Hedef doğru mu ?!
Sol hareketler 12 Eylül
öncesi antifaşist mücadele ettiler ve 12 Eylül sabahı ile var olan yapıların birçoğu
darmaduman oldu, çünkü sol, antifaşist mücadeleye uygun bir mücadele taktiği
tutturulmuş ve yapılanmalarını ona göre kurgulamışlardı.
Elbette baştan itibaren
kurgulanarak bir düzenleme söz konusu olmuşsa ki, benim okuduğum kaynaklara
göre gelişen olaylara ve ihtiyaçlara göre bir yapılanma söz konusu ve çoğu
zaman yapılan ittifaklar ve birleşmelere bakarak kafa karışıklıkları da mevcut
olduğunu düşünüyorum. Ortada kurgu yok, gelişen ihtiyaca cevap veren yapılar
söz konusuydu.
12 Eylül öncesinde Sistem ile
kavga ve nihai hedef güncel olayların içinde yok olmuş gibiydi. Bir yandan da olayların
gelişimine bakarak doğal bir süreç, çünkü solu öyle bir ortamın içinde
bıraktılar ki sol ister istemez faşist saldırlar karşısında savunma konumunda
yer almak zorunda kaldı. Sokakta ki sıcak gelişmeler, sol yapıların karar
verici konumunda olanların da acil sorunlara yanıt aramasına sebep olmuş ve
güncelin içinde bir anlamda kısır döngü içinde kalmalarına sebep de olmuş
olabilir. Teoride olan bir çok şeyin karşılığı sokakta olmayabilir, sokak ya da
hayat değişimleri ile kendisini dayatır ve ona göre var olan siyasi, kültürel
yapının da değişimine zorlar. Somut durumun somut tahlili, ona karşı gelen
çözüm önerileri zaman zaman nihai hedefin göz ardı edilmesine sebep olabilir.
Acil görevler diye başlık açılır ve o hiç sonlanmaz.
Sokaklarda ki gelişmeler bir
anlamda cepheleşmeyi ve iç savaş koşullarının oluşulmasına neden oldu. Var olan
yapılarda ayrılıklar solun egemenlik sorunu oluşmasına neden oldu, çünkü sol
kendi mücadelesi ile oluşturmuş olduğu kurtarılmış alanda başka bir solun kök
salmasına ve kazanılmış olan ne varsa onun paylaşımının taraftarı olmadı… Zaten oturup tartışılacak, teorik sorunların
konuşulduğu ortamlarda pek söz konusu değildi, dergilerde yapılan tartışmalar
sokaktaki karşılığı kaba güç olarak kendisini ifade eder olmuştu. Sol, kendi egemenlik
alanında başka sol bir gücün olgunlaşmasına izin vermedi...
Sol yapılar arası çatışmalar
zaman içinde sanki sıradan bir antifaşist mücadele gibi algılandı...
Sokak, solu anti faşist
mücadele ile oyalarken 12 Eylül’ün gelişini gören sol kadrolar, darbe sabahında
hazırlıksız, kadrolarını yönlendirecek kadar lojistik destekten yoksun, darbe
konusunda alınmış istihbaratın sadece darbe geldiği konusunda bilgisi alınmış
ama darbenin içeriği konusunda bilgisiz halde yakaladı... Bu da solun kısa
sürede merkezi yapılarının çözülmesini ortaya çıkardı...
Peki, bugün neden o günleri
anımsadım?
Bugün yaşananlara bakıyorum,
ortada antifaşist bir mücadele yok, çünkü öyle bir ortamın yaratılmasını
istemeyenler 12 Eylül sonrası oluşturdukları ortam ile bunu imkansız hale
getirip yerine başka şeyleri ikame etti…
Solun boşalttığı alanı dinci
yapılar doldurdu.
Zamanın ruhunda yükselen güç
dindi. Ülkemize başka bir rol biçilmişti, bu rolü ülkemizde uygulayacak
darbecilerde bu işe bir anlamda gönüllüydüler. Elinde Kuran ile meydanlara çıkıp ayetlerden
alıntılar yaparak konuşmalarını sürdürürken bir anlamda kulaklara
fısıldanıyordu, artık devri tarikatların devriydi, hazır olanlar bu zaman
içinde yükselecekti.
