İktidar mı, iktidarın ortağı mı?
Aşağıda okuyacağınız yazı sonuçta benim MHP üzerine
tahlilimdir. Bugüne kadar MHP’ye hep karşı cepheden bakmış ve onun rolü üzerine,
devlet parti ilişkisi üzerinden bakmadığımızı gördüm. Sonuçta karşı cephededir,
o rolünü oynarken bizim anti faşist mücadelemiz devletin galibiyeti, bizim
yenilgimiz ile sonuçlandı. Devletin kullandığı bir parti ya da kuruluş ilkesi
olan “devlete sahip çıkan” bir partinin tarihi elbette çok önemlidir. Her ne
kadar Alparslan Türkeş anılarında ve mahkeme savunmaları bir çok ip ucu vermiş
olsa da elbette lider olarak kimse kendi açığını, hatalarını yazıya dökmez, o
liderin eksik bıraktığı ama satır aralarında sürekli vurguladığı gerçeği
başkaları bulmak ve değerlendirme yapması gereklidir.
Tarihten ders çıkarabilmek için tarihi olayları bilmek ve
onları yorumlayacak ve gerçeğe en yakın olanı bulmak ile yükümlüyüz. Tarih
ancak karşılaştırmalı olarak incelendiğinde yakına yakın bir söyleme
ulaşabiliriz, çünkü bilgi ve veriler çok önemlidir, bizim gibi ülkelerde
veriler ve bilgiler ya saklanmakta ya da siyasi iktidarın niyetine göre
değiştirilmiş ya da yorumlanmış haldedir…
Olaylar yumağı içinde boğulmadan, daha anlaşılır ve daha
kısa bir analiz için bir bilgi birikimi gerekmektedir. Faşizm ve bugün ki şekli
ile “neu” hale gelmesi ilgim elbette bir öteki olarak, elbette bir yabancı/
göçmen olarak yaşamış olduğum Almanya’da başladı ve ülkemize geldiğimde ise
geçmiş yaşantımdan empati kurarak bugün bizim ile birlikte yaşayan
yabancı/göçmen gözü ile de ülkemiz gerçekliğine en altta ezilenin penceresinden
de bakmayı kendime ödev olarak verdim ve bakıyorum.
MHP hep gözümüzün önünde, liderinin mizah yüklü bakış açısı
mizahın konusu olabilir hatta mizahçıları devre dışı bırakan söylemleri de
olabilir, fakat bu söylemlerin altında yatan gerçek nedir? Lider konumuna
gelmiş, bir birikimi temsil edenlerin duruşları, söylemleri ve yaşamları
ciddiye alınıp incelenmeye tabi olmalıdır, sonuçta günlük yaşantımızı
belirleyen ortamın oluşmasında onların katkısı olduğunu unutmayalım…
Dünyada ırkçı, faşist partilerin hemen hemen hepsi nihai
hedef olarak iktidar olmak yolunda önemli adımlar atmış, iktidar olanlar ise
ülkede homojenlik yaratmak adına öteki kabul edilenlerin üzerine soykırıma
kadar gidecek baskı araçları kurmuştur. Faşist partilerin birincil hedefi
iktidar olmaktır. İktidar yolunda her türlü hile, yalan ve yöntem
kullanılabilir. Faşist partilerin biri de savaşacak birimlerin olmasıdır, kara
gömlekliler, SS gibi… Parti devletleşmiş dahi olsa özel güvenlik birimi her
zaman varlığını korur…
Faşist partilerin tek lideri vardır ve liderin etrafında
oluşan, sorgusuz, sualsiz ve tamamı ile varlığını liderin inisiyatifine
bırakılmış kimliksiz, verilen emirleri yerine getiren bireylerden oluşur.
İdeal vatandaş, ideal liderin her zaman arkasındadır, lideri
yenilmez, yanlış yapmaz, yalan söylemez, her aldığı karar özünde devletin ve
partinin çıkarını koruyandır… İktidara
gelen her faşist parti devlet partisi olmak için her türlü yasal önlemi alır,
kendisini devirecek seçimleri ya yok eder ya da sürekli kazanacağı bir seçim
sistemi kurar.
Irkçı parti, ırk temeline dayalı homojen, sağlıklı
bireylerin oluşturduğu üstün ırkın devletini yaratır ve geliştirir.
