Kökler belirler mi bugünü?
Her siyasi hareketin bir tarihsel kökü vardır ve oradan
aldığı birikimi ile bugüne dair düşüncelerini ve yol haritasını belirler.
Tarihsel kökü olmayan her yapının nereye savrulacağı belli olmaz, çünkü onu
tanımlayan şey nerede durduğu ve hangi pencereden olaylara baktığıdır. Tarihsel
kökü olmayan hiçbir hareket ve ulus kendisini bugüne konumlandıramaz, mutlaka
bir tarihsel kök bulmak zorundadır, çünkü hiçbir şey aniden oluşmaz, onun bir
evrimsel süreci vardı, ben yaptım oldu tarihsel hareketler için geçerli
değildir. Diktatörler bile gömlek değiştirmiş olduklarını söylerken kendilerine
bir tarihi kök bulurlar.
Her sol yapı diğer toplumsal hareketler gibi kendi tarihini
bir yerden başlatır, çünkü toplumsal hareketler bir kökten beslenir ve o köke
uygun hayata bakar. Tarihsiz siyasi hareket olmaz, o yüzden birden siyasi
hareket çıkamayacağına göre hareketler bugün varlıklarını daha iyi anlatabilmek
ve bir toplumsal tabana oturtmak için bir tarih kök bulur ve o kökten fışkıran
bir fidan olduklarını ilan ederler. Önemli olan hareketin “somut durumlara,
somut tahlillerini yapabilmeleri” için “nereden baktıkları” kadar “hangi
gelenekten” geldikleri ve o geleneğin siyasi öncelikleri ile bugün arasında
bağlantı kurmak veya devamlılık sağlamaktır...
Bizim sol tarihimiz TKP tarihi olarak algılanır ama TKP
öncesi ve Osmanlı döneminde oluşan sol hareketlerin de olduğunu biliyoruz. Türkiye
sol hareketi Osmanlı dönemi içinde oluşan birikimden faydalanmış ve kök olarak
oradan kendisini konumlandırmıştır, fakat Osmanlı döneminde homojen bir
hareketten söz edemiyoruz, ittihatçı bir gelenek yanında, işçi sınıfı içinde
örgütlenmeye çalışan küçük bir kesime seslenen Marksist harekete kadar geniş
bir alan söz konusudur. Fransız devrimi sonrası oluşan ulusal fikir ve onun
içinden doğan bir işçi sınıfı düşüncesi söz konusudur, Avrupa’dan geçte olsa
bize oluşan bir çok düşünce hareketleri vardır ve onun toplumsal karşılığı da
tarihsel süreç içinde kendisine alan bulacaktır.
Fransız devriminin ülkemize olan etkisi bir çok değişik
etkisi olmuştur, teoriden daha çok pratik yönünden ele alan ve tam amacı özümsenmeden
ordu içinde gelişen bir ittihatçı gelenek, siyasi olarak mücadele eden, ulus
fikriyatı için o güne kadar yok sayılan Türk ve Anadolu kavramı içinde
kendisini örgütleyenler yanında, Yahudi, Rum ve Ermeniler ağırlıkta olmak üzere
ülkemizde bulunan daha sonra kabul edilen “azınlık” dini ve milletlerde
uluslaşma yanında işçi sınıfı merkezli ütopik sosyalist düşünceleri içinde
barındıran örgütlenmeler bu dönemin eseridir.
Balkan savaşı aslında Balkan’da yer alan ulusların “kendi
kaderini kendileri belirlemek” için hakim devlet olan Osmanlıya karşı savaşmış
ve bir bölümü bu savaştan Rus imparatorluğu ve diğer sömürge devletlerin
desteği ile kazançlı çıkmıştır. Osmanlı devleti her ne kadar kendisini Balkan
Devleti olarak tanımlamış olsa da bu savaş sonrası Anadolu’ya doğru büyük bir
göç ve bu göçün yaratmış olduğu toplumsal dönüşüm ya da uluslaşma uyanışı ile
karşı karşıya kalmıştır. İstanbul bu büyük hareketlilikten en çok etkilenen
şehirdir, uluslaşma ve Osmanlı imparatorluğunun zor ile ayakta tutmaya çalışan
sarayın elinden iktidarın alınması süreci bir anlamda yeni fikirlerin toplum
içinde olmasa da ağırlıkta toplumun en ileri kesimi olan ordu içinde
karşılığını bulmuş ve ittihatçı bir geleneğin tohumları ekilmiştir. Fransız
solunun ülkemize etkisi bu süreçte cılız olarak kendisini göstermiş olması
onların elinde güç olması anlamına gelmemektedir. TKP kuruluş süreci işte bu
cılız ama örgütlü bir kesimin ittifak içinde yer almasını ortaya çıkaran bir
tarihsel sürecin başlangıcını anlatır. Selanik
ve İstanbul merkezli bu örgütlenmelerin sembol ismi ileride TKP genel sekreteri
olacak olan Şefik Hüsnü’dür. Her ne kadar Fransız etkisi ülke topraklarında varken
aynı süreçte Almanya’da eğitim gören öğrencilerin ve gençlerin oluşturmuş
olduğu Spartaküs hareketinin de ülkemize olan etkisi yok sayılamaz. Kurtuluş
savaşı sürecinde Spartaküs hareketinin ülkemizde uzantıları kurtuluş savaşına
destek vermiş ve Bakü’de konferans toplayarak TKP kuruluşu için karar
almışlardır. TKP resmi tarihinde TKP Ankara’da kurulmuş, orada kurulan TKP
homojen değil, birleşik TKP olmuştur. TKP, kuruluşundan sonra üst örgüt olarak komitern
kararlarına bağlı kalacağını ilan etmiştir. Kısaca Sovyet çıkarları TKP’nin
stratejik çıkarlarını belirler konumda olmuştur.