Liberalizm dalgası, kazanılmış
hakların zor ile ya da zaman içinde alınarak örgütlü işçi sınıfını örgütsüz ve
sisteme sorun çıkaramayacak düzeye kadar geriletmekti...
Ülkenin şartlarına uygun dört
eğilimi birleştiren partiler ortaya çıktı... İktidara kim gelirse kendi
muhalefetini de kendisi oluşturuyordu, çünkü kendi oluşturduğu gündeme muhalefeti
alet ederek, kendi gündemi üzerinden hedeflerine ulaşıyordu. Özal dönemi, anti
Özal ve ANAP üzerine kurgulandı. Muhalefet, Özal’ın tüm uygulamalarına gözü
kapalı “hayır” diyordu. Evet - hayır çekişmesi, dönemin en eğlenceli yarışma
programı dahi olmuştu. Evet dedi ve kaybetti! Evet ve hayır denilmeyecek
oyunlar ekranlarda çok seyirci topluyordu…
Özal sonrası bir geçiş süreci
yaşadık...
Liberalizm sadece ekonomik
anlamda hayatımızı etkilemiyor, siyasi olarak da etkiliyordu. Var olan Kürt
Sorunu ve çevresinde Kürt realitesinin tanınması ile ister istemez geçmiş ile
yüzleşmek ve yeniden tarih yazımını ortaya çıkardı, çünkü o güne kadar katı
şekilde uygulanmış olan ulus devleti artık yerle bir oluyordu ve yerini
dolduracak yeni bir sistem inşaat edilmesi gerekliydi…
Liberalizm yıkmıştı ama
yerine yenisini koyamadı...
Sol toparlama sürecindeydi,
üzerinden panzer geçmiş ve dövüşte yere düşmüştü…
Sınıflar ortadan kalkmamıştı,
fakirlik daha da artmış, şehirler daha fazla kalabalıklaşmıştı. Fakat bir türlü
sol toplanamıyordu. İktidar ortağı olmuştu ve bir anlamda onlarda liberal
ekonomiyi ve düşünce biçimini benimsemişler ve radikal solun yerini sol
söylemli liberalizm almıştı…
İki partili rejimde ister
istemez “zararsız solun” olması gerekliydi… Koltuk kavgası, koltuk mücadelesi
devlet ihalelerinde pay kapma yarışından ister istemez her kesimi kucaklıyordu.
Cezaevinden çıkan bir çok şanslı solcu var olan belediyelerde ya danışman ya da
ihale işleri takip eder konuma gelmişti… Liberalizm 12 Eylül öncesini nostaljik
bir konuma indirgemiş, oradan elde edilen ilişkiler kendi çıkarı için
kullanılan bir ağa dönüşmüştü.
AKP kuruluşu ve sonrası süreç
12 Eylül darbesini planlayanların, yapanların ve destek verenlerin tüm
ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kendisini gösterdi… ANAP gibi AKP’de kendi
muhalefetini yarattı… Ve ne yazık ki bu AKP iktidara geliş süreci ve iktidar
koltuğunda kalış sürecinde solun tercihleri önemli rol oynamıştır. Çünkü
başörtüsü ile başlayan bir süreçte, evet -
hayır oyunun başka bir versiyonu oynanmıştı, tutucular ve özgürlükçüler
adı verilen iki kutba dönmüştü, aslında orada da bir kavram karmaşası
yaratılmıştı. Çünkü özgürlükçü olduğunu söyleyenler tutucuydu ve hedefleri
yolunda her role bürünebileceklerini açıkça ilan etmişlerdi…
Kavramlar ile oynanıyordu,
çoğu kavramın o güne kadar alışılagelmiş tanımları değiştiriliyordu.
O süreç içinde solun küçük
bir bölümü belki de büyük bir bölümü sadece AKP ve Erdoğan karşıtı tutum içinde
kendisini tanımlamaya başlamıştı...
Antifaşist mücadele yerini
sanki Erdoğan karşıtlığı almış gibi...
Bir bölüm sol bugün var olan
kaosun ve krizin nedeni sadece Erdoğan ve onun beceriksiz ve bilimden uzak,
sadece duygusal olarak İslam hayaline bağlamakta... Bu bize sunulan ve
muhalefet olarak kim varsa üzerine ödev gibi yüklenilmiş bir bakış açısı gibi...
