Tiyatro izleyicisi…
Tiyatro izleyicisinin bir kültürel birikime ihtiyacı vardır,
hatta geçmişte tiyatroya giderken özel kıyafetler giyilir, günlük olan işler
tiyatro için ertelenir ve orada olmak bir ayrıcalık anlamını taşırdı. Peki, ne
oldu da tiyatro izleyicisi oyuncuya karşı saygısını kaybetti ve sadece eğlenmek
ve vaktini geçirmek için gider oldu?
Neo-liberalizm, ulus devletinin temeline dinamiti koyup
patlaması ile birlikte “para bende istediğim yerde istediğim gibi davranır,
istediğimi giyinir, istediğim gibi paramın bana verdiği özgüven kadar
konuşurum” anlayışı günlük hayatın vazgeçilmezi olunca, elbette bundan tiyatro
izleyicisi de nasibini aldı. Liberal ekonominin çarkı elbette tiyatro
sahiplerinin de niyetlerini bozdu, onlar “sanat için” değil, daha “fazla para”
kazanmak için “her yol mubah” anlayışı siyasetçilerden sonra işverenlere de
sirayet etti, o yüzden seyirci neden hoşlanıyorsa, hangi oyun tutmuşsa onun
benzerleri ile salonları doldurmak kaygısı da bu değişimin içinde yerini aldı.
Bizim ülkemizin tarihi bir darbe ile değişti, darbe olmadan
zaten değişeceği önceden belirtilmişti ama insanımız “anlama güçlüğü” çektiğini
darbe yapanlar ve ülkemiz üzerine karar alanlar düşündükleri için alınan kararı
“darbe” ile taçlandırıp, zor ile “ölüm korkusunu” kullanarak kabul ettirdiler
gelmekte olan neo - liberalizm çöküşünü. Liberalizm her ne kadar “özgürlük”
gibi sihirli bir kelimeyi kullansa da sihirli kelimeleri kazıyınca altından “felaket”
çıkacağı belliydi, o güne kadar var olan yarı topal yürüyen demokrasicilik
oyunu tekerlekli sandalyeye mahkum kalacaktı. Demokrasi, kışladaki askeri
tişört ile gidip ziyaret etmek olduğunu düşünenlerin, var olan yasaları
delmekle ya da yok saymakla keyfi bir özgürlük anlayış üstten alta doğru
işlendi. Eğitim sistemi yeni düzene uygun tarihi söylemler ile yeniden
düzenlendi. Talim ve terbiye heyeti toplumu terbiye edecek yeni argümanlarını
PR çalışması yapan uzmanların eli ile geliştirdi ve istenilen kıvamda
ılımlısından bir İslami devletin çarkı Suudi Arabistan’dan Rabıta içinde geldi.
Gerçi bizim topraklarımız bu işe yabancı değildi, meşhur Trioya Savaşında atın
içinde kaleye sızan askerlerin katliamı ve hile ile gelen zaferin sarhoşluğu
kısa zamanda zafer kazananların trajedisine dönüşecekti, ama bizim yakın tarihimizde
öyle olmadı, onlar Rabıta olarak geldikleri topraklarda Rabia oldular…
Tiyatrolarda bu değişimden etkilenmemesi mümkün değil, çünkü
tiyatro hayatın ta kendisiydi ve hayat inişleri ve çıkışları ile devam
ediyordu, bizde daha çok çöküşleri ve ulus devletinin oluşturmuş olduğu tüm
birikimlerin yağmalanması ile devam ediyordu. “Satacaksın - sattırmayacağım”
Hacivat Karagöz oyunu bir bakmışsınız sahneden TV ekranlarında tartışma
programlarına yansımış, bu çok alıcı tartışmanın ve yönteminde tiyatro salonlarına
yansımaması mümkün değildi, yansıdı da… Mizah yapıyorum diye şarlatanların
ortalıkta darbeciler ya da onların sivil haline şirin gözükmek için siyaset
üstü yeni mizahı tiyatro eserleri ile turnelere çıktılar ve bol bol seyirci
topladılar.
