Galata Gazete


23 Nisan 2020 Perşembe

Tam yüzyıl olmuş son Osmanlı meclisinin Ankara’ya taşınması…


Tam yüzyıl olmuş son Osmanlı meclisinin Ankara’ya taşınması…

Elbette sembolik bir kavram değildir, son meclis almış olduğu karar ile yeni sınırların ve ülke yönetiminin ne olmasının ipuçlarını da taşıyordu içinde. Son meclis, içinde Ermenilerin olmadığı meclis…

Son meclis aynı zamanda geriye kalmış ülkenin son resmidir.

Son meclis Dolmabahçe sarayının hizasından Ankara’ya doğru taşınmasıdır. Kısaca meclisin Ankara’ya taşınması yeni cephenin neresi olduğu ve bu sefer İstanbul fethinin batıdan değil, unutulmuş Anadolu’dan yapılacağını haykırmasıdır…

İttihat Ve Terakki Partisinin içinde başlayan koltuk mücadelesinin başka coğrafyada devam etmesi ve saraya damat olarak girenlerin hakimiyetinden damat olmayı isteyip de giremeyenlerin hakimiyete geçmesi de demektir.

Son meclis yeniden yeni binasında açıldı. Bu açılmanın başka bir sembolik boyutu vardır, yenilmiş bir devletin, yeniden devlet olma isteğinin haykırışından başka bir şey değildir.

Devlette önemli olan devamlılıktır, devamlılığın sembolüdür meclis. Alınan kararlar, söylenen sözler devamlılık gösterir. Uzun bir yolculuktur meclisin yeniden açılması, bir adamın bir yaya çizerek geldiği son noktadır. O son noktada devrim sembolü olan yıldızın yeni hal (biçim) almasından başka şey değildir…

Son meclisin yeniden kapısının açmasının yüzüncü yılındayız… Bu sembolik kapı açmanın ülkemizde karşılığı çocuk bayramıdır.

Ulusal çocuk bayramı.

Ulusal olması önemlidir, çünkü ulus devlet olmanın şartlarını yerine getireceğimiz ve içimizde yeni bir sermayenin kurulması için gümrük duvarları ile sanayicimizi koruyacağımızı ilan ettiğimizi anlatır. Sanayisi olmayan ülkenin yenilgi yaşaması doğaldır, o yüzden sanayisi olan ülkeye dönüşmek gayretleri ile kararlar alınacak ve uygulanacaktır.

Son meclis Ankara’da açılması demek, İstanbul’da mevcut hükümetin düştüğü ve temsiliyet hakkının olmadığı anlamını taşır.

Ankara’da yüz yıl önce açılan meclis ile İstanbul üzerine bir hükümsüzlük bezi atılmış, yeni bir devletin yürütme bölümünün oluşturulduğunun ilanıdır.

İstanbul teslim olmuştur, İngiliz askerleri karakollar kurmuş, izin belgeleri doldururken, İstanbul’a yüzyıllardır hükmetmiş olan Osmanlı hanedanı ve ailesini küçük bir alanda yaşamaya mahkum etmiştir. Almanların isteği ile “cihad” ilan eden son  halife’nin son olacağının da ilanıdır. Çünkü İngilizler kutsal topraklarda yeni devletler ve krallıklar ile uğraşmaktadır…

Birinci dünya savaşı teknolojinin muhteşem hızlı gelişimin motoru olmuş gibidir, Almanların geliştirdiği teknolojinin gelişmiş ülkeler tarafından yağmalanması ile karşılaşırız. İlk büyük kriz sermayenin hangi taraftan küresel boyutta gelişeceği ve emperyalist anlayışın sömürge anlayışından farklılaşmasını da taşır. Sömürge devlet dünyanın hakimi İngilizlerin bu savaş ile birlikte yeni emperyalist güç olduğunu ilan ederken öte yandan büyük bir yara aldığının da sembolize eder. Çünkü küresel güç küresel yeni dünyaya hakim olamayacak ve ikinci büyük savaşta artık emperyalist liderliğini yakın zamanda Amerika’ya kaptıracaktır. Okyanus ötesinde kurulan Amerika’nın güç olarak tarih sahnesine çıkması anlamını taşır…

