Galata Gazete


23 Mart 2021 Salı

Newroz aydınlatıyor!

 Newroz aydınlatıyor!

 

Her 21 Mart’ta Newroz kutlamaları var, başta Kürt halkı olmak üzere, Ortadoğu ve Asya’da Nevruz kutlayanlar ailecek orada, kadın, çocuk, erkek ve kendisini cinsiyetsiz olarak tanımlayanlar, yani aile içinde kim varsa meydanda oluyor...

 

Newroz kutlamalarından öğreneceğimiz çok şey var, çünkü Newroz bir halkın yeni günü değil, değişimi ve dönüşümü anlamına da gelir...

 

Yaşadığımız ülkede uzun yıllardır devrimciler neden görünür değil, bir iki cinayet/ katliam ile gündeme gelmeleri dışında...

 

1 Mayıs mitingine ailesi ile katıldığı zaman devrimciler bu ülkede söz hakkına sahip olur, evde eşini bırakıp kendisi mitinge geliyorsa orada göstermelik bir şeylerin olduğu anlamına gelir.

 

Yakın tarihimize baktığımızda devrimciler gerçekten devrim için mücadele etti mi sorusu ortaya çıktığında, ben etmediği konusunda fikir beyan edenlerdenim...

 

Devrim için yola çıkan bazı hareketler “antifaşist mücadele”yi devrimci mücadelenin “merkezine” koydular. Devlet, yanına sivil faşist güçleri almadan devrim için mücadele eden hareketlere karşı operasyona başladığında, antifaşist mücadele yapan hareketlerde bir belirsizlik ortaya çıktı ve o anı en iyi değerlendiren devlet, devrimci hareketleri toplumdan izole ederek etkisiz hale getirdi. Bu sürecin özeleştirisi yapmak yerine devrimci hareketler “devlet karşısında yeterli gücümüz yoktu” dediler ve sanki bir şey yokmuş gibi yeni bir antifaşist mücadele yapılacak ortamın oluşması beklenmeye başlandı.

 

Antifaşist mücadele, devrime giden yolda sadece bir mücadele alanı olduğu, asıl hedefin iktidarı devirmek değil, nihai hedef olan işçi devletin oluşturması kavramı mücadelenin merkezine muğlak olarak konulduğunda; antifaşist mücadele sonunda olur ya kazanılırsa “tesadüfen” oluşacağı gibi söz edilmeyen ve anlatılmayan absürt bir mantık var olduğunu düşünüyorum…

 

Antifaşist mücadele rejim değiştirmez, sonuç itibarı ile var olan içinde kazanılırsa “demokratik haklar” için bir gelişme söz konusu olur, yani reformdan başka bir sonuç doğurmaz.

 

Elbette “somut durumun somut tahlilinde” yakıcı olan antifaşist mücadele bir zamanlar “tesadüfen” ortaya çıkmamış, devrimcilerin önüne konmuş bir gündemdir/ görevlendirmedir. Sivil faşist saldırılar (kontrgerillanın denetiminde ve gözetiminde) ülke sathına yayılmamış olmasaydı, belki de devrimci hareketler merkezine antifaşist mücadeleyi değil, işçi devletini koyacak ve ona göre örgütlenebilecekti. Kısaca burada anlatmak istediğim, devlet bilerek kendi amacı ve hedefi için ortam hazırlamış ve de o ortam içine devrimcilerin üzerine görev yükleyerek olayların içine çekmiştir.

 

Devrimcilerin doğal refleksinde zaten olması gerekendir, mazlumun ve masumun yanında yer almak ve onlar ile birlikte mücadele etmek. Devlet, elbette kendi denetiminde olan kargaşadan beslenecektir, ülkede her işlenen cinayetten, dökülen her kandan beslenmiş ve nihai ulus devletin dönüşümü için ortam oluşturmuştur. 24 Ocak kararları değişim zamanın geldiğinin ilanıdır, darbenin geleceğini o dönemde meydanlarda, alanlarda olan tüm devrimci yapılar tarafından da tespit edilmiştir…

 

Devrimci yapılar oluşturulan bu ortamda devletin belirlediği kuralları içinde kavgayı kabul etmiş ve dahil oldukları mücadelede, binlerce birbirinden değerli yetişmiş devrimcilerin toprağa düşmesi ile 12 Eylül sürecinde bir anlamda noktalanmıştır.

