“Sömürge olmayan” halkın trajedisi devam ediyor…
İsmail Beşikçi Özgür Üniversite’de vermiş olduğu konferanstan
aldığım notları paylaşayım istedim. Elbette tüm söylediklerini harfi harfine
değil, bana yansıyan şekli ile yazacağım. Bu arada hocamın söylemek istediği
ile benim algım arasında fark olmuş olabilir, çünkü her dinleyici duymak
istediğini öncelikle duyar, katip ne demiş pek önemli değildir!
Bir denetim mekanizması…
1815 yılında sömüren ülkeler kendi aralarında oturup bir
konferans ile sömürge coğrafyalarda ki sorunları tartışmışlar, sömürdükleri
coğrafyalarda “sömürge toplum” statüsünde sınırlar çizmişler ve bir anlamda
centilmenlik anlaşması yapmışlar gibi. Bir birinin sömürdükleri ülkelerinin iç
işlerine müdahil olmamışlar, fakat orantısız güç kullanımı ve haksız kazanç
getirecek konularda bir birilerini denetlemişler, eleştirmişler. Bir sömürge
ülkeden kaçak ne ürün ne de canlı ticareti yapmalarına izin vermemişler…
Sömürgecilik dönemi içinde elbette bir çok gelişme olmuş ama
bizim odak noktamız Kürt sorunu olduğu için bizi ilgilendiren sömüren ülkelerin
çizdiği sınırlar, ki bu sınırlar korunarak aynı sınırlar içinde bağımsızlık
savaşları olmuş ve bir çok sömürge bağımsız olmuş! “Sömürge statüsü” olanların
bağımsız devlet olduğu bir süreci yaşamış insanlık tarihi… Sömürge dahi olmayan
sömürge halklar ise iç sorun olarak kabul edilmiş ve tarih önüne çıkmalarına
izin verilmemiş. Hindistan ve Pakistan’ın iç sorunu Keşmir… Irak, İran, Suriye
ve Türkiye için iç sorun; Kürdistan...
Coğrafya içinde sınırlar pek değişmiyor ama o sınırlar
içinde statüler değişiyor, devlet isimleri ve bayraklar değişebiliyor… Statüsü
olan coğrafyalarda ki iç savaşlar, katliamlar dünya gündemine gelebilmekte ve
oluşturulmuş olan Birleşmiş Milletler nezrinde çözüm arayışları olabilmektedir.
Yugoslavya iç savaşında statüsü cumhuriyet olan yerlerin bağımsızlık kazanması
ile sonuçlanmış, o sınırlar olduğu gibi korunmuştur. Savaş parçalanması oraya
çıkarmış ama var olan statüde ki sınırları değiştirmemiştir. Gürcistan içinde
cumhuriyetlerin hala Gürcistan merkezi hükümetine bağlı olarak bağımsız
devletler oluşmuştur. Ülke içinde sınırı geçerken statülere bakılmakta ve savaş
koşulu olan yerde ülkenin cumhurbaşkanı bile habersiz geçememektedir. Daha önce
çizilmiş sınırlar var olmaya devam etmektedir.
Bu statü uluslararası ilişkileri ve emperyalist ülkelerin
bakış açısını belirliyor...
14 Aralık 1960 yılında sömürge devletlerin bağımsızlık
bildirgesi yayınlanıyor ve bu bildirgede sınırlar daha önce çizilen sınırların
değişmeden bağımsızlık mücadelesine BM adına destek verilmesi anlamındadır.
Birinci dünya savaşı içinde sömürge olmayan ama Osmanlı
sınırları içinde olan Araplar İngiltere’ye başvuru yapıyor ve Osmanlıdan
ayrılarak bağımsız devlet ya da İngiliz idaresi altında sömürge/manda olmayı
istiyorlar... Sonuç itibarı ile bir statü istiyorlar...
Araplar bu savaş sırasında Osmanlı padişahı ve İslam
halifesi “cihâd-ı mukaddes” fetvası çıkarıyor ve bunu Araplar kabul etmiyorlar,
tersine bu savaşın bir din savaşı olmadığını ve kendi çıkarları için
savaşıyorlar. Osmanlı yanında savaşa giren ve birlikte cephelerde bulunanların
tercihi ile diğerlerin tercihleri bu savaşta cephede karşı karşıya geliyorlar.
