Taktım takıntıya!
Bu ülke takıntılı insanların çok olduğu bir topluluk, her sıradan veya parası olanın, devlette yetkili -yetkisiz olanların küçük ya da büyük takıntıları var, sanırım takıntısı olmayan yok! Örneğin ben, taktım şu takıntılara.
Peki, her birimizin bir takıntısı varsa, takıntılı olmak ne anlama geliyor?
Takıntılı olmak demek aslında birilerini ötekileştirmek ve yok etmek anlamına gelir, bir anlamda da güvensizlik duygusudur... Kendinden üstün olduğuna ya da potansiyel tehlikeli olduğunu düşündüğünüz kişi ya da düşünce, hadi bunların dışında eşyaya kadar her konuda takıntı söz konusu olmaktadır. Bizi güvensiz bırakan ya da bırakma potansiyeli olan her şeye karşı takıntılıyız!
Yüzyıllık tarihimiz içinde ülkemizde en çok takıntı haline getirilen konu Kürtlerdir!
Önceleri Kürtler ülke kuruluş aşamasında kurucu halk olarak kabul edilmiş, zaman geçince bilinmeyen dil ile yaşayanlar kategorisine girmişler. Bu coğrafyada bir millet kendi ulus devletini kurarken, diğer millet olarak Kürtler de kendi ulus devleti kurma girişimleri iç isyan olarak kabul edildiği için zor ile bastırılmış bir halktır. Onlar hep başka güçlerin işbirlikçisi, emperyalist devletlerin taşeronu olarak kabul edilmiştir, bu önyargı yüzünden onların her istemi ayrılıkçı olarak görülmüştür.
Kürt kimliği ve bilinci ile yaptıkları her hareket ve istem birilerin gözüne batıyor, ama parası olan Kürt bir “Türk gibi” düşünüp ona göre hayat yaşıyorsa, güvenlik güçlerine hizmet eden “korucu” ise o da devletin gözünde “bizdendir”. Kürt olduğu halde Türk milliyetçisi ise o hepten “kan kardeşiyiz!” Ama kendisini Kürt olarak tanımıyorsa, ayrı bir halk olduğunu fikri açıkça seslendiriyorsa devlet ona takar, o zaten kendisini ötekileştirmiştir, çünkü bu ülkede bizden başka “biz” yoktur! Kürt aydınlarına yönelik siyasi davalar her zaman açılmış ve sonuçlanmıştır, ya sürgün yaşamışlar ya da hapishanelerde en zor koşullar altında çürümeye terk edilmişlerdir.
Vesselam Kürtlere karşı takıntılı bir ülkeyiz.
Sadece Kürtlere mi, elbette hayır: onların yanında Alevilere ve Yahudilere...
Dünyada “Türkün Türkten başka dostu yoktur!” Hep düşmanlar ile kuşatılmış, içimizde “düşman besleyen” bir ülkeyiz. O yüzden içimizdeki düşmanı temizlemek için nefret duygusunu hep “canlı tutmak” zorundayız! “Su uyur ama düşman uyumaz, zayıf anımızı kollar ve arkamızdan hançerler!”
Kayyum atamak için bahane aranmaz, yaratılır!
Kürtler kendi adayını seçtiği an devletin atardamarı tıkanmış gibi hemen kayyum ile tedavi edilmeye çalışılır... Her seferinde kayyum tedavisi uygulanır ama sorunu ortadan kaldırmaz. Kayyum da üstüne düşen görevi yapar, misafirlerine tonlarca baklava hediye eder, olmadı o bölgenin ne kadar değeri varsa hediye paketlerine sarılır ve birilerine gönderilir, kısaca kayyum yatırım yapmak yerine hediye dağıtmayı sever! Nasıl olsa kayyumu mahkemeye verecek bir hukuk düzeni yok, bunu bildiği için kayyum atanan kişi “atayana” karşı sorumlu, onun dışında sorumluluk duymaz...