Birinci dünya savaşından önce dünya 30 devletten oluşurken şimdiden yüzü aşmış devlettin ortaya çıkması anlamındadır…

Ankara’ya taşınan meclisin yüzüncü yılını yaşıyoruz, daha doğrusu Ankara’da kapısının açmasının yüzüncü yılı. Meclis çatısını onarmayla başlayan ailenin büyük sanayici olarak ülkemize doğmasının da yüzüncü yılıdır… Ulusal sermaye ve ulusal sermaye oluşturmak için atılan adımın da yüzüncü yıldır…

Alman emperyal devleti tarafından yapılmaya başlanmış ve artık bir anlamda hedeflerin çöktüğü demiryolların ülkemizin sınırlarını belirleyeceğini kimse bilemezdi meclis kapsının açıldığı gün, fakat biz son meclis ile aldığımız kararlara uyuyordu o demiryolu hattının sınırlar olacağı konusu. Güneyde demiryolları, kuzey ve batıda deniz, doğu’da Ağrı Dağı ve Kars sorunu olarak kalacak bir yer arasında, kısaca sıkışmış alanda yeni bir devlet yaratıldı. Siyasi mücadelenin saha mücadelesinin önünde olacak bir kavganın esas karargahıdır meclis.

Askeri kavga (mücadele) sadece masa başında elini güçlendirmek için kullanılan araçtır, esas olan siyasettir. O siyasetin kurallarını belirleyen istediğini alacaktır.

Dünya yeni bir düzene doğru çatladığı an, kırılma noktasında oluşan bir devleti belirleyen kuzeyinde yaşanan büyük bir devlerimin rüzgarı ile oluşacaktır…

Yeni bir dünya kurulmaktadır.

Ulus devleti içinden işçi devleti erken doğmuştur ve bu beklenmeyen devlet birinci dünya savaşının beklenmeyen sonucudur... Bu işçi devletin çıkarları ile emperyalist devletlerin çıkarları arasında oluşan bu boşluk alanda belirleyici olan diplomasi ve siyasettir. Ankara’da meclisin açılmasının en büyük belirleyicisi de bu boş olanın doldurulmasında siyasi öngörüsü olan eski İttihat ve Terakki partisinin dışlanmış muhalefetinin parti içinde iktidar kavgasını siyasi cephede kazanmasını da sembolize eder.

Bugün yüz yıl önce açılan meclisin kapısı bugün yaşadığımız sorunların ve üstü örtülerek yok sayılan sorunların tortularının sebebidir de aynı zamanda…

İktidar güçtür, gücü olan her şeyi görür ya da yok sayar. Bizde yok sayılan o kadar çok sorun var ki, sadece bir bölümüne neşter vurulmuş ve çözüm yolu bulunmuş ama hasır altına atılmış sorunlar yumağı içinde değişen dünya koşulları altında yok sayılanlar öne çıkmış ve “yüzleşme”, hesaplaşma” tarihi yeniden yorumlama” adları altında iktidara gelen liberalizmin açmış olduğu yoldan otokrasi, ılımlı İslam modelinin ülkemizin üzerine giydirilmiş yeni kıyafeti ile karşı karşıyayız…

Dünya değişim içindedir, ulus devletin yerini küresel devletin aldığı bu süreçte, krizin ve kırılmanın tam ortasında kalmış durumdayız. Bizim nereye doğru evirileceğimize kuruluş anında etki eden güçlerin ama liderlik konumları ve biçimleri değişmiş olarak onların çıkarları belirleyecektir. Bu yeni devletin oluşumunda olduğu gibi siyasi manevralar bu biçimlendirmeye etki edecektir.