Ülkemiz darbeler ile günlük yaşantımız, tepkilerimiz, alışkanlıklarımız
değişime uğradı ve önüne darbeyi destekleyen güçler tarafından yeni yol
haritaları konuldu.
Darbeler ulus devleti mantığı içinde ırkçılığı desteklemiş,
homojen toplum yaratmak için düzenlemeler yapmıştır. Faşizm, ulus devletinin
yan üründür, emperyalizmin en üst aşamasıdır, çünkü sermaye birikimi yapan ulus
devlet kendi savaş sanayisini geliştirip, başka ulusların sermayelerini
yağmalamak ve kendisi için çalışan, üreten sömürge devletler yaratmaktır. Elbette
bu düşünce yapısı ve hareket alanı devlet kurulduğu ilk günden beri var olan
durumdur ve bu durum faşist ideolojisine bırakılmış mirastır.
Faşizm iktidara gelirken, kendi ırkına refah, daha rahat
yaşamayı, başkalarının kölesi olmamayı, el kapılarında çalışan değil, elin
kendi kapısında kölesi olması gerektiğini cümlelerin arasında vurgular.
Üstün ırk, kötü işlerde çalışmaz, üstün ırk; çalışkandır,
zekidir. Diğerleri ise üstün olana hizmet etmek, kapı kulu olmak, onlar adına
savaşmasıdır.
Ülkemizde 1960 darbesi NATO gözetiminde ve bilgisi dahilinde
gerçekleşmiştir. NATO (18 Şubat 1952) üyesi olduktan sonra ülkemiz içinde
NATO’ya özgü savunma araçları askeri anlamda yerleştirilmiş ve özel birimler
kurulmuştur. Askeri birimlerin etkili olabilmesi için elbette siyasi ayağı da
olmak zorundadır, askeri başarı siyasi yönden desteklenmediği sürece etkisi yok
olur ve görünür dahi olmaz.
NATO ve Amerikan çıkarlarına uygun olmayan koşullar
oluştuğunda “derin devlet” denetiminde özgür dünyanın toprak kaybetmemesi ve
düşman blok olan demir perdenin öteki tarafında olan sisteme benzer bir işçi
devleti oluşmaması için darbeler ulus devletin liberalleşme sürecinde meşru
kılınmıştır. Bunlar devletin görünmeyen tarafını oluşturmaktadır. İktidarda kim
olursa olsun bu derin örgütlenmeler finanse edilecek ve olası düşmana karşı
cephe gerisinde gerilla yöntemleri kullanan son savunma birimdir. Gladio adı
verilen bu organizasyon NATO üyesi ülkelerde vardır, elbette bizde de vardır… Bizde
ki adı Kontrgerilla olarak adlandırılır.
Bu gizli yapının görünür ve bilinir olması öyle kolay
olamamıştır. Abdi İpekçi cinayeti bu görünmeyenin görünür olmasını sağlamış ve
kamuoyunda bu gizli örgütlenmenin tartışılır hale gelmesini sağlamıştır. Peki,
bu görünmeyin görünür olmasını sağlayan döneme kadar NATO bilgisi dahilinde
olan bu örgüt, yasal zeminde kendisini nasıl örgütledi?
1960 darbesi yapan kadronun içinde yer alan Alparslan
Türkeş’in hayatı ve 12 Eylül Mahkemelerinde verdiği savunma bu konuda bir çok
bilgiyi bize vermektedir. MHP devleti için mücadele eden, komünist tehlikeye
karşı silahlı birlikleri kurandır. (silahlı eğitim kampları kurması geçmişin
bir çok gazetesine haber olmuş, kendisini destekleyen işadamların fabrikaların
bahçeleri gençlik örgütlenmesinin eğitim alanı olmuştur.) Devletin bekası için
savaşan bir partinin uzaktan bakan biri için 12 Eylül mahkemelerinde
yargılanması akıl karı değildir ama yargılanmıştır. Kendileri idam ipi
gölgesinde savunmalarını yaparken, kendi düşünceleri iktidardadır…
MHP Avrupa’daki sağ partilerin gittiği yoldan gitmez,
ülkemize özgü bir anlayışa sahiptir, partiyi devletleştirmek yerine devleti
korumak üzerine kendisini biçimlendirmiştir. Kuruluşundan bu yana MHP doğrudan
tek başına iktidar olmayı hiçbir zaman hedeflememiştir, aksine devletin bekası
için bir anlamda “gönüllü” bekçilik görevi yapmıştır. 12 Eylül mahkemelerinde
ki iddianameler ve idama giden üyeleri ile bu “gönüllülük ilişkisi” bir anlamda
kadroları arasında ayrışmanın da sebebi olmuştur. “Kullanılabilir üyeleri”
devleti için yurtdışında operasyonlar yaparken, liderlik kadrosu Mamak
cezaevinde savunma yazmak ile uğraşıyordu. (Susurluk kazası ve davası bu konuda
bir çok ip ucunu ortaya çıkarmış ama gerçek anlamda bu süreç ile yüzleşilemedi.)