Kürt, belediye başkanı olursa, üstelik ayrılıkçı olarak tanımlanmışsa, seçilmesinin pek değeri yoktur. Bir bahane bulmaya gerek duyulmadan kayyum atanır, arkasından tutuklama filan gelir, nasıl olsa önce suç icat edilir, sonra onu suça döndüren yasal düzenleme yapılır. Her alınan kararın bir hukukta karşılığı ya bulunur ya da hukuk maddesi kısa sürede meclisten geçer.
Devletin takıntılı olması demek, aslında hükümet başının takıntılı olması ille kendisini özdeşleştirir. Devletin başı takacağı bir şey varsa, o devletin gözünde ötekidir ve başına her türlü “şey” gelebilir...
Bu konuda söylenecek sözler bile iddiasını kaybetti, o kadar çok örnek var ki, hangisini yazsam dersin ama en popüler olan seçilir. Örneğin, Gezi davası tutuklularını durumu bunu gösteriyor, beraat etse de kalır içeride... Onların özgür olması ittifak görüşmelerinde pazarlıklara bağlı kalır. O pazarlıkların sonucunda örneğin bir çok mafya lideri hukuka ve yasalar uygun şekilde serbest kalmışlar, bir çoğu yurtdışına çıkmış…
Bu ülkede devletin başı takıntılı olursa tabanı da takıntılı olur, takıntı yüzünden kadın cinayetleri rekorlar kırıyor, çünkü takılmış bir kere "ya toprak ya benim" takıntısı var... Cinayet işleyeni nasıl olsa iyi halden serbest bırakacak devletimiz!...
Karayolunda "sen beni nasıl geçersin" cinayetleri de arttı, "camından bana yan gözle baktın" cinayetleri de artmaya devam ediyor... Neyse uçak kaptanlarında bu durum söz konusu henüz değil!
Ulusal takıntılarımız da var…
Takıntılı olmak bireysel olabildiği gibi toplumsal da olabiliyor. Toplum olarak biz Yunan devletine takıntılıyız! Onlar bizden izin almadan İzmir’i işgal etti! Bir farklı açıdan düşünün, İzmir işgali olmasaydı belki bugün yaşadığımız siyasi sınırları belli olan devlet belki olmazdı, onlar işgal etti, Kuva-yi Milliye teşkilatı kurduk! Diğer işgalcileri dost, müttefik hatta manda olarak düşünebiliriz ama Yunanlılar olursa o başka…
Ülkeyi işgal eden Emperyalistlere bile o kadar takıntılı değiliz, hatta o işgalcilerin haklarını onlardan daha fazla savunuruz...
Takıntıları ortadan kaldıramadığımız sürece biz “bir arada yaşama” kültürünü geliştiremiyoruz, o yüzden siteler içinde yaşayanlar ile site dışında yaşayanlar diye şehir yaşamını bile kategorize ettik...
Takıntılar insan yaşamını kısıtlıyor, önyargıları besliyor hatta nefret söylemlerinin üzerine benzin döküp ateşi farlıyor…
En iyisi bu takıntılardan kurtulmak ama nasıl olacağını bilemez durumdayım, çünkü çevremde her birey takıntılı, takıntının bol olduğu yerde takıntısız yaşama sanırım çok güç olsa gerek…
Haberlere bakıyorum, bazı gazeteciler her türlü haberi kaynağından alıp yayınlıyor, sonra düşünüyorum bir insanın bu kadar ilişkisi varsa neden gazetecilik yapar? Acaba diye düşünüyorum o gazeteci beni manipüle mi ediyor? Haberlerin hangisi doğru hangisi yeni, hangisi eski, hangisi gerçek bilgim yok, sürekli medya izlersen gerçeklikten uzaklaşıyor insan diye düşünür buldum kendimi… taktım bu gazeteciye, her yaptığı haberi okuyorum, sonra bir gün “vay be adam ayakta bizi kandırmış” diyeceğiz! Kandırılmak bu ülkede olağan, çünkü devletin başını mı bile bir hoca ve tayfası kandırmıştı, o kandırıldığını fark ettiğinde paçasını kurtardı ama ya kurtaramayanlar, kaybedenler?
Takıntılı olanlar hep kaybeder derler acaba doğru mu?
Taktım bende bu takıntıya, kafamın içinde asılı kalacağına yazdım kurtuldum!...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.