Siyasi olarak güçlü olan istediği yeni elbisenin içinde kendisine yer bulabilecektir, aksi halde daha dar alanda yeniden kendimize ifade hakkı tanınabilir… Kısaca yüzyıl önce açılan bir kapı ve sonuçları bugünü anlatır. Bugün yaşadığımız kriz ve sorunlar geçmişi anlatmaz, sadece sorunların başlangıcını gösterir. Ölülerden medet umarak yola çıkanlar, ancak şerbet ve helva içinde kendisini dua ederken bulur, elbette gitmiş olan rahmetlinin arkasından…

Bugün ulusal çocuk bayramı olarak kutlanmaktadır. Çocuklar ancak balkona ve camlara çıkarak bayramlarını kutlayacaklardır. Onların ulusun birer askeri olarak yetiştiren ulusal devlet politikası darmadağınıktır. Onun yerini doldurmaya çalışan ve bilimden uzak dini hurafeler ile dolu olan eğitimden geçen bu kuşak hem var olanı ret etmiş ve hem de geçmişi ret etmiş olduğunun farkında olmadan kendilerine özgü bir yaşam yaratmış ve onun içinde yaşamaktadır… Hem geçmişin sembollerini ellerinde taşırken, emperyalist ülkelerde çocuklar gibi hazır kıyafetler içinde, onların belirlediği saç modelleri ve ellerinde Çin’de üretilmiş oyuncaklar ile yeni güne merhaba diyorlar. Bir çok çocuk ekrandan başını kaldırıp gerçekten çevresine baksa, yabancı bir yerde yaşadığını düşünebilir, çünkü onun iyiliğini düşünen ailesine bile yabancıdır… Onlar sadece ihtiyacını karşılayan büyüklerdir, onlar yeni dünyalarını ekranlar arasında sanal alanda oluşturmakta ve o alanda yaşadıklarını gerçek sanmaktadır…

Yeni bir devlet doğuyor, doğmadan önce kontrol mekanizması altında her şeyimiz kodlanarak bir merkezde depolanıyor. Bizim ne düşüneceğimize, nasıl yaşayacağımıza bizim adımıza bizim hiç görmediğimiz bir noktadan dikte ediliyor, karar veriyorlar…

Yeni bir dünya kuruluyor, bizler bu kırılmanın en can alıcı fay hattı üzerinde olduğumuzu bile bilmeden gece uykusundan kalmış ve sesler ile duvarları yıkılan bir evin içinden balkonlara bayrak asma telaşı içindeyiz…

Dünü anlamayan, bugünü hiç anlamamış bir kuşağın gelecek perspektifinden yoksun olarak yaşadığı bugünlerde yüzyıl önce açılan meclisin kapsının ne anlattığını gerçek anlamda anlamayan bir iktidar gücün koltuk savaşı içindeyiz…

Balkonlara çıkıp marşlar okuyacağız, “Çıktık açık alınla on yılda her savaştan” diyerek ve bizler hala o on yılda kalmış geri bıraktırılmış bir ülkenin evlatlarıyız!...

Marshall yardımı ile süt tozu içmiş bir ulusun çocuklarıyız. O gün zehirlenen midemiz, zehirlenen beynimiz ile bugünü anlamaya ve kavramaya çalışıyoruz. Yeni küresel güçte olan ve söz sahibi olanlar bizden daha fazla söz hakkına ve yönlendirme hakkına sahip bu ülkede. Onların belirlediği politikaları, stratejileri ve onlara uygun adayları onaylayan konumunda kaldık… iç kavgamız; değişen gündemler içinde liderlik üzerinde yaparken bir birimize düşman, ne istediğini bilemeyen anlık çıkarlara göre karar veren bir “ulusun” evlatlarıyız…

