Galata Gazete


28 Şubat 2021 Pazar

Savaşmak isteyenlere düşman yaratılır!

 Savaşmak isteyenlere düşman yaratılır!

 

İran tarihi Ortadoğu tarihi ile doğrudan bağlantılıdır, çünkü emperyalist ülkeler birçok toplumsal olayları yön verecek denemeleri bu ülke topraklarında yapmıştır. 19 Ağustos 1953 darbesi Amerika’nın Ortadoğu’da ilk defa CIA eli ile gerçekleştirdiği askeri operasyondur. CIA denetiminde yapılan darbe ile Şah ülke yönetimine el koymuş ve ulusallaştırılan petrol işletmesini (Anglo-İran Petrol Şirketi daha sonra BP oldu) yeniden İngilizlerin denetimine / kullanımına kısıtlı olsa da açmıştır. CIA ile Ortadoğu’ya adım atan Amerika İngilizlerin arka bahçesinde kendi hegomanyasını ve siyasetinin de ilk adımını atmış olmaktadır…

 

Emperyalist devletler tarafından çizilen sınırlar, emperyalist devletlerin rekabet alanı olmuştu. Korku sınırları çizilen devletler için birer araçtı. İşgal edilmek, var olan gücün paylaşılması ya da başka sınırı çizilen devlet tarafından işgale uğraması… Kısaca piyonlar arası rekabet karşılıklı nefret söylemleri ve korku ile biçimleniyordu.

 

Ortadoğu ülkelerinde darbe emperyalist devletlerin çıkarına ters gelen bir iktidarı uzaklaştırmak için kullanılan birer araç haline gelmiştir.

 

Darbe emperyalist devletlerin çıkarına hizmet eder, darbe olan ülkede yaşayanlar genelde otokrasi, monarşi, diktatörlük kelimelerin kullanıldığı seçeneklerden birine sahip olur… Darbe öncesi hep kötüdür, darbe sonrası hep halkın iyiliği için yapıldığı için güzeldir ama her darbenin amacı emperyalist devletlerin çıkarına hizmet etmek, küreselleşen firmaların önüne engel olan ne varsa o var olanların törpülenmesidir. Pürüz varsa pürüz darbeler ile tıraşlanır ve küresel olanın hizmetine sunulur…

 

Şah iktidarını bir darbe ile güçlendirmiştir ve ülkede tek adam rejimi ile emperyalist devletlere başta hizmet ederken, zaman içinde şah emperyalist devletlerden istekleri rahatsızlık yaratmış ve ülke içinde şahın gücünü zayıflatacak toplumsal bir dalganın da yaratılması kaçınılmaz olmuştur. Şah darbe ile yok edilemeyecektir ama şahı ortadan kaldıracak bir emperyalist devletlerin çıkarına uygun yeni bir devlet kurulması için ortam yaratılacaktır… Amerika’da insan hakları kuruluşları yayınladıkları raporlar ile şah rejiminin ve onun gizli servisinin yaptığı insanlık suçları teşhir edilmeye ve ülke içinde daha görünür kılınmaya başlamıştır… Elbette ortam hazırlanmıştır ama kuzeyde yer alan Sovyet tehdidi de göz ardı edilmemesi gereklidir, Sovyet rejiminin İran içinde de temsil eden bir güç odağı vardır ve o 1953 darbesinden bu yana gücünü geliştirmiştir… İran’da gerçekleştirilecek her hangi bir rejim değişikliği cumhuriyeti getirecektir ama hangi cumhuriyet? İşçi ya da İslam sorusu şah gidene kadar İran üzerine kafa yoranların önünde soru olarak kalmıştır.

 