TKP, Rus Sovyet devriminden sonra kendisini tanımlamış ve
örgütlemiştir, gerçek örgütlenme süreci kuruluşunda değil, Kemal Türkler ile
işçi sınıfı içinde taban bulması ile tamamlamıştır.
TKP bir sol harekettir ve kendini fesih edip, yeni bir isim
ile evrimleşmesi ile arkasında kendi takibi olduğunu ilan eden bir çok hareket
bırakmıştır. TKP ardıları için bugün sol siyasi hayatımızda birden fazla
hareket mevcuttur ve kendi örgütlenmelerini oluşturmaya devam etmektedir.
Bir de sol tarih içinde Osmanlı son dönem sol hareket olarak
kabul edilen İttihat ve Terakki Partisi devamcısı olduğunu ilan eden partiler
mevcuttur. Onların ortak özelliği devlet partisi olduğunu ilan etmeleridir. Milli
demokratik ya da ulus devlet anlayışını “ileriye taşımak” üzerine
kurguluyorlar. Öncelik ulus devleti anlayışı ile hayata bakıp, yetersiz
gördükleri bu devleti nihai hedef olarak işçi sınıfı devleti yapma iddiaları
içindedir.
CHP burada kendisini sol olarak tanımlaması Bülent Ecevit
döneminde "ortanın solu" olarak tanımlayarak kurucu partinin sola
doğru yöneliminin yol haritasını değişimden daha ağırlıkla, ulus çıkarı ve ulus
devletinin kendisini koruması ve çağa uygun konumlanması üzerine yapılandırmıştır...
Bugünden geçmiş CHP’ye bakınca ulus devleti anlayışı içinde “sol” bir duruşu
varmış diyebiliriz, bugün ise CHP’nin “kurucu” özelliği vurgulanarak sağ
açılımı devam etmektedir.
Peki, CHP dışında kendisini kök olarak İttihat Ve Terakki
Partisi’ne bağlayan sol yok mudur? Elbette vardır; bunları 68 kuşağı sol
hareketler ve onun içinden oluşan hareketler olarak bakabiliriz. Anayasaya sahiplenme,
anayasal hakların kullanımı için eylem yapanlar bu kökü miras olarak
almışlardır. O dönemden kalan bugün dahi lider kadrosunda yer alanlar Kemalizm
ve Atatürk söylemi içinde olduklarını görürsünüz...
Kürt sorunu ve çözümü konusu gelince sol geleneğin içinde
bir çatışmadan söz edebiliriz. Milli Demokratik Devrim görüşlerine sahip
olanların 12 Mart öncesi ve sonrası sürecinde ayrışmalara şahitlik ediyoruz
tarih içinde. Kürt sorunu ulus devleti kavramı içinde çözülmesi gerek bir
sorundur. Eğer ulus devletini sadece Türk kavramı üzerine kurarsanız Kürt
sorunu aslında vardır ama yoktur, asimilasyon edilmesi gereken ya da sökülüp
atılması gereken bir “çıban” başıdır.
Türkiye İşçi Partisi ise “Doğu Mitingleri” ile var olan TKP
anlayışından kopuşu temsil etmektedir. Kürt sorunu ve çözümü konusunda bir çok
hareketin doğmasına ve yeniden gündeme gelmesi anlamına da gelmektedir. TİP’in
açılımı aslında turnusol bir işlev görecektir, çünkü ulus devleti bakış açısı
sorunları çözmemiş, sorunların daha da katmerleşmesi anlamına geldiğini
göstermiştir. Sol geleneğin geçmişi ile yüzleşmesi için bir fırsattır, bu
fırsatı Türk solu içinde ilk defa teorik boyutta değerlendiren ise; İbrahim
Kaypakya’dır. THKO ve THKP-C geleneği Kürt ve Türk haklarının kurtuluş
mücadelesi kavramını o karanlık dönemde dillendirmişlerdir.