Bundan yüzyıl önce son meclis yeni taşındığı Ankara’da kapılarını ilk defa açtı, nerde kalmıştık dedi… Yeni meclis başkanını seçti, yeni gündemi ile kürsüye vurulan bir tokmak ile yeni yol haritasını çizdi… Yeni meclisin öteki mebusları zaman içinde ulus devletin homojen parçası olanlar maaşlarını almaya devam etti, olmayanlar ise istiklal mahremlerinde ipin ucunda son nefeslerini verdiler… Ulus devlet demek homojen olmak, homojenlik adına bu ülkede o kadar çok katliamlar yapıldı ki, hala da yapılıyor. Hendek altında kalan son nefesler, açlık grevlerinde bırakılan son nefesler hepsi ulus olmanın koşulu olarak sunuldu bize…

Yeni dünya kuruluyor, “bir arada yaşamak” fikri bile bu yeni kurulan küresel dünyada henüz yerini almış değil, çıkarlar ulus, milletler üzerinden değil, en ucuz emek ve onun sömürüsü üzerinden kuruluyor… “Bir arada en ucuza çalışan” fikri üzerinde yeni küresel dünyalar kurulmaktadır… Devletler “en ucuz emek gücü” yaratmak için her türlü koşulu oluşturmak için var olmaya devam edecektir…

İsmail Cem Özkan

6 Nisan 2020 Pazartesi

Savaşıyoruz kendimize karşı...


Savaşıyoruz kendimize karşı...

(Dünyada popülaritesi hiç bitmeyen alan sağlıktır. devamı)

3. Dünya savaşının adına “corona” demişler, tüm ülkelerin görünmeyen düşmanı bu sefer içimizde, savaşıyoruz kendimize karşı...

Ulus devletinin yıkıntısı arasında oluşturulmaya çalışılan ama bir türlü oluşturulamayan liberal düzen. Liberalizm tarihinde olmadığı kadar iktidarda kaldı, üstelik liberalizme karşı olan muhafazakar kimliği altında iktidarda kaldılar. Ulus devletin birikimleri, iki büyük savaşı ortaya çıkarmıştı, şirketler doğdukları kalıba sığamıyorlardı ve küresel bir büyümenin sonucu, ulus şirketin yerini çok uluslu şirketlerin ortaya çıkması ve ulusu ret eden şirketlere dönüşmesi seksenli yıllarda gerçekleşti… Şirketler dönüşüm yaşadı ama devletler aynı esneklikte dönüşemedi, çünkü ulus devleti var eden koruma sistemi vardı ve şirketlerin çıkarı ile mücadele içindeydi. Her kurum kendi varlığını korumak için kavgaya girecektir, kaçınılmaz olan oldu ve liberalizm yeni tarih yorumu ile sahneye çıktı, yıktı özelleştirme adı altında ama yerine yeni bir şey koyamadı. Çünkü düzen ancak hukuk kuralları ile oluşturulacaktı, hukuku olmayan ama işleyen yeni dünya düzeni ortaya çıktı.

Hukuku olmayan her işleyen şey düzen değildir.

Yeni bir düzen ve sistem olmadığını da Trump iktidara geliş süreci kanıtladı. Küreselleşme taraftarları ile ulus devlet artıklarından ulus devleti yeniden kurma mücadelesi alanı Amerika olması tesadüfi değildir.

Amerika kapitalist sistemin sembolüdür, örnek gösterilmektedir,  Sovyet modeli yıkılmış, Amerika modeli hala ayakta ve işlevini yerine getirmektedir. O model üzerinde seçimler yeni cepheleşme alanı olması şaşırtıcı olmamıştır, Trump’ı iktidara taşıyan süreç ve onu izleyen dünya ölçeğinde yapılan protestolar bu çatışmanın görünen yüzü olacaktır. Trump seçilmiş bir başkandır, öyle tesadüfen iktidara taşınmış bir tip değildir, çünkü Ortadoğu’da uygulanan modele uygun bir lider profili çizmektedir.