İran şahtan kurtulup Humeyni darbesi ile ülkenin yönetim biçimi İslam (Şubat 1979) olunca, yeni cumhuriyet kendi iktidarını kurmak için zamana ihtiyacı vardır. Şeriat mahkemeleri ile önce şah taraftarları idama mahkum edilip hemen uygulanmış arkasından rejim değişikliği için güç birliği yaptığı TUDEH (İran Komünist Partisi) ve diğer sol güçlerin taraftarlarını idam ederek ülkede İslam cumhuriyeti tüm dünyaya ilan edilmiştir. yeni rejim ülke sathında değil, dünya sathında kendisine muhalif olanları öldürmekten çekinmemiştir. İslam cumhuriyeti elbette göreceli olarak batıya karşı gibi gözükmüş olsa da aslında Sovyet bloğuna dahil olmadığı için batının korkusu olan işçi devleti tehdidini ortadan kaldırmıştır. Rejimin yerleşmesi için ülkede hakları bir arada tutacak bir düşmana ihtiyaç vardı, o da 22 Eylül 1980 günü batıdan gelecekti. Saddam Hüseyin İran’a savaş açarak Humeyni’nin istediği ortam için muhteşem bir olanak sunacaktı. Yurtsever İran halkı iç mücadele yerine düşman ile savaşmak için cepheye gidecekti. Üstelik İran silah dengesi olarak ıraktan daha zayıf ama insan gücü olarak ondan fazlaydı… Irak yurtdışından her istediği silahı elde edecek gücü ve olanağı varken, İran bu açık silah pazarından teçhizatı el atından almak zorundaydı… Çünkü ambargo altındaydı ve ambargoya neden olan duruşuydu. Ambargo uygulayanlar hem ırak’a hem de silah satarak bu işten kar elde etmelerinin yanında ucuz petrol alıp pahalı olarak petrol fakiri olan ülkelere satarak savaşın yeteri kadar uzaması için olanak yaratmıştır…

 

İran’da rejimin değişimi, rejimin ülke sathında yerleşmesi elbette dışarıdan bakanlar için çok fazla anlaşılır gibi değildir, çünkü emperyalist devletlerin çıkarına gibi durmamaktadır. İran İslam cumhuriyeti bir siyasi dalga yaratacak ve diğer ülkeleri de etkileyecekti…

 

Ilımlı İslam modeli ve ihraç edilen İran devlet anlayışı…

 

Gerçi İran’dan önce tüm Arap devletleri İslam devletleriydi ama İran İslam modeli farklı bir sıçrayışında habercisi olmuştu… İran’ın komşusu ülkemiz 24 Ocak kararları ile başlayan liberalizm dalgası ve onun uygulanması için yapılan askeri darbe ılımlı İslam modelinin İslam devletleri içinde batıya yüzünü dönmüş devletin İslam devletleri ya da başka deyiş ile Ortadoğu devletleri modeline dönüşü anlamına geliyordu. O güne kadar Suudi sermayesi Türkiye topraklarında yokken, birden Türkiye pazarı Arap sermayesi ile tanışacak ve özelleştirme adı altında birçok işletmede ve bankacılık sektöründe Arap sermayesi ülkenin vazgeçilmez bir parçası olacaktı. İslam modeli olarak sunulan tüm kapitalist ilişkilerde yeni bir örtü örtülüyordu İslam dünyasının üzerine…

 

İran İslam cumhuriyeti oluşmasının en somut sonucu Filistin Kurtuluş Örgütünün parçalanması ve Yaser Arafat’ın liderliği sembolik hale dönüşmesidir. İsrail için tehdit eden örgüt işlevsileştirilmiş ve barış yolu açılmıştır… İsrail’in “Filistin açılımı” ya da “Arap açılımı” İran rejim değişimi ile doğrudan ilgili olduğu bugünden o güne bakarak daha iyi anlamlandırabiliriz…

 

İran’daki değişim sadece ülkemizde değişim anlamına gelmiyordu, Afganistan İslam’ın yeni yorumu ve mücadele biçimi ile de tanışacaktı, Taliban ülke yönetiminde söz sahibi olması elbette komşu ülkelerde mezhep çatışmalarını da körükleyecekti. Dinler ve mezhepler arası savaş İslam dünyasının yeni normali olmaya başladı ve kanıksatıldı. Batı dünyasında arzu edilen İslamofobi başlatıldı, batının yeni düşmanı İslam olarak gösterilirken, kendisini yeniden konumlandırıyordu.

 

Küreselleşme yeni nefret söylemleri ile kendisini tüm ülkelere dayatıyordu…

 

“Projeler”, “baharlar” adı atlında İslam dünyası yeniden hizaya sokulurken, günümüzde yeni bir yol ayrımına geldiğini görüyoruz. Çünkü İran rejim değişiminin yerleşmesine olanak veren Saddam Hüseyin artık tarih sahnesinde yerini almıştır. Körfez ülkeleri Amerikan üssü olmuş, Suudi Arabistan topraklarında Amerikan askerlerin yaşadığı kasabaların oluşmasına izin vermiştir. Bugünlerde Suudi prensesi İstanbul başkonsolosluğunda öldürülmesi üzerine yapılan soruşturmada katil olduğu ilan edilmiş, Yemen’de yaşanan iç savaşta dostlar ve düşmanlar tanımında emperyalist çıkarına uygun olarak değişim yaşanmaktadır.

