Galata Gazete


30 Aralık 2020 Çarşamba

Değiştirin!

 Değiştirin!

 

Değiştirmek için önce bakış açısının ve düşünce biçiminin değişmesi gereklidir. İnsan nasıl düşünür ve yöntem izlerse hayata öyle bakar… İnsanın düşüncesini kullandığı dil belirler… Nefret söyleminin hakim olduğu yerlerde yetişen tüm bireyler nefret söylemini ileriye taşır ama onun farkında bile olmaz, çünkü o içinde bulunduğu kültürde o söylemin doğal olduğunu düşünür ve öyle yaşar.

 

İslam Arap topraklarında kız çocukların kuma gömülüp öldürülmesine karşı çıkarak doğdu, bugün ülkemizde uygulanan İslam ise kadın cinayetleri ile anılır oldu...

 

İslamı siyasiler yorumlayınca var olanı değil, olmasını istediği gibi yorumlar ve uygular...

 

Kadın cinayetlerini durdurun diye isyan eden kadınlar, öte yanda İslam adına fetva verenler…

 

Fetva verenler ne yapıyor, İslam’da seks konusu tartışmak dışında...

 

Birde sürekli tekrarladıkları "kadının ayağı altında..."

 

Kadının ayağının altında cennet, sırtında bıçak...

 

Bir dönem karnından bebeği eksik etme bakışı vardı, eksik edilmeyen bebelerin durumu ortada değil mi, ucuz işçi ya da cennette gitmek için adam öldüren, kendisini canlı bomba yapan mücahit...

 

Bunlar İslam dinin doğuşunda var mı?

 

Siyasilerin yorumlamasında var, vicdanların yorumlamasında yok...

 

Hiç bir din öldürmeyi kutsamaz, ölüm sonrasına insanı hazırlar, o da doğal ölümdür.

 

Din, insanları ölüme yani doğal akışında olan doğumdan gelen ölüme hazırlamak için ortaya çıkmıştır... Doğum varsa ölüm var, doğuma kimse hazırlanamıyor ama ölüme hazırlamak şarttır...

 

İnsanı manevi hazırlamak dışında var olan tüm din yorumları bir çıkar gurubuna hizmet için vardır...

 

Dini çıkarlarınızın aracı, hizmetkarı olmaktan çıkarın, insanı sevin...

 

İnsan sevgisi içinde kadın, erkek, çocuk doğa... sevgisi vardır, sevgi ayrım yapmaz...

 

Kadın cinayetleri İslam’ın farklı yorumunun sonucudur bugün yaşanan...

 

Kendisini can alan olarak gören cihatçı kafası...

 

Erkeklerin dinidir var olan tüm dini kurallar, kadınları kirli diye dışlar... Kir ise cinayet ile temizlemek olarak algılayan ve yorumlayan bir dini ne yazık ki yaşıyoruz ülkemizde...

 

Bu algıyı değiştirin!

 

Değiştirmek sizin elinizde.

 

İsmail Cem Özkan

18 Aralık 2020 Cuma

Unutmayın!

 Unutmayın!

 

Maraş katliamının bir yıldönümüne daha yaklaşıyoruz... Unutmadık acıyı yaşatanları ve yaşayanları...

 

Maraş bir dönüm hatta kırılma noktasıdır.

 

Katliamda elde edilmek istenen sonuç ortada değil mi? 12 Eylül.

 

Katliamı yapanlar 12 Eylül’ü yapanlardır, organize edenlerdir, arkasında ki lojistik ve ideolojik güçtür...

 

Peki, ne yaptılar Maraş’ta?

 

Cevabı açık, katliam!

 

Peki, sonucu ne oldu?

 

Sol, o güne kadar toplum içinde kitleselleşmesi nicel olarak durduruldu, o katliamdan sonra sol kitle kaybeder oldu, kadrosu nitelik olarak iyi olmasına rağmen kitle içinde sola olan güven de göreceli olarak azaldı, çünkü katliama karşı yeterli kadar direnememiş, orada yaşanan göçü engelleyememiştir... Elbette elinde olan imkanlar ile direnen sol güçler oldu, fakat yeterli olamadı...