Ortadoğu’da ki liderlik modeli; başkanlık/ yarı başkanlık sisteminin suiistimal edilmesi (parlamentonun devre dışı bırakılması). Genel olarak; otokrasi heveslisi kişi kendi iktidarını uzun vadeli yapabilmesi için devlet kurumlarını kendi duymak istediği duymak istediğini papağan gibi tekrarlayan sadık kişilerle doldurmasıyla başlamış. Sonrasında yaşadığımız süreç politika hatalarını getirmiş ve doğal olarak; üst düzey bürokratlar ve yargıçlar "hatalarını" lidere şirin gözükmek için ya da elde ettikleri koltuklarını kaybetmemek adına liderine biat ile sonuçlanmış. Liderlik kurumuna ve alınan kararlara karşı ses yükselten herkesi saf dışı bırakır bu anlayışın hakim olduğu yerlerde.

Kağıt üzerinde devlet ama…

Halkın devlet kurumlarına olan güveninin azalması ve kamu görevlilerinin halk karşısında hesap verilebilirlik algısını kaybetmesiyle kağıttan devlete dönüşüm çabuk gerçekleştirilmiş... Ortada devlet var ama işlevi yok, liderin ihtiyaçları, öngörüleri emir olarak kabul edilip, sorgusuz, soranı cezalandıran bir yeni devlet anlayışı hakim kılınmış, ulus çıkarından daha öncelikli lider ve çevresinin çıkarı kabul edilmiş. Trump ulus devletini temsil ediyormuş gibi söylemler ile iktidara geldi ama ulus devletinin olmazsa olmazlarını göz ardı ederek kendi iktidarını oluşturdu. Damadını kabinede yer vermesi sadece sembolik bir anlam ifade etmektedir, çünkü ortada küreselleşme politikası ve ona doru atılan adımlar var ve ona direnen bir sermaye gurubu… Önce Amerika sloganı ile vücut bulan görüşte Amerikan halkının çıkarı değil, dünyaya hükmeden bir Amerikan şirketler birliğinden söz edebiliriz. Dünyaya hükmedilecekse onu ancak bizim şirketlerimiz ve anlayışımız yapabilirin kavgasıdır.

Bencilleşme yeni dünya düzenin ilk vücut bulmuş halidir.

Bireysel kurtuluş ve bireysel başarı popüler yaşam içinde öne çıkarıldı ve virüs salgını ile birlikte bir mahalle baskısına dönüştürüldü. Bireysel kurtuluşun için belirli yaş gurubunu eve kapa, izole et kampanyasına katıl ve sende çevrene yap… Yapıldı da, gençler ülkemiz gibi kültürel seviyesi ortada olan ülkelerde yaşlılara her türlü hakaretler edildi, yollarda çevrilip polis asayiş görevlisi gibi davranan gençleri gördük… Yukarıda filler kavga ederken, çimler arasında yeni iktidar kavgaları ortaya çıkmıştı, fil ayağının çıkarmış olduğu rüzgar ile eğilen çimler bir biri ile kavga ediyor ve üstünlük egolarını tatmin ediyorlardı.

Ulus devlet görünümlü devletlerin virüsü kontrol altına mı alacak yoksa küresel dayanışma ile mi yok edecek?

Avrupa birliği sınırını içinde olan ulus devletler şeklinde çizdi, en büyük hatayı yaptı, Almanya kendi sınırını korumaya aldı, Fransa öyle... Bu tepkinin elbette siyasi sonucu olacak... Eğer Avrupa kendini bir olarak görüp mücadeleyi ortak yapabilmiş olsaydı, AB bir illüzyon olmaktan çıkıp küresel figür olabilirdi. Şimdi virüse karşı yapılan ulusal sınırlar içinde ki mücadele yöntemleri sorgulanacaktır, çünkü insanları uzun süre eve hapsedemezsiniz, etmiş olsanız da sermaye ve ekonomi bunu kaldıramaz... Sonuç, küreselleşme fikri kendisini birey üzerinde daha fazla hissettirecek, soru sormaya devam edecek...

