kan izi olur. Masum gider bir anlamda ‘katil’ olarak döner, çünkü aldığı emir öyledir... Savaşta devlet adına insan öldürmek kutsanır ama sonuçta bir insan öldürdüğün zaman kanuni ya da kanun dışı olmasının pek önemi yoktur, birey üzerinde travma aynı derecede etkili olur… Olaylara duygusal bakanlar gerçeklikten kopar ve nefret söylemini ve ülke içinde öteki gördüğüne karşı linç kültürünü geliştirir. Son günlerde Kürtçe konuştuğu için gençler ve yaşlı insanlar saldırı altında kaldı, bir otobüs muavini öldürüldü.

NATO uyarmış, NATO üyesi ülkeler uyarmış, “çekil” demiş. Birleşmiş Milletler yayınladığı bildiride savaş suçu kavramını anımsatmış, söz arasında ‘sonun mahkeme’ uyarısını hafiften belirtmiş.

Çıkar çatışmasında hiçbir kural tanımadan kirli savaş yöntemlerini emperyalist devletler rahatlıkla uygularken, emperyalist devletler ile kendisini eş gören yarı sömürge devlet uyguladığında tavırlar farklı olur  ve dünya tepki duyar. En kısa zamanda dünya kamuoyu / devletleri suç işlediğine inanılan yarı sömürge devleti /liderini cezalandırmak için harekete geçerler, eğer boyun eğmez ve yaptığında ısrar ederse. Yugoslavya’nın parçalanmasında rol alanların nasıl ki savaş suçu işledikleri için mahkemeye çıkmış ve tüm mal varlıklarına el konulmuşsa, bugün yöneten, asker selamı veren tüm sporcularda bu suça ortak oldukları kabul edilip yargılanabilir denmektedir yayınlanan bildiriler ve alınan kararların satır aralarında...

Bu savaş/harekat bir an önce bitirilmeli, sınırı geçenler kendi sınırına çekilmelidir… Çünkü o sınırların gerçek sahipleri sınırlarına geldiğinde ister istemez başka güç davet edilmediği zaman “işgalci” olarak tanımlanacaktır, çünkü dünyanın kabul ettiği meşru hükümet ve devlet sen tanımasan da istersen lideri için “savaş suçu işledi, terörist” demiş olsan da pek değeri yoktur…

Daha önce yakın tarihte başka ülkelerde yaşanmış deneyimlere bakarak diyebiliriz ki, bütün uyarılara rağmen birileri için ‘yanlış’ olarak tanımlanmış atılan adımlardan bir an önce dönülmelidir, çünkü eğer birileri dönmez ise sonucu bizler çekeceğiz. Uyarıları kulak arkası edip “nasıl olsa bize bir şey olmaz” mantığı içinde hareket edenlerin sonları kısa tarih içinde çok örneği vardır...

Beklentileri olan ama gücü olmayan politikacılar gerçekleri değil, kafasında oluşturduğu hedefine giden haritayı/izleri izler, genelde hayal kırıklığı ile sonuçlanır...

Suriye iç savaşı ve son yaşananlar sonrasında dünya lideri konumunda olan Trump; "bin yıllık düşmanlar son defa meydanda bir biri ile savaşsın, nasıl olsa son noktayı ben koyarım" diye düşünüyordur...

Birileri için kardeş kanı dökmeden, siyasi çözüm yapılacak ortam yaratılmalı ve yüzyıllık tarihimizin en yumuşak karnı olan sorunlar iç siyasetimiz içinde çözülmelidir. Eğer ülkemiz içinde sorunları çözmüş, eşit koşullar altında yaşayan haklar, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı ve de en önemlisi ekonomik olarak gelişmiş, üreten bir ülke yaratırsak, sınırların hiçbir yanından iç işlerimizi zorlayacak hareket olmaz, olursa dahi ülke içinde taban bulamayan saldırılar hiç iz bırakmadan yok olmaya mahkumdur. İç işlerimizin kötü olduğunun bir anlamda itirafıdır sınır ötesine yapılan “güvenlik” amaçlı seferler…

İsmail Cem Özkan

12 Ekim 2019 Cumartesi

Barış hemen şimdi!