 

Elbette devrim olacağına inanıp hayatını ortaya koyan devrimciler bu genelleme içine alınmaz, onlar onurumuz ve tarihimizdir, hiç biri unutulmasın, onların mücadelesi sayesinde bir aradayız. Onların hayatları ülkemizde devrimci yolun tarihidir, onların mücadelesinden elbette devrim gibi bir sorunumuz varsa çok şey öğrenmek zorundayız…

 

Yenilgi sürecinde mahkemede yapılan savunmada; “Siz bizi örgütlendiğimiz için yargılıyorsunuz ama gelecek nesiller daha iyi örgütlenemediğimiz için yargılayacaklar.” denmiştir.

 

Kadınlar, devrimci örgütlerin içinde söz sahibi olması dışında yetki ve karar sahibi olduğunda o yapı devrimci bir yapıya dönüşmüş demektir, sadece erkeklerin merkez komitesi olduğu örgütler erkek örgütü olur ve erkekçe mücadele eder, o yapılar içinde kadın erkek çelişkisinde kadın görünmez olur ve genelde yaşadıkları ne yazık ki yok sayılır...

 

Türkiye'de devrim olacaksa eğer, Newroz kutlamalarından öğreneceğimiz çok şey var. Bir mücadeleye birey olarak katkı sunmamız, aile olarak katkı sunamızdan çok büyük fark vardır. birey olarak katkı sunmuş ama eşi tarafından ihbar edilerek devrimci mücadelenin en zayıf halkası olmak bu bireysel tercihin sonucu olduğunu yaşayarak öğrendik. Mücadele birlik ve bütünlük içinde verildiğinde bir anlam ifade eder, eğer bir greve işçi ailesi ile katılmazsa o işçi kısa sürede grev kırıcılığı yapmak ile karşı karşıya kalabilir, ailelerin isteklerin bireyin isteğinden farklı ve aciliyet gösterebilir. Bir çok grev kırıcısı olanların hayalarına bakın, ailesine götürmesi gereken acil bir şeyleri ya da ödemesi gereken borçları olduğunu görürsünüz, ailenin en zayıf noktasını oluşturan beklentiler, arzular ve zorunda olduğu tüketim için harcamalardır.  

 

Newroz ateşini yakmaya tüm aile katılmakta ve en güzel kıyafetleri ile meydanlarda olanlar elbette bir çok şeyin farkındadır. Her türlü olasılığı göz önüne alarak her yıl o ateşi yakmaya devam ediyorlar… Newroz ateşi sadece dünü değil, bugünü değil, geleceği de yakarak aydınlatıyor...

 

İsmail Cem Özkan

21 Mart 2021 Pazar

Oyun içinde oyun mu var?

Oyun içinde oyun mu var?

 

Ulusalcılar ya da başka değim ile klasik Kemalistler neden bugün ki rejimin olabileceğini düşünemediler, nasıl oldu da saç üzerine düşüp, alttan alta kısık alev ile sacın ısındığının yani rejim değişikliğinin farkına varamadılar?

 

Aslında oyun 24 Ocak kararları ile başlamıştı, ülkenin bekası için “Nokta Operasyonu, Maraş Katliamı, Çorum Olayları ve Kemal Türkler cinayeti…”, bir de gelmekte olanın adil olduğunu göstermek adına sağcıların öldürülmesini de onaylamış olmasını ve onların ölümüne yol açacak ortam oluşturmasını kimse o sıcak günlerde belki düşünecek konumda değildi. Gelmekte olan belliydi; sağda solda, muhalefette bulunan Ecevit bile anlamıştı; oyun oynanıyordu ve seyircileri “sahaya” çağırıyordu ama artık bir şeyler için geç kalınmıştı.