Yeni dünya kuruluyor, yıkılmış olanın üzerine...

Ulus devlet yok oldu ama kırpıntısı hala devlet görünümünde devam ediyor... Elbette cevabı belli olan sorun ortaya çıkarıldı ve insanlardan oluşan sorun karşısında küresel bir mücadelenin varlığı beyinlere işlendi... Ulus devletin başarısızlığı bugün yaşananlar ile daha çıplak nasıl gösterilebilinirdi?

Sonunda bakla ağızdan çıktı!

"Coronavirüsle başa çıkabilecek global bir lider yok"

Mevzu bahis küreselleşeme ve ona liderlik edecek bir yapının meşrutiyetinin kazanması, gerisi teferruattır! Sürecini yaşıyoruz...

İnsan haklarından geriye ne kaldı?

İsmail Cem Özkan

2 Nisan 2020 Perşembe

Dünyada popülaritesi hiç bitmeyen alan sağlıktır.


Dünyada popülaritesi hiç bitmeyen alan sağlıktır. 

(Coronavirüs karşısında çaresizlik mi? devamı…)


Özelleştirme, bugün yaşanan ölümlerin temelinde yatan sorunun kaynağı olduğu daha fazla hissettiriyor…  Kamu hastanelerin çürütülmesi, bakımsız bırakılması ve teknolojik gerilik, gelişmekte olan sorunlar karşısında yetersiz kalması özelleştirmenin mantığı içinde vardı, çünkü özelleştirilen yani sektör haline getirilen yeni sektörel sağlık alanına halkı teşvik etmek gerekliydi, edildi de. Sigortalar aracılığı ile, medyada ki halka ilişkiler uzmanların eli ile, kısa ve kestirmeden elde edilen popülist sağlık yöntemleri ile ve de marka olmuş doktorların elleri ile sektör yeni dünya düzenine uyum sağladı. Her şey pırıl pırıl, camekanlarda asılı olan afişler, temiz gibi görünen ve sağlıklı olduğu teşvik edilen, göze hitap eden hastaneler… Devlet hastaneleri dökülüyor, hasta sıraları daha da uzamış, “bugün git yarin gel” söylemleri her zaman ki yerinde duruyor, fakirin gittiği yerlerde elbette hijyen sözde kalacaktı, kaldı da…

Biraz cebinde parası olan özel hastaneye, cebinde parası olmayan devlete...

Zaman içinde bu oranlarda da değişimler olmaya başladı, özel tetkikler için devlete, sonucu göstermek için özel hastaneye… Halkımızın çözümü basitti, nerede iyi doktor (iyi kötü, vasat ayrımı ortaya çıkarıldı) varsa ondan fikir almak önemliydi, onun dediğini doğru kabul etti ve sağlık alanında kırılmalarda bu şekilde toplum içinde oluşmaya başladı, çünkü sektör kendisini var edebilmesi için popülist hastalıklar üretmesi gerekliydi. İlaç firmaları zaten bu işten aslan payını alırken, bu aslan payı işin içine özel hastanelerde girmiş oldu.

Dünyada popülaritesi hiç bitmeyen alan; sağlıktır.

İnsanların cebinde ki son kuruşu da sağlık konusunda endişe ve korku yaratırsan alabilirsin, çünkü yaşamak güzeldir ve kimse tedavisi varken ölümü tercih etmeyecektir… Yaşarken elde ettiği tüm birikimlerini korsanlara değil ama sağlık sektörüne kaptıran insan sayısı çok fazla olduğunu düşünüyorum.

Yılda bir genel bakım her sigortalının hakkıdır!