 

Sol, 12 Eylül’e giden ilk kırılmadan başarısız çıktı, sonra sol içi çatışmalar arttı...

 

Solu toplum içinde itibarsızlaştırmak ve gücünün olmadığını göstermek için amiral gemisi gazeteler ve onu izleyen medya ile büyük bir algı operasyonu yapıldı.

 

Fatsa seçimleri sonrası yaşanan 7 ay ikinci büyük kırılmayı ifade eder, çünkü Türkiye’nin en büyük kitle örgütü Devrimci Yol'un gücünün test edildiği bir alan ortaya çıkmıştır... Eğer Devrimci Yol Dersim seçimlerini kazanmış olsaydı belki orada başka bir test yapılırdı, fakat Fatsa seçimi kazanılmış, Devrimci Yol yönetime kendi kadrosu ile gelmiş ve soyut halden somuta dönüşmüş bir örgüt konumundadır.

 

O güne kadar Devrimci Yol ile faşistler eli ile kontrgerilla zaten mücadele ediyor ama bölgesel olduğu için onun gücünü test edilme şansı yoktu, Tariş grevi ve sonrası İzmir’de yaşananlar solun gücünü test edemezdi, genel fikir verebilirdi ancak ama Fatsa! Orası Devrimci Yol'un somut olarak ortaya çıktığı alan.

 

Orada yaşanacaklar Devrimci Yol'un gerçek gücünü göstereceği en önemli alan. Öte yandan yer altında örgütlenmiş olan TKP'ninde gücü test edilecekti. DİSK genel başkanı Kemal Türkler.

 

12 Eylül’e karşı direnişi ve sonrası gelişecekleri tahmin etmek isteyen ideologların yönlendirmesi ile kontrgerilla iki güce karşı bir darbeye karşı direniş testi yaptı ve 12 Eylül tarihini netleştirdi...

 

Bir suikast, yani siyasi cinayet, diğeri nokta operasyonu...

 

Sivil faşist güçlere ihtiyaç kalmayacak şekilde 12 Eylül darbesi yapılabilirdi artık, yapıldı da, çünkü nokta operasyonunda sivil faşistlerin kullanılması direnişi ülke sathında yok etmediği gözlenmişti...

 

Sivil faşistleri de hedefe koyan darbe nokta operasyonu yönetenlerin kafasında netleşmişti...

 

Maraş katliamı, Nokta Operasyonun ve Kemal Türkler cinayetinin habercisiydi, bugünden o günlere bakınca daha net anlaşılıyor...

 

Maraş katliamını unutmayın, çünkü bugünü anlamak istiyorsanız o katliam ve sonrası gelişen olaylar zincirine bakın, solu geniş toplum içinde itibarsızlaştırmakla kalmadılar, partileşmesinin ve gerekli örgütlenme yapmasının da önüne geçtiler...

 

Sol, 12 Eylül sabahı örgütsüz yakalandı, her ne kadar darbenin geleceği aylar öncesinden belli olmasına rağmen... Sola direniş için örgütlenmeye fırsat vermediler darbe yapanlar, halk değimi ile “yılanı henüz baştan başını ezmişlerdi”...

 

Maraş'ı unutmayın, 12 Eylül Maraş’ız anlaşılmaz...

 

Bugün yaşadıklarımız Maraş katliamın bir devamıdır.

 

İsmail Cem Özkan

5 Aralık 2020 Cumartesi

Ateş düştüğü yeri yakıyor...

Ateş düştüğü yeri yakıyor...