Savaşı kazanan taraf sınırları ve çıkarların paylaşımını belirleyecektir ki öyle
de oluyor.
Hoca kürsüde konuşurken dönemin koşulları gözlerimin önünden
geçiyordu. Bize anlatılan tarih ile yaşananlar arasında her zaman uçurum
bulunmaktadır ama her uçurumun karşı tarafında bazı veriler bize bir şekilde
sunulur, verilere bakarak bizlerde gerçeklere birebir bir örten bir şey belki
söylemeyiz ama yaklaşık farklı bir gerçeklik ile karşılaşırız.
Hocanın cümlelerine kendi cümlelerimi katıyorum.
Araplar İngilizlerin yanında savaşıyorlar Osmanlıya karşı. Peki,
Kürtler ne yapıyor? Osmanlı yanında halifenin emrine uygun İslam adına
savaşıyor İngiliz ve Fransızlara karşı. İşte bu tercih Kürtlerin “devlet
statüsü” olmamasını sağlıyor, çünkü sömürge olarak zaten yoklardı... Osmanlı
devleti içinde sömürge statüsünü elde etmiş toprak yoktur, merkezi hükümet tüm
topraklara erişmektedir. Batı sömürge ve emperyalist devletlerden farkı bir
örgütlenme şeklindedir Osmanlı imparatorluğu. Osmanlı Sultanı parasını ve
devşirdiği askerini (yeniçeri) aldığı sürece fazla karışmamıştır hakim olduğu
topraklarda yaşayanlara.
Ulus devleti fikriyatı ile bir çok imparatorluk içinde
sömürge olan coğrafyalarda sömürenden ayrılıp kendi devletlerini kurarken,
Osmanlı imparatorluğu da bu ayrılıktan nasiplenecektir. Balkan devletleri
Osmanlı imparatorluğu içinden çıkacaktır, gayr-ı Müslim kabul edilen haklar
birbiri ardına ayrılırken Arnavutluk da balkan devletlerin ortaya çıkması ile
merkezi devletinden ayrılmış ve bağımsızlığına kavuşmuştur.
Kürtler iç sorun olarak görülen Anadolu ve Mezopotamya’da ki
gayr-ı Müslim halklara karşı Hamidiye Alayları ( Hamidiye Hafif Süvari
Alayları) olarak kullanılmışlardır. Onlar bu statüde hareket ederken
boşalttıkları yerlere Kürtler yerleştirilmiştir, bir anlamda savaş ganimeti
maddi değeri toprak olmuştur. Kovdukları ya da öldürdükleri yerlere Kürtler
yerleştirilerek orada merkezi hükümetin yani sultanın korkusu bir anlamda
sonlamış oluyor, çünkü nüfus yapısı ve o alanda kültürel doku bozulmuş ve
gayr-ı Müslimler yaşadıkları yerlerde azınlık konuma getiriliyordu. Kürtlerin
başkent İstanbul’da Kürtçe yayınları vardı, ulus devlet fikrini taşıyan
aydınları vardı ama o aydınlar sadece küçük bir çevrenin içinde bulunuyordu,
halk günlük çıkarına ve yaşamasına bakıyordu. Rahatsız edilemedikleri sürece ve
zengin olarak gördüklerinin mallarını ele geçirip onları yağmaladıkları sürece
ulus devlet fikri ile karşılaşmayı akıllarına bile getirmemişlerdir,
belirleyici olan kısa vadeli çıkarlardır.
Kürtler tercihi Osmanlı yanında savaşarak birinci dünya
savaşında kullanmıştır, çünkü 1891 yılında kurulmuş Abdülhamit’in
direktiflerine uygun yapılanmadan elde ettikleri hala tezedir ve canlıdır. Bu
gayr-ı Müslime karşı savaşı elbette halifenin tarafı kazanacaktır!
Savaşı Osmanlı kaybediyor.
Kürtlerin yaşadıkları coğrafyada sınırlar çiziliyor.