Turne para demektir ve İstanbul dışında seyircinin cebinden
para almak olduğunu kısa sürede tüm tiyatro sahipleri keşfetti. Ulus devleti
zamanında tiyatro seyircisini “oluşturmak” ve “eğitmek” için gidilen turne
şehir ve kasabalarda artık eğitim değil, “parayı topla” ama nasıl toplarsan
topla anlayışı ile tiyatro salonu olmayan sinema salonlarının en ince
sahnesinde Hacivat ve Karagöz perde oyunu gibi en az oyuncu ile seyirciyi mutlu
etmek daha çekici geldi…
Seyirci mutluysa ve popüler oyunculardan oluşan bir tiyatro
gelmişse yaşadıkları yere, elbette parasına kıyacak ama günlük kıyafetleri ile
gidecekti, çünkü sinema seyreder gibi algılamışlardı, sinemaya gidersin,
çekirdek çitleyerek filmi izler, hatta gerek olursa yanındaki ile sohbet ederek
sinemanın keyfini çıkarırsın…
Sinema izleyici ile tiyatro izleyicisi arasında farkı dahi
bilmeyenler parası için salona alınıp, onlara hiçbir açıklama yapmadan oyun
kısa sürede oynanıp, meşhur sanatçılara bakılıp geri dönülürdü... Zaten o
zamanda diziler ve sinemalarda müzik endüstrisinin arabesk tarafının parasın
boldu ve tüm yapımcılar usta oyuncuları arabesk sanatçısının yanında yan oyuncu
olarak oynatarak arabesk sanatçısının zayıf, beceriksiz ve oyun gücünün
olmadığını usta oyuncunun gölgesinde gizliyorlardı…
Usta oyuncularda yeni düzende kaldıkları işsizlik korkusu ve
paranın sıcak yüzü yüzünden arabesk film furyasından cep harçlığı biraz da
akşamları takılacakları kadar para karşılığından arka arkaya çekilen filmlerde
fazla enerji harcamadan oynuyorlardı. Onlar için aldıkları para önemliydi,
kariyerlerinin hiçbir yerinde o filmlerin ismini dahi geçirmeyeceklerdi nasıl
olsa, geçici bir süreç için katlanılması gerek şeydi, zaten bir çok oyuncuda
1402’lik olmuştu, yani işinden kovulmuş ve ödenekli hiçbir tiyatroda çalışmalarına
izin verilmiyordu. Usta oyuncuları bir anlamda açlık ile mecbur
bırakmışlardı.
Arabesk öyle tesadüfen çıkan bir şey değildi, liberal
ekonominin çarkı için arabesk bir kuşağa ihtiyaç vardı, çünkü iç savaştan
çıkmış bir ülkede insanların kederlenip dağıtacağı bir atmosfere ihtiyaç vardı,
o alanda doldurulmuştu. Arabeskin yükselişinde Rabıta’nın pek rolü yoktu, o
yüzden Arabistan rüzgarı geldi ülkeyi kuşattı diye bakmamak gerek, bizim
arabeskimiz milli ve yerliydi! İşkence hanelerinde çalınan “Türkiyem Türkiyem
Cennetim” parçası hiç değildi… Neyse ki o parçayı biri satın aldı da radyo ve
ekranlardan çalınmaz oldu…
Sinema salonları dolup dolup boşalıyor, filmine göre sinema
önünde mendil ya da jilet satılıyordu. Elbette sinema izlerken mısır patlaması
ve cola vazgeçilmezdi. İlk flört edenler partnerinin elini tutmak ve küçük
öpücükler kondurması için elde mutlaka bir şey olması gerekliydi.
Sinemada yemeden içmeden zaten film seyredilmez!
Çapkınların ile milli olduğu yerlerdi, zaman içinde öyle bir
değişime uğradaki bu çapkınlık ve alanları bugün hepsi sanal oldu ama eskiden
sanal değil, hayatın içindeydi. Liselilerin çay partileri, üniversite
öğrencilerin doğa gezi aşkı, sinema salonları ve şehirlerine gelen tiyatro
salonları… Tiyatro salonları sinema salonları gibi algılanması yeni değildi ama
parası olan kız arkadaşına daha fazla hava atmak adına tiyatroya gidip
cilveleşiyor, arka koltuklardan ön koltukta oturanı rahatsız edecek kadar
sohbet içinde oyunu karanlık salonda izliyordu.