Barış hemen şimdi!

PKK konusunu anlatırken Türk televizyonları sürekli aynı cümleyi kurar. Değişmez… Ben bildim bileli PKK ismi geçtiği yerde hep aynı cümle ile başlar…

Bugüne kadar aynı cümleler sorunun ne üstünü açtı ne de kapatabildi, çünkü sorunun kendisi ortada.

Kürt sorunu.

Yok sayarak bir dönem başarılı gibi gösterildi ama sorun ortadan kalkmadı.

Resmi olarak Kürt realitesini Süleyman Demirel kabul etti, SHP ile ortak koalisyon döneminde. Ama ileri adım atamadı. Kürt sorunu hep varlığını korudu.

Cezaevleri açlık grevleri aydınları Kürt sorunu ile yüzleşmesine sebep oldu ama siyasi adım atılamadı.

Erdoğan ile iş ciddiye büründü, “yüzleşelim” dendi, yüzleşmek yerini ‘intikam’ almaya ve dini bir devlet kurmanın yolları açılması için kullanıldı, fırsat sarayın masası devrilmesi ile yeni bir süreç başladı, çünkü PKK sorunu Suriye sorunu gibi yansıtıldı.

Yanı başımızda bir devletçik kuruluyordu, sınırda PKK olursa artık eskisi gibi basmakalıp cümleler kurulamaz ve de iktidarı paylaşmak konusunda tavizler verilebilinirdi, çünkü iktidar öyle bir şey ki gecekonduda yaşayanı sarayda yaşatır hale getirir...

Bugün Kürt sorunu çözümü hendek savaşı içinde hendeğe gömüldü gibi gösterildi, ama hendek kısa sürede kan ile dolunca sorun yine ortada kendisini dayatır oldu.

Kirli savaşın tüm yöntemleri açık açık konuşa konuşa uygulanıyor ama uygulanan tüm yöntemler boşa düşmüş durumda…

Twitter'den ABD başkanı emperyalist düşünceler içinde “artık bu sorunu PKK ile Türkiye arasında arabulucu olarak çözüm masasında benim aracılığım ile çözülecek” dedi, çünkü Ortadoğu’da artık en büyük etnik kimliğin bir devlete ihtiyacı var, “şamar oğlan” konumundan çıkarılıp muhatap olan bir devlete kavuşması şart.

İran, Irak, Suriye ve Türkiye bugüne kadar şamar oğlan olarak gördüğü, sürgün diyarı, kara paranın hareket alanı olan bölgeden elini eteğini çeksin, devlet olursa eğer oradan ipek yolu da, baharat yolu da güvenli, kontrol edilebilir bir şekilde ticaret akışı sağlanabilir ve Ortadoğu barışı için en önemli bir alan olabilir, çünkü bugüne kadar Ortadoğu’da barış olmamasının en önemli sebebi “istikrarlı bir komşuluk” ilişkisinin olmaması, bir çok silah üreticisi için önemli kaynaktı, ama bugün küreselleşmenin zorladığı bir şey var, istikrar ve kara paranın kontrol altında devletler eli ile yürütülmesi...

PKK konusunda basma kalıp cümleler ile onu dışlayan tavırlar ve yok sayan anlayış yerini Kürt sorunu anlayan ve o sorun içinde PKK gerçekliğini kabul eden bir yeni bakış açısı beyinlere işlenmesi gereklidir.

Her savaşan yapının bir çocuk katili olduğunu gösteren bir sürü kanıt bulunabilinir, sınırın öteki yanına geçip bizim tarafa iki roket attın mı mutlaka yolda oynayan bir çocuk ölür...

Yani propaganda için bile çocuk ölebilir...