 

Devrimci örgütler antifaşist mücadele derken devleti göz ardı etmişler, devlet eli ile işlenen cinayetleri ise faşistlerin devlet içinde örgütlü yapıları olduğu fikri ağır basıyordu, direkt hedefte devlet yoktu, çünkü onun yerine koyacağı işçi devleti için hazırlıklarının yok olduğunu düşünüyorlardı, sol söylem ile nüve vardı ama henüz nüve vücut bulmamıştı...

 

Kısaca ülke rejimi sacın üzerindeydi, halk bu değişime gönüllü katılacaktı...

 

Anayasa oylaması ile bu gönüllü tavır topluma dayatılmış, hayırlar diyenlerin gözüktüğü bir seçim ile korkunun ve gönüllü işbirliğinin iç içe geçtiği bir süreç yaşanmıştı. Popüler kitle parti liderleri cezaevlerinde konuk edilirken, sol muhalefet ise devleti yok etme bahanesi ile her türlü işkenceye tabi tutuluyor ve derin devletin suçları onların üzerine faili belliymiş gibi yıkılıyordu.

 

Gelmekte olan ılımı İslam rejim adı Rabıta ile hayatımızın bir parçası oluyor, "satarım, sattırmam" söylemleri içinde liberalizmin sağ yüzü hedeflenen değişimin zemini oluşturuyor ve sac üzerinde olanlar her şey doğal ve normalmiş gibi değişime katılıyordu.

 

Önce itiraz et, sonra sessizce kabullen...

 

En son itirazlar “Cumhuriyet Mitingleri” ve “Başörtüsü Yasakları” ve ona karşı yapılan eylemler meşrutiyet kazanıyor ve meşru yollardan değişim sessizce gerçekleşiyor...

 

Bugün tek parti, tek başkan, tek politika, tek bilen sistemi artık adı konulmadan hayat buldu.

 

Peki, nasıl oldu da klasik ulusalcılar bu değişime karşı koyamadılar ve sessizce iktidarın dilini kabullendiler?

 

İktidar istediği dili, kelimeyi muhalefete kabul ettiriyor ve kendi mantığı ile olayları yönlendiriyor. Cepheleşme, ak ile kara seçenekleri ile Hacivat Karagöz gölge oyunu bir anlamda politikanın ve değişen rejimin yöntemi oldu.

 

Ulusalcılar ulus devletinin ordusuna ve istihbaratına çok güvendiler ve devlet kendi önlemini alacağını düşündüler ve hiç bir riske girmeden devletlerinin yanında yer aldılar. Bugün, örneğin yurt dışından Erdoğan iktidarına karşı bir eleştiri gelse devlet mantığı içinde tek vücut olarak devletinin yanında yer alabiliyor, yurt dışına asker gönderilmesi oylamasında tek vücut karar alabiliyor ve devletin çıkarı ne gerektiriyorsa onu yapmaya devam ediyor...

 

Kısaca istihbaratı kim veriyor ve yönlendiriyorsa o toplumu da biçimlendiriyor...

 

Erdoğan bugün bana göre hata (göreceli bir kavramdır hata ya da doğru kavramı, bana göre hata olan başkasına göre strateji olabiliyor) yapıyor ve bol bol hataları ile gündeme geliyorken ve de her aldığı önlem başka hataları doğruyor… Peki, bu hatalara yol açan zincir neden son yıllarda fazlalaştı? Daha önce yaptığı hatalar neden görünmez oluyordu ve birden gündem değişince unutulurken, şimdi neden gündemde kalmaya devam ediyor?

 

Sanırım sac üzerinde olan sadece bizler değiliz…

 

Değişim kaçınılmaz sanırım...

 

Önümüzdeki günlerde neler yaşayacağız ama sanırım en çok kaybeden ekonomik olarak zayıf olanlar olacak gibi...

 

Cumhurbaşkanlığı sistemi zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaparken, fakirler arası dengelerde de eşitlemeye doğru gidiliyor gibi...

 

İsmail Cem Özkan