Salonlar para için doluyordu, popüler oyunlar sahnede, tek
kanallı Türkiye ekranlarından kim gösteriliyorsa, onların oyunları kapalı gişe
oynuyordu. Ekrana çıkıp görünmek seyircisi olan bir tiyatroda oyun oynamak
anlamına geliyordu liberal ekonominin dişlisi içinde.
Popülizm liberalizmin olmazsa olmazıdır, popülizm olmadan
sanki liberalizm olmayacak gibi, popüler olanlar daha özgür olduklarından
dolayı olsa gerek bir ilişki doğmuştu… “Parası olan popüler olur, popüler olan
para kazanır” ikilemi artık hayatımızın içindeydi ve ünlü olanların sahne
aldığı oyunlarda seyirci alırdı…
Elbette bu da oyuncunun üzerinde büyük bir baskı ve yük
getirmişti, çünkü popüler olmanın ekrandan geçtiğini ve ekranda muhalif birinin
çıkma olasılığının düşük olduğunu biliyordu oyuncu, aptal değildi ya elbette
bilecekti. Popüler olmanın birincil koşulu göz önünde olmak, her kesime
seslenir olacak şekilde ortaya yuvarlak cümleler kurmak, taraf olmamak, olursa
eğer taraf “mili takımı” tutmak gibi genel doğrular oyuncuların ve tiyatro sahiplerinin
ortak mutabakatı olmuştu… Kısaca muhalif olmayacaktı, sevilen oyuncu sevimli
halini korumak ve gözle görünür olmak zorundaydı. Bunu zaten kısa sürede modern
söylem ile “deneyimleyeceklerdi”. Muhalif olanlar açlık ile sınava girerken,
popüler olanlar gösterişli kıyafetler ile magazin programların konuğu
oluyorlardı… Elbette tüm oyuncular için bunlar söz konusu olmaz, bazı büyük
oyuncular kendilerini devlet ve şehir tiyatrosu şemsiyesi altında kendilerini
koruyacaklar, elit oyunlarda gözüken elit tiyatro oyuncusu ve sahipleri kendi
klasik seyircini koruyacaklardı…
Tiyatro mevsimi yeniden açılıyor ve bazı eski tiyatro
seyircisi gittiği oyunca cep telefonsuz, oyunu yasak olmasına rağmen kayıt
altına alan, yüksek ses ile konuşan, cep telefonu olmayan tableti ile oyun
oynarken oyunu dinliyor olmasını kabul edemiyorlar, ah diyorlar o eski seyirci
nerede? Tiyatro seyircinsin eğitilmesini rica ediyorlar saf saf… Seyirci zaten
eğitilmiş, eğitildiği için öyle davranıyor dersek bu sefer o saf izleyiciler bize
kızacak! Uzun yıllardır ülkemizde “para bende her şeyi yaparım, parası olmayan
parası olanın kölesi olur ve muhtaç olduğu için dini bayramlarda “sadaka-i
fıtır” alır. Devletimiz bu arada fakirin oyu mubahtır diyerek oyunu fakir
fukara fonundan fonlandırılır, fakire seçim öncesi dağıtılan maddi artık neyse
sandıkta oy olarak döner, dönmeyen oy ise cemaatler içinde dönecek şekilde o
fakir eğitilir. Cemaatler fakirden aldığını fakire vermez, zenginden gelen
bağışı fakire dağıtıyormuş gibi, dinsiz/laik ülkemizde cami fazlalığı olan yere
bir de daha büyüğü ve daha gösterişli cami yapma yarışına girecek kadar işi
ilerletmiştir. Camisi çok güzel olan elbette cemaat çekecektir, ne kadar büyük
ve güzelse cemaati o kadar büyük ve geliri bol olur, tıpkı popüler olan oyuncu
gibi… Sonuçta hayatımızı belirleyen paradır ve paranın sıcak yüzü aşkına
dostlar üzerinden para kazanılacak birer tüketici oluverir…
Tiyatro perdelerini açıyor, devlet ve özel tiyatrolar parayı