Sağlık alanı öyle can alıcıdır ki, hem canı alır hem de cana can katar… Uzayan yaşam, yaşamın uzamasından kaynaklanan hastalıklar, üretile hastalıklar, üretilen tedavi yöntemleri ve hiçbir şeye yararı olmayan ilaçlar ve onların yan etkileri. Hastaya dayatılan ilaçlar ve oluşan hastalıklar ile de mücadele ederken, daha başka alanlarda üretime için enerjimizi harcamak gerekirken hastalıklar ve tedavileri için araştırma içinde bulduk kendimizi… Hem zamanımızı çaldılar hem de sağlığımızı… Sektörün hedefi paradır, para getiren müşteriyi neden ayağını kesesiniz ki hastaneden, onun ayağını sürtmek ve devamlı hastaneye gelmesini sağlamak gerekliydi… Getirdiler de…

Devlet, şirket ve onun çıkarı için vardır ve o çıkara uygun örgütlenmiştir.

Coronavirüs salgını sonrası alınan kararlar ve uygulamalar hepimizin gözleri önünde oldu. O kadar çok bilgi ve veri paylaşıyor gibi gözüküyor ki, sonunda bizlerde “ne şeffaf, bu işi iyi yürütüyorlar” diye algıladık, fakat işin gerek boyutu yani gerçekler hiçbir zaman beklide açıklanmayacak! Çünkü her katliamda ölü sayısı nasıl ki net olmazsa, bu salgının gerçek boyutu bizim için net olmayacak, eğer tam veriler açıklanmış olsa o güne kadar gözümüzde büyüttüğümüz ‘devlet’ denen kurum tartışır hale gelir, devletin yürütmesi olan iktidarlar sadece işin formalitesinde yer aldıkları daha çıplak gözükür olurdu.

Özel hastaneleri teşvik ettiler, halkın çoğunluğu korumasız kaldı...

İtalya'da hastanelerde yeteri kadar “solunum aletinin” olmaması yüzünden ölümler fazla olmuş... Bize sunulan ilk veri buydu, fakat solunum aleti takılmadan da ölümlerin önüne geçecek yöntemlerin de olduğu ortaya çıktı, sorunun kendisi hastanelere olan başvurunun fazla olması ve yeteri kadar gelen hasta ile ilgilenilmemesi, kısaca hasta ayrımı yapılarak birilerin ölümüne sebep olurken birilerin yaşamasına da sebep olan bir karmaşa söz konusuydu… Bunun nedeni özelleştirmenin tartışılmayan sonuçlarında yatıyordu.

Kaos göstermiştir ki, yeteri kadar örgütsüz ve lojistik alanın boş kalırsa, o kadar çaresiz kalırsın.

Elbette özelleştirme adı altında devlet hastanelerini bakımsız ve teknik anlamda yetersiz, yetişmiş sağlık personelinin olmaması bu salgın hastalık karşısında çaresiz kaldığını dünyaya ilan etmiş oldular...

Dünyaya sadece liberal ekonomi ve onun uygulamaları teşhir edilirken, sorunun kaynağına yani örgütlenme modeli üzerine kimse henüz dokunmuş değil. Avrupa birliği üyesi olan İtalya bu salgında tek başına bırakılmış, Avrupa birliği bütünlüklü hareket etme yerine “başının çaresine bak, aynı sorunu bizde yaşıyoruz” demişlerdir…

İnsanlar değil, kapitalizm ölsün!

Ölümler geometrik olarak artarken, işini kaybedenler açlık ile yüz yüze gelmeye başlamıştır. Toplumun içinde kaygı, belirsizlik, panik havası biyolojik savaşın istenilen sonucu olması nedeni ile kafalarda bir çok soruyu da ortaya çıkarmıştır, çünkü biyolojik silahın nerede ve kimler tarafından uygulandığı kesinlikle tespit edilemez. Savaşın taraflarının en azından saldıran tarafı net gözükmüyor ama kurbanlar ortada, her gün çaresiz olanları toprağa taşıyan törensiz cenazeler şehrin kutuluklarında yer almaya başladı. Yeniz mezarlıklar oluşturuluyor, ileride yakınları onları arayıp bulsun diye…


İsmail Cem Özkan