 

Peki, ülkemizdeki ılımlı İslam’a verilen rolde değişim olacak mı?

 

İran İslam devletinin varlığı bugün hangi emperyalist çıkarlara hizmet etmeye devam ediyor? Eğer emperyalist devletlerin çıkarına uygun olmasaydı bugüne kadar yaşaması İran tarihine bakarak imkansız olduğunu görebiliriz. 

 

Darbeler bir rejim yaşaması için yapılabilir ya da o rejim liderlerinin yerine daha çok emperyalist çıkarlara hizmet etmek için yeni liderler ile değiştirilmesi anlamındadır… Darbeler “ülkenin iyiliği için” yapılan dıştan planlanan ve uygulanan bir yöntemdir…

 

Ülkemiz darbelere yabancı değildir, her darbe bizi nereye savurduğu ortadadır. Gerek olduğunda iktidarı değiştirmiş, gerek olduğunda var olan iktidara daha fazla güç vermiş ve ülke yeni bir rotaya sokulmuştur. Kısaca darbeler ya iktidara yeni olanaklar yaratmış ya da yerine yeni iktidar güç getirmiştir ama her darbe iktidarda kim olursa olsun daha fazla yetki ve güç vermiş, insan hakları alanı daha da daraltılmıştır. 

 

İslam dünyasında savaşmak isteyenlere düşman yaratılmıştır.

 

Emperyalist devletler tarafından yaratılan güçler, emperyalist devletlerin çıkarına dokunduğu an panzehiri yine o topraklar üzerinde yaşayan başka güçler yaratılarak oluşturulmuştur. Saddam Hüseyin yıkıldıktan sonra Irak topraklarında oluşturulan güçlerin kökeni Afganistan’da, İran’da olması tesadüfi değildir, modeller önceden oluşturulmuş ve daha kanlı, daha vahşi yapılar oluşturularak batı dünyasında oluşan İslamofobi için kaynak oluşturulmuştur.

 

IŞİD oluşturulması bir Sünni ittifak olarak çevre ülkelerin maddi, manevi desteği ile oluşturulurken, emperyalistler tarafından oluşturulan siyasi sınırlar içinde savaş literatürüne “hibrit” kavramı da girmiştir. Göreceli olarak sınırlar ortadan kalmış ama sonuçta sınırlar içinde savaş devam etmiştir.

 

Korku hem batı dünyasında beslenmiş hem de İslam devletleri içinde körüklenmiştir. Korku ile emperyalistler istediklerini almış ve savaş olan coğrafyalarda insanlığın tüm birikimleri yok edilmiş, yağmalanmış ve ölü toprak yaratılarak emperyalistlerin aleyhine olabilecek her türlü girişimin baştan önlemi alınmıştır. Emperyalist devletlerin satranç tahtasında İslami liderler birer piyon olarak yerlerini almış ve çıkarlara uygun şekilde konumlandırılmaya devam ediliyor, gerek görüldüğünde piyon (Saddam Hüseyin, Kaddafi, Mursi… gibi liderler) oyun dışına bırakılıp yerine yeni liderler almasına olanak verilmektedir. Ortadoğu’da liderlerin hiç biri kalıcı değildir, onlar emperyalist devletlere hizmet ettiği sürece koltuğunda oturup, kişisel şatafatlı yaşamı yaşayabilirler. İstedikleri yere saraylar yapıp, istediklerini işe alıp çıkarabilir, kendi hükümdarlığı altında ki yaşayanlara her türlü eziyeti ve kötü yaşamı dayatabilir ama emperyalist devletlerin çıkarı ile çatıştığı an elinin altında tuttuğu tüm serveti onu koltukta oturmasına yetmez… 

 

Emperyalist devletler Ortadoğu’da istikrar istemez, çünkü çıkarları çatışmalar üzerine oturmaktadır. İran’da 1953 darbesi ile başlayan sınırlar değişmeden, sınırlar içinde yeni çatışma alanları yaratılarak ve gerek görüldüğünde sınırları aşan ama sınırların değişimini gerektirmeyen çatışmalar teşvik edilmiş ve çatışan taraflara el altından ya da açıktan destek verilerek istikrarsız ortam istikrarlı bir şekilde devam etmesi sağlanmaktadır.

 

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.