Galata Gazete


15 Haziran 2016 Çarşamba

Roller!

Roller!

Toplumun bize yüklediği rolleri hiç düşünmeden hemen kabul ederiz, hatta o kadar çabuk benimseriz ki hiç sorgulamayız, sorgulamayı da aklımıza dahi getirmeyiz. Biz o rol için yaratılmış ve onu gerektiği gibi oynamaya yükümlüyüzdür sanki! Fakat buna rağmen tarihin bize yüklediği rolleri nedense içgüdüsel ya da güvenlik kaygılarımız yüzünden ret ediyoruz. Tarihin bize yüklediği rol ancak toplumsal hareketlilik içinde kendiliğinden gelişen toplumsal dalgada bir su damlası olabiliyoruz. Ve bu içgüdüsel hareketlilik toplu olduğunda güçlü etki yaratmış olmasına rağmen ne yazık ki değişimin habercisi olmaktan öteye gitmiyor. Tarih değişimler küçük adımlar şeklinde olabilirken aynı zamanda köklü ve keskin çatlamalara yol açan sarsıntılar ile de ilerlemektedir. Bu ilerleyiş sanıldığı ve düşünüldüğü gibi her daim aydınlığa ve çağdaşlığa değil, tersi de söz konusu olduğu yaşadığımız çağın ruhuna bakarak anlayabiliyoruz.
Tarihin bize yüklediği rolleri neden ret ediyor ya da görmemezlikten geliyoruz? Bu sorunun yanıtı ancak olaylar bittikten sonra aslında ben ya da biz şunları yapabilirdik, şu olanakları elimizden kaçırdık şeklinde olabilmektedir ama en önemli sebep örgütlü ve hazırlıklı olmadığımızdan yatar. Tarih ancak örgütlü ve bilinçli dokunuşlar yapanların iradesi ile değişir. O irade bizi ancak kriz ortamında krizi daha iyi kontrol etmeyi ve yönlendirmeyi getirir ki o da gerçek anlamda örgütlü olmayı ve örgütlü hareket etmeyi gerçekleştirildiğini gösterir.
Yakın tarihimiz içinde birçok kırılma ve tarihin değiştiğine şahitlik ettik. Bu değişimlerin ve dokunuşların içinde devlet denen örgütlü yapının içinde ama kontrol dışında başka bir örgütlü yapının varlığını görmek şaşırtıcı değildir. Tarih, devlet denen mekanizmanın başlangıçta ilerici zaman içinde hatta çok kısa zamanda tutucu ve ilerleme karşısında en büyük engel konumuna büründüğünü bilmekteyiz.  Dağılan devlet yerine yeniden konumlanan devlet tarihsel olarak bir birinin devamıdır ama ayrıştığı noktaları öne çıkarmayı severiz.
Evrensel olarak yaşanan kriz ortamlarında ulus devleti doğumundan yüzyıl sonra dağılma sürecine girdi. Bu süreci iyi kontrol edebilen kapitalizm karşısında etkili ve güçlü bir sınıf olması gereken işçi sınıfını güçsüz yani örgütsüz konumuna getirmiş, var olan örgütlü yapılarını parçalamış ve kazandığı tüm kazanımları bir bir liberal söylemler ile elinden almış…
Kapitalizm açısından liberal ekonominin çarkları arasında işçi sınıfını bir bütün olmaktan çıkarıp parçalayarak ulus devlet yapısının dağılma sürecini iyi kontrol ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ulus devleti artık ortadan kalkmıştır ama etkisini birçok yerde sürdürmeye ve algısal olarak varlığını korumaya devam etmektedir.
Liberal söylemler ile yeniden oluşturulan devlet mekanizması bugün yaşanan kriz ortamına cevap olamamaktadır, henüz hukuki süreci ve yasal zemin üzerine oluşmakta olan devlet oturmuş değildir. Alt yapısı ve nereye doğru savrulacağı henüz belli olmayan yeni devlet mekanizmasının en zayıf döneminde, işçi sınıfının oluşturması muhtemel devlet algısı, örgütlü gücü yazık ki hala ortada yok, hala geleceğe cevap verebilecek çağdaş bir örgütlenmeyi yaratacak evrensel işçi sınıf bütünlüğü yok.