12 Mart 1971 muhtırası ve sonrası süreçte 68 kuşağının hakim
olduğu siyasi yapılanmalar orantısız olarak yapılan mücadelede yenilmişler ve
cezaevlerinde oluşan yeni nüveler çıkan af ile kendisini örgütleyip yeni bir
siyasi mücadelenin de önünü açmıştır. 12 Eylül 1980 faşist darbesine giden
süreçte Türkiye Sol Hareketi köklerini ve gündeme bakışı konusunda bir çok
makale yayınlamış ve sol hareketin kökeni konusunda bir çok belirsizliği
ortadan kaldırmıştır.
12 Eylül yenilgisi solun yeniden kendini günün koşullarına
uygun örgütlenmesi anlamındadır. Yenilgiden kendisini koruyabilmiş yapılar için
devamlılık hiçbir değişikliğe uğramadan devam etmiştir söylemini kullanmış
olsalar da aslında değişim ulus devleti kavramının ülkede neo- liberal politika
ile değişimi ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ülke artık eski ülke değildir.
Kürt sorunu kendisini “ulusal kurtuluş hareketi” ile “kendi
kaderini kendi belirleme” olarak dayatması solun ülke içinde hareket alanını da
yeniden belirlemiştir. 12 eylül öncesi antifaşist mücadeleyi merkezine alan
hareketler için bu yeni duruma uygun tavır geliştirmeleri uzun tartışmalara
neden olacak ve birbirinden bağımsız değişik inisiyatiflerin de doğmasına neden
olmuştur. Deneme yanılma yöntemi ile kurulan dernekler, partiler bu sürecin
kafa karışıklığının göstergesi gibidir, çünkü kendisini kökünden bağımsız
konumlandıramayanlar “devletin bekası” ve ulus devleti anlayışı içinde olaylara
bakışı belirler olmuştur. Var olan devletin parçalanması mı ya da birlikte
mücadele mi? Daha başka söylem ile “birlikte yaşamak” ya da ayrı ulus devlet
altında “komşu olarak yaşamak”. Soru basit gibi gözükse de Kürt sorunu ve onun
çözümü konusunda var olan tartışmanın bilinçaltından açıkça konuşulamayan ama
simgesel hareketler ile kendisini göstermesinden başka bir şey değildir, çünkü
Kürt sorunu ve onun yaratmış olduğu “düşük yoğunluklu iç savaş” koşulları yeni
örgütlenmenin yolunu ya açmıştır ya da çıkmaz sokağa bırakmıştır.
Türkiye sol hareketi bu süreçte her türlü olasılığı
değerlendirip, arka arkaya yap - boz gibi partiler kurmuş ve iç tartışmalar ya
da örgütlememenin getirmiş olduğu dağınıklığı yaşamıştır. Yeteri kadar
örgütlenemeyenler, örgütmüş gibi yaparak, diğer örgütmüş gibi yapılar ile
birleşip yeni hareket olmayı denemişler ama ortada kafa karışıklı yanında
geçmiş ile yüzleşilememenin getirmiş olduğu bir yenilgi tarihinin ağırlığı
altında ezilmiştir. Sol, ülke gerçekliğine uygun siyasi hareket ne yazık ki
kitlesel boyutta kuramamış ve ülkeyi baştan sona kucaklayacak bir hareket
oluşturamamıştır.
Antifaşist mücadeleyi kendilerine örnek alanların yeni
koşullara uygun söylemler geliştirememiş, geçmişin değerlerini anı kitaplarına
döndürerek en azından var olan korumayı seçmişlerdir. Anılar bir anlamda geçmiş
ile yüzleşme olarak algılansa da aslında yüzleşmek yerine kahramanlık hikayelerin
öne çıkarılması ve romantik devrimci bir geçmişin öykünmesi olarak kendisini
ortaya çıkarmıştır. Geçmişe öykünenlerin yapmış olduğu siyasi etkinliğe hakim
olan kitle ise beyaz saçlıların oluşturmuş olduğu bir görünüm arz ederken,
lider kadroları saçlarını boyamış olmaları bu beyaz saçlı gerçeğin varlığını
yok edememiştir. Sol bugün iktidar hedefinden daha çok kendisini korumak ve var
olanı kaybetmemek üzerine kurduğu içinde daha da geri bir konuma gelmiş ve
ulusal bayramları anan ve o günleri kutlayan hale getirmiştir.
