Galata Gazete


18 Ağustos 2025 Pazartesi

Kürt Açılımı Üzerine

Kürt Açılımı Üzerine

Kürt açılımı denilince, akla genellikle tek muhatabın PKK olduğu algısı gelir. Oysa bu doğru değildir. PKK, Kürt halkının temsilcilerinden yalnızca biridir. Kürt halkı ne homojen bir yapıya sahiptir ne de sadece tek bir örgüt tarafından temsil edilebilir. Kürt halkını PKK yaratmamıştır; Kürt isyanını da PKK başlatmamıştır. Ancak PKK, modern Türkiye tarihinde en uzun soluklu ve en etkili isyan örgütlerinden biridir.

Ülkemizde MHP tarafından gündeme getirilen “Terörsüz Türkiye” ifadesi boşuna seçilmemiştir. Çünkü bu açılımda tek muhatap olarak PKK alınmış ve onunla adım adım ilerleyecek bir pazarlık sürecinden söz edilmiştir. Oysa PKK, devletle ilk kez muhatap olmamaktadır. Daha önceki pazarlıklarda masa devrilmiş ve bu durum ölümlerin devam etmesine neden olmuştur.

“Kürt sorunu” ifadesi, PKK gibi savaşçı ve lider bir örgütün belirlediği sınırların ötesinde bir konudur. Kısaca, bu sorun bir örgütün hedefleriyle sınırlı değildir. Bu nedenle Alevi ve Kürt sorunları gibi, ülkemizin kuruluşundan bu yana var olan ve toplumun yapısını, dokusunu etkileyen sorunlar yumağının çözümünde izlenmesi gereken yol pazarlık değil; temel özgürlüklerin sağlanması ve yok sayılanların görünür kılınmasıdır.

Kürt ve Alevi sorunlarının çözümü; özgürlükten, çok seslilikten, “tek” olarak kabul edilenlerin ortak, bir arada ve eşit vatandaşlık haklarına sahip olmasından ve bu hakların hukuki güvence altına alınmasından geçer. Bu sorunlar “yalnızca” sosyalist bir sistemde çözülebilecek meseleler değildir; mevcut kapitalist sistem içinde, ulus devletin yaratmış olduğu sorunların bu düzen altında çözülmesi gereken meselelerdir.

Ulus-devlet anlayışının sorgulanması, yeni bir devlet yapısının oluşturulması ve geçmişle yüzleşilmesi gerekmektedir. Bu süreç yalnızca Meclis'te kurulan bir komisyonla yürütülemez. Meclis'te oluşturulan komisyon yalnızca PKK ile yapılan pazarlığın sınırlarını çizebilir. Oysa açılım ya da sorunların gerçek çözümü toplumsaldır ve toplum içinde yerleşmiş karşılıklı tüm önyargıların kırılmasından geçmektedir.

Sadece hukuki düzenlemelerle yapılan çözümler sorunları ortadan kaldırmaz; aksine, onların yalnızca halının altına süpürülmesine neden olur. Abdülhamid dönemi ve İttihat ve Terakki süreci bunun açık bir kanıtıdır.

Sorunların çözümünde esas belirleyici, hâkim olan görüş ve ideolojinin ne kadar taviz verebileceğidir.

Kürt sorunu konusunda bir açılım yoktur; yalnızca bir pazarlık söz konusudur. Bu pazarlık, açılım için bir ön adım olmalıdır. Kürt halkı homojen değildir; her yapının kendine özgü ihtiyaçları ve tarihsel bir yüzleşmeye ihtiyacı vardır.

Resmî tarih anlayışı yerine, tüm tarafların yaşanmışlıklarını ve acılarını hesaba katan karşılıklı bir tarih anlayışıyla olgular ortaya konulmalı; bu tarihsel yüzleşme yoluyla ileriye adım atılabilmelidir.

İsmail Cem Özkan

17 Ağustos 2025 Pazar

Kutsal Olanın Üzerine İsim Yazmak: İnancın Ticarileştirilmesi Üzerine

Kutsal Olanın Üzerine İsim Yazmak: İnancın Ticarileştirilmesi Üzerine

16 Ağustos 2025 günü Hacıbektaş'ta "Alevi Açılımı" beklerken onun yerine Cemevi açılışı olmuş, üstelik beklediğim "Devlet Bahçeli Cemevi" yerine başka bir vekilin Cemevi açılmış...

Hacıbektaş’ta "Bağcılar Gürsel Erol Cemevi" adında bir binanın açılışı yapılmış. Her yeni inşaatın yanına yapılan camiler gibi, bu da “kutsal mekân” olarak adlandırılan yerlerden biri… Camileri yaptıranlar genellikle annesinin ya da babasının ismini vererek, “Allah’ın evi” diyerek bir yapı inşa ediyor.

Peki, Allah’ın evine parayı verenin istediği ismi verebilmesi, onu Allah katında nasıl bir konuma yerleştiriyor?

Bu sorunun yanıtını Sünni / Şii İslam’ın ileri gelenlerinin vermesi gerekir; beni pek ilgilendirmez. Ancak benzer bir anlayışla Hacıbektaş’ta bir bina yapılmış ve adına bir kişinin ismi eklenerek “Cemevi” denilmiş.

Peki, Alevi inancında böyle bir kibir var mı? Böyle bir yol var mı? Fakirle zenginin eşitlendiği cemlerin önüne bir firma ismi, bir kişinin ismi ya da herhangi bir sıfat eklenerek bir ibadethane yapılırsa, orada yapılan ibadet Allah katında nasıl bir anlam taşır?

Korkarım ki bir gün biri çıkıp hac merkezlerine sponsor olduğunu söyleyebilir:

“Ben oraları yaptırdım, düzenledim, kendi ya da şirketimin ismini vereceğim.”

Bu anlayışın örneklerini futbol kulüplerinde görüyoruz: Hepsinin önünde artık bir firma ismi var. Oynadıkları liglere, statlara şirket isimleri veriliyor. Taraftarın sırtına giydiği forma bile sponsor logosuyla dolu.

Bu durum, açıkça tüketim çılgınlığının; yani kapitalizmin sınır tanımaz saldırganlığının ve gözü doymaz rant hırsının bir göstergesidir. Şimdi kutsal mekânların da önüne, arkasına, ortasına şirket isimleri verilerek; tıpkı futbolun sanayileştirilmesi gibi, din de sanayileştiriliyor. İbadethaneler, birer reklam ve PR çalışması aracına dönüştürülüyor. Ortaçağda din sermayenin üzerine elini bulundurur, istediği gibi yönetirdi, Fransız devrimi ile birlikte sermaye dinin üzerine elini koydu, rollerin yönünü değiştirdi.

Sermayeyi dinden el çektirdiğiniz anda geriye sadece inananların mekânı kalır.

Ama sermaye dinin içine girdiğinde, o mekânlar artık Allah’ın değil, parayı verenlerin evi olur. Ve kibirli bir duruşun ardından sessizce şu mesaj verilir:

“Ben size bu mekânı vererek sokakta ibadet etmekten kurtardım, her duanızda bana şükredin!”

Sanki bu yapılar aracılığıyla, görünmeyen bir el ‘minnet’ bekliyor.

Kendi yaptırdığı ibadethaneye gerekirse metro hattı bile getirtilir; devletin olanakları, paranın gücüyle o alanların doldurulması sağlanır.

Ve unutulmamalı:

Parayla kutsallık satın alınamaz. Satın alınabilen her şey, kutsal değildir.

İsmail Cem Özkan