Var olan hükümetlere koalisyon ortağı olarak dahil
olmuşlardır ama açıktan iktidar koktuğuna oturmamıştır. Peki neden? Neden böyle
bir görevi ya da misyonu kendisine seçmiştir?
1960 darbesinin bir üründür MHP. Darbenin radyolardan
okunmasını ileride MHP genel başkanı olacak olan Türkeş’e verilmiştir. Türkeş
ise NATO üyesi olduktan sonra NATO’nun değişik tesislerinde eğitime katılmış ve
nişanlar, madalyalar ile onura edilmiştir. Ana dili dışında konuştuğu çok iyi
derecede diller mevcuttur. Kısaca çok iyi eğitim almış, devletine ve NATO’ya
son derece bağlı, verilen görevi en iyi şekilde yerine getirecek şekilde
eğitilmiştir. İdeal bir insan olarak yeni Türkiye’nin örnek askeridir. Alman
idealizmden etkilenmiş, İttihat ve Terakki partisinden gelen mirasa sahip
çıkmıştır.
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 1969 kongresinde Türkçü -
Turancı Nihal Atsız ekibi ile karşı karşıya gelmiştir. Ermeni yazar Levon Panos
Dabağyan bir röportajında o kongreyi anlatırken “Partinin ambleminin ne olacağı
gündeme gelince, Atsızcı kanat 'kurt'un amblem olarak seçilmesini önerdi, fakat
ben 'Biz Osmanlıyız! Bize üç hilal yakışır!' diyerek bağırdım. Bu çağrım
alkışlarla desteklendi ve partinin amblemi olarak üç hilal seçildi. Böylece üç
hilal MHP, kurt ise Ülkü Ocakları amblemi oldu." demiştir. Osmanlı mirası
sahiplenmek demek Türkçü Turancı çizginin içine bir anlamda İslamcı düşüncenin
de dahil olmasıdır. MHP, Türkeş ve ekibinin elinde yeniden biçimlenecek, bir
anlamda yeniden yaratılacaktır. Türkeş kadrosunu kurarken devletin çıkarları
önceliklidir… Irkçı vurgu biraz geriye iteklenmiş olsa da anti komünizm vurgusu
içinde yani işçilerin birliğine karşı ırk birliğini savunmuştur. Ülkü ocakları
yani ideal düşünce ocakları turandan çıkışın sembolü kurt olması tesadüfi
değildir… Ergenekon Destanı aynı zamanda Alman Nazi hareketinin kurt
destanı ile paralel hatta bir birinin aynı söylemi gibidir. Bu söylemin bir
benzeri de İtalyan Faşist Partinin Roma şehri kuruluşu ile ilgili öyküsüne de
çağrışım yapar, hatta çağrışımında ötesinde benzer mantık çizgisi mevcuttur.
Bu açıdan bakılınca MHP kuruluşu ve örgütlenme modeli ile
Faşist Partilerin çizgisindendir, iktidara seçim ile gelip, ideal ülkeyi
kurmak. Fakat, MHP pratik olarak bu ideal durumu siyasi hayatımızda pek
uygulamamıştır.
MHP iktidara gelmekten daha çok devleti koruma ve kollama
görevini (NATO örgütlenmesi olan Gladio’nun görev alanı) bir anlamda sivil
ayağı olmayı tercih etmiştir.
MHP, oluşan kriz koşullarında darbelere ortam hazırlayan
atmosferin oluşumuna katkı yapmıştır. Sanki görünmeyen bir el MHP’ye sözde
komünizm ile mücadele adı altında iç savaş koşullarını yaratan katliamlara
imzasını atmasına olanak tanımıştır. MHP saldırganlığına tipik örnek Maraş
Katliamı bunun en açık görünenidir, aynı şekilde bir çok cinayetin tetikçisi
MHP çatısı içinde bulunmuştur, hatta bir çok mahkum olmuş tetikçi isim isim
olayları ve rollerini medyaya konu olacak şekilde anlatmıştır.