Türkiye sol hareket kökleri ve bugüne dair bakışlarını
belirlemektedir, ya tam ret ya da hatalarını hata değilmiş gibi algılayıp,
sorgulamak yerine var olanı eski ulus devletine ait olanı savunmak üzerine
kendisini konumlandırmıştır. “Kurtuluş Kendini Anlatıyor” kitap toplantısında
Şaban İba eski yol arkadaşlarına seslenirken “bizler hepimiz aynı kökten
geliyoruz ve bugün HDP çatısı altında bir arada olmamıza rağmen, neden
birbirimiz ile iletişim içinde dahi olamıyoruz?” diye sorarken bir
gerçekliğinde altını çiziyordu. Yeni olanaklar eski yol arkadaşları bir arada
tutacak kadar yeni bir ortam yaratmamıştı. Geçmiş ile gerçek anlamda
yüzleşemeyen eski sol kadro kendi içinde de parçalanmış ve iletişim kanallarını
yeni kurulan siyasi partiler/ dernekler/ vakıflar/ inisiyatifler aracılığı ile
kurmayı seçmişlerdir.
Geçmiş ile yüzleşmek kavramı çok geçmektedir bu makalede,
peki ne anlama gelmektedir?
Geçmiş 1971 – 1980 arasında yer alan süreç olarak
algılayanlar elbette olacaktır, unutulmuş, her türlü eziyeti gören, acıyı
yaşamış, arkadaşlarını yanı başında kaybetmiş, bir çoğunu idam sehpasında
bırakmış, mezarı dahi olmayan 78 kuşağı olarak da okuyanlar vardır, fakat
geçmiş ile yüzleşmek kök ile yüzleşmektir, bugüne dair yansımasıdır. Somut
duruma uygun somut bir örgütlenme modeli geçmiş ile yüzleşmek anlamına
gelmektedir, var olan örgütlü yapılar geçmişi özümsemiş, hatalarından ders
çıkarmış ve bir daha o hataları tekrarlamayacağı bir örgüt modeli oluşturup,
yeni yarattığı şablonlar ile hayata bakışıdır. Çünkü geçmişte de bizler
şablonlar ile hayat baktık, hayatı şablonlarımıza uydurmaya çalışırken,
yenildik! Elimizde var olan güç ile mücadele etmek yerine bir çok sol hareket “daha
güçlü” dönmek adına “geri çekilerek” kendi sonunu hazırlamış ve sonunu mahkeme salonlarında
geçmiş ile teorik olarak hesaplaşmak yerine kişisel savunmayı öne çıkarıp,
“tarih bizi yargılayacak ve affedecektir” diyerek kendisini ifade etmiştir.
Bugün dahi o yenilginin getirmiş olduğu ve yoldaşlarına yeteri kadar sahip
çıkamamanın getirmiş olduğu bir mahcubiyet içinde daha temkinli ve daha az risk
alarak gündem belirlemek yerine takip edildiğine şahitlik ediyoruz.
Sol, geçmişi ile gerçek anlamda yüzleşmesi gündemi
belirleyecek ve sokağa/ işyerlerine hakim olacağı ancak ve ancak yeni bir
siyasi kitlesel siyasi hareket kurmasından geçmektedir. Elbette siyasi köküne
bağlı olarak bir çok sol hareket mevcuttur, fakat sol genel anlamda kitlesel
olmadığı sürece hedef olarak konulan işçi devleti kurulması kavramının küçük bir
çevre dışında gündeme gelmesi bile sorunludur. Bugün işçi devletinden bahsedenlere
hemen var olan “şeriat devleti” gerçeği ile karşılık verilmekte ve bu “şeriat
devletin” kurulmasına karşı “kimler” ile ittifak içindesin sorusu ile muhatap
olunmak zorunda kalınmaktadır. İşçi sınıfının örgütlülük düzeyi zaten
bilinmektedir, küçük bir işçi sınıfını temsil eden sol görünümlü ama
yapılaşması sağ olan sendikaların durumu ortadadır. Sendikalar siyasi
mücadeleden daha çok ekonomik mücadeleyi önceliğine almış ve ona göre
iktidardan taleplerden bulunmaktadır.
Kemal Türkler bugün aramızda yoktur, onun biriktirdiği
mücadele ise tarihimizde yerini korumaya devam etmektedir. Bu birikimi harekete
geçirecek bir siyasi hareket bugünün görevi olarak ortada durmaktadır.
“Hatalar kötü değil. Onları düzeltmemek bile kötü değil.
Kötü olan, onları gizlemektir.” Brecht
İsmail Cem Özkan