Sınıf kavgası eskisi gibi belirli alan ile artık sınırlı değildir, çünkü kapitalizm üretim araçlarını evrensel olarak dağıttığı koşullarda elbette işçilerde evrensel olarak eylemleri örgütlemek ile yükümlüdür. Alın terinin ne ulusu, ne ırkı ne de dini vardır. Bir ürün bir çok kültür ve coğrafya parçasında birleşerek meydana geldiği ortamda, üretmeden rakamlar ile kar hanesine rakam ekleyen borsaların dünyasında işçiye ve emekçiye sadece rakamların kırpıntıları kalmakla beraber, aynı zamanda üreten tüketicidir. Her işçi tüketeceği kadar maaş alırken, ay sonunda tasarruf yerine borç öder konumuna getirtilerek evrensel olarak hareket alanı daraltılmaktadır. Emperyalist olan ulus devletler kendi işçilerini sömürgelerden ve yarı sömürgelerden gelen zenginlik ile sosyal devlet sınırları içinde memnun etmeye ve onları pasifize etmeye özen gösterirdi, fakat bugün ki durumda bu durum söz konusu olmaktan çıkmıştır. Eskiden en çok kar eden çelik sanayisi bile kapanma ve işçiler işsizlik maaşlarına mahkum edilmektedir. Zengin ve orta sınıfı olmasına özen gösterilen ülkelerde HartzVI  (Almanya’da sosyal yardımı düzenleyen bir hukuki düzenleme, kaç yıl çalışmış, ne kadar maaş aldığına bakılmadan belirli süre işsiz kalan tüm işsizler eşitlenir ve ellerinde olan maddi kaynaklar sorgulanarak bütün işsizler eşitlenir.) adı altında birbirine benzer yasal düzenlemeler evrensel olarak tüm devletlerde uygulanmayı beklemektedir. Bugün birçok ülkede bu uygulama henüz yoksa nedeni ülkelerin içişleri ve devletlerinin henüz şekil değiştirmemesinde aramak gereklidir. En önemli neden ise evrensel hukuk düzenlemesi ve kontrol mekanizmasının henüz oluşturulmamsıdır.  Sermaye sahipleri tüm ülkelerde aynı düzenlemede maaşa bağlı işçileri ile verimli bir pazar oluşturma hayalleri içindedir…
Devletin parçalanma süreci tüm devletlerde aynı zaman içinde ve aynı çizgi izlememmiş olması devletin oluşmakta olan devlet içinde yeniden yorumlandığı gerçeğini değiştirmez. Ulus devleti kurulduktan tam yüz yıl sonra artık tarih sahnesine veda ederken, iki büyük savaş yaşamış ulus devletler tarihin karanlık noktalarına bıraktığı karanlık suçlarının üstünü de aydınlatabilecek ne yazık ki oluşmakta olan devlet ışık saçmıyor. Oluşmakta olan tıpkı içinden çıktığı ulus devlet gibi baskı, zulüm ve insan haklarına saygısız tutumunu kapitalist sistem içinde varlığını yeni figürler ile oynamaya devam edecektir.
Tarih yazımı yeni devlet anlayışının oluşumu sürecinde değişecektir. Yeni kahramanlar ve yeni düşmanlar bu süreç içinde yaratılıp, bugüne kadar kahraman olarak gördüklerimizin aslında kahraman olmadıkları, ulus devleti adına cani olduklarını öğreneceğiz. O dönemde ölen, öldürülen birçok olay gün yüzüne belki çıkacak, belki de hiç açılmamak üzere ileri tarihlere bırakılacak… Tarih yazımı ve söylemi bize yeni roller verecek ve bizler verilen bu rolü hiç düşünmeden kabul edeceğiz büyük olasılıkla…
Sınıf kavgası varlığını yeni devlet anlayışı içinde devam edecek, fakat o kavgada da bugüne kadar alışageldiğimiz yöntemlerin fark etmeden değişen biçimi ile evrensel bir kavganın tarafı olacağız… Klasik kitaplarımızda sürekli vurgulanan işçi sınıfı birliği gerçek anlamda belki gerçekten tarih sahnesine çıkıp beklenen o muhteşem özgürlük ve demokrasi mücadelesi sonucunda gerçekleşebilir…

İsmail Cem Özkan 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.