12 Eylül öncesinde devlet adına Süleyman Demirel “bana kimse
sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyerek MHP’nin arkasında durmuş ve
bu sayede koltuğunu darbelere kadar korumuştur. 12 Mart darbesi sürecinde mecliste
Deniz Gezmişlerin idamı için can-ı gönülden ellerini kaldırmışlar, kısa süreli
zafer kazanmanın sarhoşluğu içinde dahi olmuşlardır. Onların beklemediği bir
süreç 12 Eylül’e giden yıllarda ortaya çıkacaktır. O süreçte MHP üzerine düşen
görevi devleti için yapacaktır, fakat beklemediği bir sonuç ile
karşılaşacaktır. Sağcısını solcusunu "karıştır kaynaştır"
denilerek zindanda çatışan taraflar karanlık süreçte, aynı kaderi
paylaşacaktır. Devlet kendisi için çalışanı da, kendisi için çalışan ile çatışanı
da aynı hücreye atacaktır. Sol, devlet ile çatışmamış, anti faşist bir mücadele
vermiştir. Darbe yapanlar bunun bilincinde davranmış ve darbe halk tarafından
desteklenmesi için MHP ile devrimci yapıların üyelerini kaynaştırmayı zindanda
uygun görmüştür.
MHP İslami söylemleri yüzünden dönemin Milli Selamet Partisi
ile silahlı çatışmayı göze almış ve kendi seçmeni olarak gördüğü İslami kesim
ile ilişki kurmayı önemsemiştir. MHP bir anlamda hem ırkçı hem de ümmetçidir.
Ümmetçi tarafı ile ırkçılığının üstünü yerine göre örtmüş, yeri gelmiş Turancı
söylemlerini artırmıştır. MHP’nin klasik Faşist partilerden farklı yönü vardır,
onlar gibi iktidar koltuğuna oturmak değil, devletini korumak ve var olanı
yaşatmak misyonu ile hareket etmiştir. Kürt seçmenine ise daha ağırlıkla
ümmetçi çizgi ile yaklaşmış, onların dini duygularını aşiretler arası
çelişkilerden yararlanarak devletin olanaklarından olabildiğince
faydalanmalarını sağlamıştır. Kısaca NATO yer altı örgütlenmesi olan Gladio’nun
amacına uygun bir politik çizgi izlemiştir. Kendisi direkt olarak Gladionun yan
örgütlenmesi olmasa da (Bu konuda ne mahkeme açılmıştır, ne de sorgudan
geçilmiştir. Elde delil olmadan itham etmek istemedim, bir çok imalelerin
olması direkt organik bağın olduğu anlamına gelmez) Muhsin Yazıcıoğlu ayrılığında yapılan vurgu
gibi “bugün samimi insanların yanı sıra, istismarcılar ve karanlık ilişkilerine
ülkücü sıfatını malzeme edenler türedi. Bu durumun en önemli sebebi, harekete
dahil olacak kişileri süzecek, ya da mensupları, ülkücü hareketin idealleri
doğrultusunda test edecek sağlıklı bir fikri mekanizmanın olmayışıdır. “
MHP, bütün tarihi boyunca merkezi devletin disiplini
içerisinde hareket etmiş ve bir an olsun bağımsız davranmamış, her daim
devletin hizmetinde olmuş, devlet ne görev vermişse onu yapmıştır.
