Ara rejim…
Her darbe sonrası döneme ara rejim denir. Sözde demokrasiye
geçileceği vaat edilir ama demokrasi yerine ülkeye her daim bir beden daha
küçülmüş bir elbise giydirmeye çalışırlar… Dar elbise içinde insan ne kadar
rahat hareket ederse, ülkede o elbise içinde rahat hareket etmeye çalışılır ama
ara rejimin bir ürünü olan anayasa kısa zamanda bizzat yapanlar tarafından çiğnenmeye/delinmeye
başlanır. Sağından solundan çekiştirilerek yapılan düzenlemeler anayasaya
uymadığında anayasanın ilgili maddesi de değiştirilir, çünkü ara rejim
kendisinden sonra gelen iktidara her zaman öyle bir gücü miras olarak bırakır…
Ara rejimler her zaman darbelerden sonra gelmez, bazen
demokrasi tıkırında işlerken, demokrasi tekerleği bir çukura düşer, o çukur
içindeyken baş gösteren krizler ve onu yönetemeyen siyasi iktidarın tek çıkış
kapısı kalır, ara rejim! Beka söylemleri ile başlayan bu ara rejim güya
demokrasi için elzemdir, işler iyi gitmiyordur, iyi gitmesi için güç iktidara
verilmelidir ve iktidar elde ettiği güç ile çukurdan demokrasinin tekerleğini
çıkaracaktır…
Güçlü ülke söylemleri ile demokrasiyi kendisine göre
yorumlayan ve “halkın iyiliğini” düşünen siyasi iktidarlar mutluluk endeksini
sürekli geriye çekerken, devletin güçlü olduğu yani iktidarın güç alanını
sorumsuzca kullanabildiği alanın yaratılmasından başka bir anlamı olmayan
kararlar alınmaya devam edilir…
“Her şey devlet içinde yaşayan halk için” derler ama “halk”
kavramının ne anlamına geldiğini bir türlü söylemezler… Siyasi partilerin
pratiklerine bakarsanız “halk”; parti üyesi ve yalakalarından oluşur, diğer
kalanlar ise ötekidir ve yok edilmesi düşmandır…
Birinci dünya savaşı sonrası iktidara seçim ile gelen Hitler
ne düşünüyorsa ondan sonra gelen tüm diktatörler aynı şeyi düşünmüştür, tek fark
Hitler yasalara uygun şekilde toplama kamplarında halkının gözlerinin uzağı da
işlediği cinayetleri oturma odalarına insan derisinden yapılmış abajur olarak
soktu…
Ara rejimler hayatımızda sürekli olmuştur, sürekli olarak
kapitalist sistemin içinde krizleri takip eden günler ve yıllar içinde ara
rejimlere uygun cinayetler ve katliamlar olmuştur. Her ara rejim; katliam ve
faili meçhul cinayet demektir. Ara rejimlerde örtülü ödenekler artar, devlet
adına işlenen cinayetlerin üstü bir şekilde kapatılır…
Kapitalizm yeniden biçimleniyor, birinci dünya savaşı,
ikincisi onu devam eden liberalizm çılgınlığı, enerji sorunu çözmek adına
körfez ülkesine yapılan işgaller ve “Arap Baharı” adı verilen Ortadoğu’da
halkları birbirine kırdırma süreci.
Sermaye için var edilen / kurgulanan devlet ve sermayenin küreselleşmesi
adına yok edilen devlet aynı ama küreselleşmenin bu aşamasında ortaya çıkan bu
ara rejimde devlette ihtiyaç duyulduğu için klasik devlet algısı varlığını
korurken, ulusal devletlerin yok edilmek istendiği süreçte yaşıyoruz…
Tarih yeniden biçimlenmesi için kırılıyor, yeniden
yorumlanıyor ya da yaratılıyor.
Sömürge kralların heykelleri yıkılıyor.
Efendilerin heykelleri kırmızı renge boyanırken, köle
olanlar ilk defa renk ayrımcılığından pozitif ayrım görmüş beyazlar ile
birlikte meydanları doldurmuş olması göreceli bir umut yaratıyor. Aslında
efendiler ve ezilenlerin rollerinde bir değişim olmadığını hepimiz biliyor ya
da hissediyoruz. Sermayenin renginin olmadığı bir düzende küreselleşme ve onun
ürünü olan göçmenlerin yaratmış olduğu ucuz emek gücü ve bir arada olması
gerekenler, bir dilim ekmek için birbirini boğazladığı/ boğazlatıldığı bir sürecin
içindeyiz…
Tarih kırılıyor ve sesi hepimizin kulaklarını tırmalıyor.
Elbette yer altından yer üstünden gelen sesler değil bunlar; ölümün,
boğazlanan, boğazı kesilenlerin normal görüldüğü “hibrit” savaşların bize
yansımasının altındayız. Kaç canlı bomba içimizi parçalamadı ki bu zaman dilimi
içinde, kaç katliamın kanı bizi boğmadı ki, hepimizin oturma odasına yaşadığımız
katliamlar, cinayetler, soykırımlar romantik bir görüntü gibi sunuldu.
Değişimin olduğu anda az ya da çok kırılma/ ayrışma sesi
geliyor ve biz buna ara rejim diyoruz... Bizler ara rejimin tam ortasında bütün
değerlerin küçük çıkarlar lehine yok sayıldığı sürecin içindeyiz... Bu süreçten
insan kalarak çıkmak bütün mesele, kaçımız insan kalacağımız sanırım belli gibi
oldu ama insan gibi görünenler ama kariyeri olanlar?
Ülkemiz açısından daha önce benzeri hiç yaşanmamış bir ara
rejimin içindeyiz. Ara rejim bizi hangi kapıya bırakacağı henüz muğlak... Ilımlı
İslam söylemleri ile başlayan süreç, 12 Eylül süreci henüz bitmeden kendimizi başka
ara rejimin içinde bulduk.
12 Eylül sonrası oluşturulan ara rejimde, liberal ekonomi ve
politikanın sonucu olarak ulus devleti büyük oranda yıkılmış, devletin elinde
ne var ne yok “özelleştirme” adı altında yağmalanmış, üretimden tüketime geçiş
yapmıştık. Şimdi kendimizi tüketme süreci içindeyiz…
Ara rejimlerde hukuk dudak arasında kalan bir söze dönüşür...
Bu sözün olduğu yerde yazılı olana değil, korkunun ortaya çıkardığı “kraldan
çok kralcıların” ortalıkta kendisine ortam oluşturması ve alan açarak kendi
çıkarları doğrultusunda bir biri ile çelişen kararlar alınmasından başka şey
değildir...
Haziran ayı içinde Ankara’ya doğru yürüyen ve Ankara
girişinde yağmur, soğuk altında bir gün bekletilen baro başkanlarına görülen
eziyet ne yazık ki tüm topluma layık görülebilir... Eğer bu ara rejime uygun
direniş noktaları ve ittifaklar oluşmazsa, karanlık içinde baro başkanlarının
yaşadığını hepimizin yaşama olasılığı var.
Ara rejimler her zaman kısa sürer beklentisi içinde olunur
ama ara rejimler 12 Eylül darbesinden sonra hiç da kısa sürede ortadan
kalmadığını kanıtladı.
Yaşadığımız zaman ne yazık ki yeni bir ara rejimdir,
geçmişte ki ara rejimlere benzemeyen uygulamalar içinde…
İsmail Cem Özkan