Sınırlar galip güçlerin lehine masa üzerinde çiziliyor. Arapların çıkarlarından
önce emperyalist Fransız ve İngiliz çıkarına uygun şekilde cetvel ile
devletçikler oluşturuluyor. Osmanlı ve Kürtlerin hayali çöl fırtınası içinde
çöl kumu altında kalacaktır. Kürtlerin olmayan statüleri, kaybeden güçler
tarafında olunca daha da görünmez olmuştur… Kürtlerin yaşadıkları coğrafya
cetvel ile sınırlara ayrılacaktır. Kuzey doğu bölümünde Sovyet toprağı içinde
Ermenistan ve Azerbaycan Cumhuriyetleri içinde eritilecek, İran içinde kısa bir
süre bağımsız devlet kurmuş olsalar da çıkarlar orada Kürt devletinin yaşamasına
olanak vermeyecek ve İran tarafından Sovyetlere Hazar denizinde petrol imtiyazı
verilerek işgal etmesi için olanak yaratılmıştır. Bugün ki İran içinde iki
cumhuriyet Azerbaycan ve Mahabat cumhuriyetleri Sovyetlerin çekilmesi ile
yıkılmıştır.
Statüleri olmayan Kürtlerin toprakları üzerinde devletler
kuruldu. Kürtler kurulan devletlerin idaresinde yer almadılar, çünkü ulus
devleti anlayışı içinde kurulan devletlerde kültürlerin homojen olması
savunulmuştur. Heterojen toplumlarda farklı olanlara karşı asimilasyon
politikası ve iç savaş gibi kavramlar iç sorun içinde görünmez olmuştur. Irak,
İran, Suriye her ne kadar ulus devlet olmasalar da Arap/Fars ağırlıklı Sünni/Şii
devlet olarak konumlandırılmış bir aile devletidir. İran inanç üzerinden
çeşitlilik/hoşgörü gösterirken içinde ulusal kültürleri inandıkları din içinde
eritme yolunu seçmiştir. Kürtlerde orada İslam dini içinde eritilecek ve asimilasyon
ile yok edilmesi olanlardır. Üstelik bir de kısa süren bir de devlet kurmuş,
ulusal duyguları sahip bir halktır, İran için birinci derecede tehlikeli ve
kontrol edilmesi gerekendir. Türkiye devleti henüz ulus devleti kurulurken Kürt
ayaklanmalarına sahne olmuş, Türkiye açısından da İran konumundadır. Suriye
için ise zaten yoklardı, o yüzden onlara kimlik dahi verilmemiştir. Irak
devleti içinde tehlikelidir, çünkü Mahabat Cumhuriyeti deneyimi ve orada yer
alanların aşiretleri Irak toprakları üzerindedir ve Araplara karşı Osmanlı ile
birlikte savaşmışlardır.
Kısaca emperyalist ülkeler çıkarlarına uygun sınır çizerken
Kürtleri göz ününe dahi almamışlar, onları sınırlar içinde bir iç sorun olarak
bırakmışlardır. Belki de Kürtleri denetim dışına çıkacak olan yeni devletçileri
kontrol etmek amaçlı bir güç olarak kullanabilecekleri düşünmüş olabilirler.
Belki o yüzden şeyh Sait ayaklanmasını İstiklal mahkemesinde İngiliz ajanı
olduğunu kanıtlamak için çaba sarf ettiğini görürüz.
Kürtlerin statüsüz olarak toprakları ellerinden alınıyor bir
iç sorun haline geliyorlar...
İç sorun tanımı olunca Kürtlerin bağımsızlık veya ulusların
kendi kaderini tayın hakkı kavramı onlara uymuyor, devletlerin bakış açısı
içinde...
Eğer önceden sömürge olmuş olsalardı ya da kazananın yanında
yer almış olsalardı belki bir devletleri olabilirdi, şimdi her ayaklanma kanlı
bastırılıyor, savaş suçu işleniyor ama kimse işleyen devlete neden işledin
diyemiyor, çünkü iç sorun...
Halepçe katliamını yapan Saddam Hüseyin katliam yaptı diye
sorgulanmıyor bile... İdam aldığı davada sorgusunda Kürt sorunu yok, eğer olmuş
olsaydı Kürt sorunu görünür olur ve çözüm arayışları olabilirdi ama iç sorun
olduğunda ne Türkiye, ne Irak, ne Suriye ne de İran bu konuda rahatsız edilmiş
olmuyor, çıkarlar çatışmıyor...
Hoca bunları anlattı...