Sorun çocuk ölümü değil, sorun daha derinlerde ve çözülmesi gereken bir sorundur.

Dünyada federal çözümler, üniter çözümler gibi çözüm yolları belli olan sorunu çözmüş alanlar var, bizler artık klasik ulus devleti anlayışı ile sorunu çözemediğimiz ortada, onun yerini çok kültürlü bir arada yaşamı savunan, ülkenin tek ulus olmadığı, bayrağın tek ulusu temsil etmediği, yazışmaların tek dil ile yapılmadığını kabul edip çözüme bir adım atmak zorundayız. Aksi halde birileri gelir, masasının başında eline cetvelini alır ve yeniden sınırlarını çizer.

Türkiye denen ülke bu şekilde masa başında sınırları belli olan ülkedir. Bakmayın ulus devleti tarihi masallarına, gerçek sizin okullarda okutulan tarihlerden farklıdır ve o fark ile yüzleşin... Son Osmanlı Meclisinin aldığı karar olan “misaki milli” sınırlar ile bugün ki Türkiye arasında ki farkı inceleyin, kendi devletiniz içinde yapılmış bir demiryolu bile sizin ülkenizin sınırı olabiliyor.

Osmanlı imparatorluğunun içinden onlarca devlet çıkaran masa başında ki güçler, ihtiyaç olmasaydı Türkiye diye bir devlet yaratmazdı...

Bugünlerde yeniden masalar kuruluyor ve ellerine cetvel almış siyasiler sınırlar ile oynayabilir, sizlerin her türlü itirazının bir anlamı yok, çünkü kendinizi ortaya koyacak, soruna çözüm odaklı yaklaşımınız olmazsa birileri size dayatır ve kabul edersiniz.

Kürt sorunu hemen şimdi çözün, onun yolu da savaş, istila adını ne koyarsanız koyun sonlandırmaktan geçiyor...

Yarı sömürge bir devletin emperyalist rüyası kısa sürer…

Kuruluş sırasında kendisine verilen sınırlar içinde yok saydığı hakların yaşadığı bölgelerde zaman içinde onların sorunlarına çare olacak doğru adımlar atılmadığı zaman o yerde ister istemez istilacı konumuna düşer hakim devlet ve o istilacı konumundan kaynaklı orada isyanlar başlar. Zamanla hakimiyeti ve devlet kavramı tartışılır hale gelir. Sadece o bölgeleri sürgün yeri görülür, çocukları ailelerin elinden alınıp yatılı okulda devlete hakim olan ulusun bir çalışanı olarak görülüp, ‘Truva Atı’ gibi yetiştirilip içinden çıktığı ulusa gönderilip asimilasyon aracı ya da baskı yapan askeri, memuru yaparsanız bir süre başarılı gibi gözükse de tepki doğal olarak doğar, çünkü yerli işbirlikçilerin zulmü hakimin zulmünden daha fazla acı verir… Sorunları yok sayan, görmezden gelinen “gitsek de gitmesek de o köy bizim köy” anlayışı çöker… Sorun çözümü ismi değişen isyanlar ve örgütler ile kendisini dayatır…

Sorunun çözümü savaşta değildir, sorun masa başında güçlerin karşılıklı olarak kendilerini özgürce ifade etmesi ve yeni bir anlayış ile devletin biçimlendirilmesidir.

Bu yeni devlet anlayışı içinde dincilerin bahsettiği ümmetçi anlayış ile Kürt sorunu yok sayan anlayış da bugün ki iktidarın seferleri ile yok edilmiştir…

Sorun, çağdaş devlet anlayışı içinde yeniden tanımlanması ve yeni, çağdaş, laik, özgür bir ülke kurulması ile çözülür…

Komşuları ile sıfır sorunlu bir devlet kurulmanın birincil şartı Kürt sorunu ve ulus devlet anlayışından kalan tüm tortulardan kurtulmadan geçer…

İsmail Cem Özkan