Devlet Bahçeli bugün AKP’nin hükümeti içindedir ama aynı
zamanda dışında gibi durmaya özen göstermektedir. Karadeniz bölgesinde gezdiğim
süreç içinde yaptığım gözlemim, AKP’nin İslamcı vurgusunun yerine ülke
birliğini savunan, ırkçı söylemden özellikle uzak kaçıp ama genel bir Türk
tanımı vurgusunu yapan bir söylem ile AKP’den ayrılanların ya da AKP
politikasından rahatsız olanları kendi etrafında çıkar ilişkisi içinde almış
gibi gözükmektedir… Henüz AKP’den çıkmış siyasi partiler Karadeniz bölgesinde
varlıkları hissedilmiyor, MHP daha görünür halde her yerde ve alanda
örgütlenmeye gitmiş… Devlet Bahçeli politikası yeni sisteme sahip çıkmak,
başkanlık sistemi içinde seçilmiş başkan Erdoğan’a destek verirken aslında
devlete sahip çıktığı vurgusunu kendi tabanına fısıldamaktadır. Yukarıda uzun
uzun yazdığım gibi genel MHP politikası, 12 Eylül’den ders çıkarılmış şekilde
devam etmektedir. Bahçeli genç taraflarını sokaklardan uzak tutarken, devletin
olanaklarından yararlanan bir yeni küçük işletmeci ve iş adamı çevresi de
oluşturmaktadır.
Paradigma ideolojinin yerini almış gibi duruyor…
Bugün MHP yönetimine verilen yeni sistemi savunmak fikri,
her türlü duruşu ve söylemlerin tersi olan söylemleri de içine alan,
paradigmaya uygun söylemler geliştiren Bahçeli ve ekibi halen partinin başında
tartışılmaz liderdir. MHP kadrosu da başkanlarına eskisi gibi gözü kapalı değil
ama eleştirel ama çıkar birliğinden kaynaklanan bir anlayış ile bağlıdır… Partiden
ihraç edilenlerin ideolojik olarak partiden kopmadıkları gerçeği göz ardı
edilmemesi gereklidir, onlar partiden politikaları yüzünden değil, ittifak
ilişkisine zarar verdikleri için partiden uzaklaştırılmışlardır…
Son söz olarak bugün faşizm denilince ilk önce akla MHP
gelmiyor, var olan siyasi partinin İslamcı faşizm diye adlandırılarak MHP ile
arasında ki fark ortaya konuyor, fakat AKP bugün ki somut durumu, ikinci dünya
savaşı sonrası oluşan faşist partilerin tarihi ile görüntüsel olarak paralellik
arz etmektedir. Parti başkanı her şeyi belirleyen, yakınında olanları birer
sekreter konuna dönüştürmüştür. Her cümle “cumhurbaşkanın bilgisi dahilide”
diye başlayan açıklamalar, devletin tüm bilgileri tek bir elde toparlanması, muhalefet
ve parti içinde olanlara bilgilerin paylaşılmaması, partinin ve liderinin izin
verdiği kadar bilginin sızdırıldığı ya da açıklandığı gerçeği ile karşı
karşıyayız. AKP, bugün MHP kadar tahlil edilmesi gereken bir partidir. Fakat
AKP, MHP’den farklı olarak önce devlet değil, önce hedefi olan İslam birliği ve
İslam devleti anlayışlına uygun olarak siyasi tercihlerini zamanı geldiğinde
adım atmasıdır… MHP, önce devlet derken, AKP önce parti ve başkan demekte ve
başkanın oportünist bir tutumda, paradigmasına uygun değişen ve bir tutarlılığı
olmayacak şekilde politik gündem yaratarak amacına uygun ortam yaratmak ve
yaratılan gündemin içinde adım atacağı ortamlar oluşturmasıdır.
AKP – MHP birlikteliği bugün tezatmış gibi gelebilir, fakat
MHP’nin kuruluşundan bu yana devlet öncelikli tutumu, daha önce iktidar ortağı
olduğu süreçte Ecevit hükümetini seçime götüren Bahçeli’nin tavrı arasında
büyük bir uçurum yoktur. Değişim Ecevit’in yenilgisi ile birlikte AKP’nin
doğuşuna imkan tanıyan ortamın yaratılması MHP’nin oynadığı rol tarihin
dehlizlerinde yerini korumaktadır… MHP meclis dışında kalmayı göze alarak
seçime gitmiş ve iktidarda ki tüm partiler meclis dışında kalması ile DSP ve
ANAP siyaset sahnesinde küçük bir figür olarak kalması ile sonuçlandı…
Bugün, Bahçeli 57. hükümetteki gibi bir tavır alıp erken
seçime gitme olasılığı var mıdır? Meclis dışında kalmayı göze alabilir mi?
Gelecekte MHP devleti korumak
için iktidar olmayı değil, iktidar ortağı olmayı sürdürecek mi? Devletin
değişmesi MHP için büyük sorun teşkil etmiyor, önemli olan var olan devletin
korunmasıdır.
İsmail Cem Özkan