veren idarenin izin verdiği kadar oyunu sahneye koyacak. Özel tiyatrolar
elbette para kaygısı ile kiralık salon arayacak, oyun için en az masraf
gözetilecek, en az ekip ve her işten anlayan çalışma arkadaşları ile oyunu
kotarma telaşında olunacak. Tiyatro sahipleri “biliyorsunuz arkadaşlar,
ekonomik olarak dar boğazdayız, biraz sabır” diyecek oyucusuna… Ve en az maaş
ya da oyun başına cep harçlığını sunacak, “ya benimlesin ya da başka tiyatronun
oyucucusun” diyecek… Tiyatro “aşkı için” sahneye çıkanlar, bir de “aşk yanında
para da lazım” diyenler, “aşk ekmeksiz olmaz” diyenlerin söyleyecekleri söz de
kahve köşesinde bir dizide acaba oyuncu olur muyum kulisinde olacaklar büyük
olasılıkla… bazı devlet ve şehir tiyatro oyuncuları tok oyuncu olduklarından
olsa gerek her türlü dizi ve sinema rolünde kurumundan izin alarak ek gelir
elde ederken hiç işsiz kalmış, ekmek ile aşkı arasında kalmış oyuncu
arkadaşlarını düşünmezler, daha fazla rol, daha fazla dizi, her yerde yüzünü
gösterme telaşı, ne de olsa popüler olmak para demektir bu zamanda…
Ben seyirci koltuğundan sahneye bakanlardanım. Yanımda oturan
cep telefonu açıp oyun oynamasından rahatsızlık duyuyorum ama yapabileceğim bir
şey yok, çünkü parasını vermiş, gelmiş oturmuş koltuğa. Kendisini sinema
salonunda sanan ama izlediğini zaten anlayacak kapasitesi olmayanın can
sıkıntısını giderişi sırasında sahne ışığı ile cep telefonu ışığı arasında
sahneden geleni anlamaya çalışmak ile geçireceğim. Elbette tiyatro izlerken
sadece izlemek yetmez, zaman nakittir diyerek oyun sırasında iş takibi yapan
izleyicilerde olacaktır, onlar para mı kaybetsinler benim gibi seyirciler
yüzünden. Bir de toplu bilet alıp da
salona gelen kurum çalışanlarının bir biri ile işyerinde olanların dedikodusunu
oyun zamanına getirip yapanlar, onlar dedikodusuz mu kalsın, aşk olsun dedikodu
bir anlamda terapi değil mi, oyun zamanında bedava terapi yapanlar… Ödenekli
tiyatroya gelen siyasilerin çocukları ya da kendileri üstelik iktidarda bir de
söz sahibi ise gelenler, gerek olduğunda oyuncuya müdahale ederek “burası
siyaset salonu değil, öyle konuşma, durduk yere iktidara taş atma” diyerek
protesto edenler… Ağzından sakızı çıkarmadan birde balon yaparak oyunu izleyen
en sırada oturan arkasından dayısı ya da babası olan siyasilerin yakınları,
elbette oyunu sinemada izler gibi izleme haklarını kullanıyorlar, seçilmişlere “laf
yok”, atanmış zaten oyuncunun üstünde bir Demokles'in kılıcı gibidir, oyuncunun
kaderi cimer’a şikayet edilecek kadardır, soruşturma, hakaret davaları,
tazminatlar... Kısaca sahnede olan, seyirciyi veli nimet olarak görür ve sesini
çıkaramaz! Çıkarırsa “yandaş” medyanın hedefinde, uslanmaz bir muhalif olarak
sunulur ve elinden popülaritesi alındığı gibi ekmek kazanma yolu da tıkanır…
Liberalizm sizin bildiğiniz gibi, “bırakınız yapsınlar,
bırakınız geçsinler” değildir, geçiş ücreti bile günümüzde devlet güvencelidir,
geç ya da geçme senden alır o parayı!
Tiyatro sezonu açılıyormuş, üstelik seyircili. Seyircisi
bol, alkışı hiç eksik olmasın oyuncaların ve tiyatro salonlarının.
İsmail Cem Özkan