 

Corona yüzünden toprak ile buluşanlar her gün medyanın sayfalarına düşüyor… Her birinin öyküsü var, her birinin yaşanmışlığı var. Sanki ilk defa oluyor gibi, “sende mi”, “olamaz”, “ihmal yüzünden” diye acılarını paylaşıyor yakınları ve sevenleri. Elbette haklıdır acıyı yaşayan, ilk defa ocağına ateş düştüğü için acı içinde bağırması, isyan etmesi ama ondan önce ölenlere karşı biraz saygısızlık değil mi? Ondan önce ölen, o kadar sağlık çalışanı, yaşlı, genç, çocuk... Cinsiyetçi bakış açısı içinde erkek, kadın olanlar ve bir de kendi hemcinsine bakıp şevk duyanlar, tecavüzcüler, tecavüze uğrayanlar... Kısaca hangi bakış açısını kabul ederseniz edin acı ocaklara düşüyor... Düştüğü yeri de yakıyor...

 

Bazı meslek gurubu içinde kendisini tanımlayanlar, kendi mesleklerinde olunca hep birlikte acı duyumları bana çok ilginç geliyor, sanki kendi meslekleri bu yaşananları yaşanmayacakmış gibi... Yaşandığı zamanda “ihmal var” demeleri...

 

İhmal bu pandemi ortaya çıktığı andan itibaren var, adının konması bile uzun bir süreç oldu ve adı konana kadar bile on binlerce insan öldü...

 

Ateş düştüğü yeri yakıyor, ölen insan. Kadın, erkek, çocuk... Meslek ayrım yapmadan, coğrafya ayrım yapmadan, hangi kültüre ait olduğunu düşünmeden… Ölen her insan arkasından aynı acıyı, aynı hüzün duyduğumuz an, belki insan olmaya başlıyoruz diye düşünüyorum, çünkü sadece kendi meslek gurubu içinde görüp, o meslek gurubu içinde hayata bakanların insanlığından bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyorum. Bir insan ister pandemiden dolayı ölsün, ister trafik kazası, ister iş kazası denilen iş cinayeti sonrası, bu ölümlerin kader olmadığını ve birilerinin ihmal etmesi, daha fazla para kazanmak için bu cinayetlere göz yumduğunu unutmadan “acı düştüğü yeri yaktığını” aklınızdan çıkarmayın...

 

Bir doktor bugünlerde ölüyorsa bunun sorumlusu kim olduğunu bilin, o bir cinayete kurban gitti, katili belli, üstünü örten de belli, acıyı iliklerine kadar hisseden ve ona rağmen çalışmaya devam eden de belli...

 

Bir meslek erbabı ölmüş, bütün meslek erbapları isyan ediyor, olamaaaaz... Oldu, hem de binlerce insana olan oldu, öldürdüler, önlenebilir ve basit önlemler ile bu ölümlerin önüne geçilebilinirdi...

 

Ölenleri suçlu ilan ediyorlar, “maske, mesafe, hijyene” uymadığı için! Belki direkt suçlamıyorlar ama sürekli ekrana çıkıp tekrarlanıyor, bakın diyorlar sessizce ve açıkça söylemeden, onlar uymadığı için ölenler rakamları arasında yer alıyorlar. Bugün ölenler rakamı diye veriliyor, “yüzü açtı, tehlike daha yakınımızda!” , “Çember daralıyor!”

 

Ölenler aslında tüm kurallara uydu, uyuyor… Uyuyor da, bir kuruş veriyorsunuz ve o kuruşun bedeli canı oluyor... Onu görün lütfen ve “acıyı hep birlikte yaşayalım!”. Acı, toplumsal olduğunda belki çözüm yolları açılır, tek tek ölümler ile bu sorunların çözülmediği açık...

 

Bireysel yaşayın acıyı diyorlar, bazı meslek gurupları acıyı yaşasın istiyorlar, acıyı da kategorize ettiler...

 

Acı, kategorize edilmez, dünyanın her yerinde acı aynı şekilde yaşanır.. Ateş sadece düştüğü yeri değil, kelebek etkisi ile hepimiz kuşatır ama artık bu acının farkına varın! Hep beraber acımız dillendirelim!

 

İsmail Cem Özkan