Devam ile “bugün Kürtler bilinç ile yarına bakmalı” dedi
hoca, “kafalarının bir yerinde statüleri olsun diye çalışmak zorunda
olduklarını bilsinler, statü yoksa günümüz dünyasında istediğin kadar haklı ol,
değerin yok” dedi kısaca...
Statü çok önemlidir uluslararası ilişkilerde, Kürtler bir
şekilde statü elde edip görünür olmak zorundalar, 1920’li yıllardan çok daha
çetin ve daha karmaşık ilişkiler içindeyiz. Bir yandan ulus devletler şirket
devletlere dönüşürken, Kürtler hala kendilerine karşı işlenen suçları
uluslararası kamuoyu önüne çıkaracak ne yazık ki dostları yok, dostlarından
daha fazla çıkar gereği hasımları vardır…
İsmail Beşikçi hoca üniversitenin görme dediğini görmüş ve
bunun için çok büyük bedel ödemiştir. Ulus devleti homojen bakış açısı içinde
Kürt yok derken, sahaya gidip yaşadıklarını kaleme alıp bunu bir de bilimsel
makaleye dönüştürdüğü için hoca cezalandırılmış ve hapishanelerde unutulası
için çaba sarf edilmiştir. Yok sayılanlar yaşıyor ve kendi dillerini ve
kültürlerini “sürgün yeri” olarak görülen “o gidip gelinmeyen ama bizim denen
topraklarda” geliştiriyorlar. Kürtler bugün ulus devletin anlayışının çökmesi
ama henüz yerine başka bir devlet anlayışı oturmamış geçiş süreci yaşayan ama
şirket konumuna getirilen devlet içinde de geçmiş anlayışa uygun olarak baskı
altında tutulmakta ve gerektiğinde görülen, gerektiğinde yok sayılan
konumundalar.
Kürt sorunu bir iç sorun ve terör ile bağlantı
kurulmaktadır.
Sağ, sol ve ulusal düşüncenin yıkımına karşı direnenler
açısından Kürt sorunu tanımlanmış ama çözüm yolu kafalarda bir çok çözüm
yollarının tartışılmasına rağmen bir türlü hayata geçmiyor.
Devletimizin bakış açısı içinde bugün bile iç sorun olarak
görülmekte ve askeri ve asimilasyon ile çözüm yolu dayatılmaya devam ediliyor… Kürt
realitesini kabul edenler Kürt realitesinin altını ne yazık ki dolduramıyor,
çünkü sorunun kendisi sınırlara komşu ülkelerin ve emperyalist ülkelerin çıkarı
ile ortak ve karmaşık ilişkiler içindedir.
İsmail Beşikçi hoca bugün ağır işitiyor, yıllarını düşünce
özgürlüğü konusunda mücadeleye adam bir bilim adamıdır. İnatçıdır, çünkü
devletin dediğini demek ifade özgürlüğü olmadığını, sistemin görme dediğini
görmeyin bilim insanı olmayacağını, itaat ve biat eden üniversitelerin olduğu
yerde bilimin ilerleyemeyeceğini, isimlerinin önüne unvan alanların sadece
maaşa almak dışında başka şey düşmediklerini ifade etmektedir. Bugün üniversite
akademik kadrosunda yer alanların bireysel mücadelesinin akademinin biat etmediği
anlamına gelmediğini vurguladı… Çünkü devletimiz, üniversitelimiz kurulurken
devletine biat etmiş ve onun çıkarı gereği gerçekler ve doğrular yaratmıştır.
Her şeyin başı ifade özgürlüğüdür, ifade özgürlüğü olmadan
atılan her adım baştan itibaren bağımlıdır ve bilimsel gerçeğe ulaşılmaz…
İsmail Beşikçi ömrünü inat ile görülmeyeni gören, onu ifade
etmeye adamış bir bilim insandır. Onun karanlığa karşı direnişinde aynı ortamda
nefes aldığım için onur duyduğum bir insandır…
Yazıyı yazarken İsmail Beşikçi hocanın ifade etmediği ama
üzerinde geçtiği bölümleri kendi iç konuşmam içinde okuduğum kaynaklardan bana
kalanları ekleyerek biraz genişlettim… Bugün ki siyasal duruma karşı hocanın
konumu bellidir ama o belli olanı yazıya dökmedim… Elbette her veri yeni
yorumlara yol açar, her yorum düşünce özgürlüğü için atılan küçük adımlardır…
İsmail Cem Özkan