Günlük olaylar, günlük
yapılan hukuk dışı uygulamalar, keyfi hukuk kararları ile oluşan bir kaos ve
krizin içinde muhalefet olmak var olan iktidar ile mücadele etmek gibi bir bilgi
pompalanıyor...
Burada sanki senaryo aynı ama
bazı kelimeler değiştirerek tarihin tekerrür halini ortaya koymuşlar gibi...
Sol ve işçi sınıfı ekonomik
mücadele ediyor, siyasi mücadelenin yerini geçmişin değerlerine sarılmak
şeklinde ve onun ile AKP karşıtlığı oluşturuluyor gibi bir durum söz konusu...
Bundan da en çok kimler yararlanıyor sorusu aklımın bir köşesinde duruyor...
12 Eylül öyle sıradan bir
tarih değildir, ulus devletinin yıkılışı ve yerini liberalizm görüntüsü altında
küreselleşme ve yeni kapitalist düzenin oluşturulması süreci. Kısaca tarihin
kırılma noktalarından biri bizim özgün tarihimiz içinde ama dünyada buna
paralel olarak kırılma bizden önce başlamış ve halen devam eden bir süreç...
Henüz kırılma devam ettiği
bir zaman diliminde sol neden siyasi hedefler yönünde yapılandırmak yerine
basit olanı seçiyor?
Var olan ve gözle görünen yel
değirmenleri... Antifaşist mücadele yerini lider ve partisi karşıtlı almış
gibi…
Yel değirmeni orada duruyor,
küresel rüzgar ile zaman zaman dönüyor, çoğu zaman kendisini öğütürken ve hiç
bir zaman gerçekleşmeyecek olan ümmet dünyası için kendi ütopyaları içinde
debelenirken sol bu var olan iktidar ile savaşmayı ya da mücadele etmeyi
takıntı olarak kendisine seçmiş durumda?
Ulusal bayramları bazı
komünistler Türk bayrağı eşliğinde kutlama eğiliminde. Sanki işçi sınıfı
iktidarda, işçi sınıfının bayrağı ve o bayrak altında mücadele ediyorlar...
Şenlikler düzenliyorlar...
Bundan ben hiç bir şey
anlamadım...
Karadeniz'de öldürülen
komünistlerin mirası mı kaldı? Katiline tapınma ya da biat etme gibi bir durum
mu yaşanıyor? İşkencelerden geçirilmiş, acılar çektirilmiş, sürgünler yaşanmış,
devletin derelerinde kaybolan öldürülenler sanki bu ülkenin tarihinde hiç olmamış
gibi bir tavır içindeler?
Sol hala yel değirmenleri ile
mi mücadele ediyor?
Sancho Panza çoktan
yanımızdan gitti, tek başımıza kaldık, yel değirmeni rüzgar oldukça dönmeye
devam ediyor...
Bugün AKP karşıtlığı CHP ile
ortak iş yapmaya kadar gelmiş durumda. AKP aslında CHP demektir, çünkü onu
iktidar koltuğunda tutan CHP’nin tercihleri ve AKP’nin istediği söylemleridir.
Şöyle bir düşünelim, Erdoğan gitse, yerine Kılıçdaroğlu ya da başkası gelse ne
değişecek işçi sınıfı adına? Biraz daha mı özgür olacağız, daha mı az
sömürüleceğiz, daha fazla mı demokrasi gelecek?
Sınıf temelli bakar hayata
sol.
Sınıf çıkarları açısından
bakılınca, onun iktidarı için mücadele etmek yerine, bir burjuva partisi yerini
başka burjuva partisi alsın diye ittifak içinde olmanın bir anlamı var mı? Elbette
ortada küçük nüanslar olacak ama yaşam kalitemizin yükselmesi hayat standartlarımızın
artması için mücadele ediyoruz, bir çok şeyi riske atıyoruz, çünkü
kaybedeceğimiz çok şey var…
Sınıf mücadelesi nihai hedefi
gözden çıkarıp günlük olayların peşinden koşan hale geldiğinde yeni yenilgiler
kaçınılmazdır…
Bunu yaşayarak, ölerek
öğrendik.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.