Galata Gazete


27 Şubat 2014 Perşembe

Devlet, tiyatro kurdu!

Devlet, tiyatro kurdu!

İkinci dünya savaşın sırasında kurulan Devlet Tiyatrosu, Ankaralı seyircilere ulaşırken, aslında büyük acıların de çığlığını seslendiriyorlardı. Tiyatro bizim ülkemizde bir trajedinin sahneye uygulanması gibi kuruldu. Her ne kadar meşrutiyet ile bu sene 100. yılını kutladığımız Şehir Tiyatroları ile ülkemize çağdaş tiyatro gelmiş olsa da yeni cumhuriyetin de çağdaş medeniyetler için gerekli olduğuna inanılan tiyatro, bale, opera içinde ilk adım atılmış, kurumlarının kurulması için Almanya’da yaşayan çağdaş eğitmenleri ülkemize davet ile başlar. Bizde çağdaş kurumları kuracak ne bilgi birikimi vardır, ne de alt yapısı. Bir bodrum katta bir yerin sahne dönüştürülmesi ile başlar, daha sonra binalar yapılır ve en son olarak da sahneler Ankara'nın değişik yerlerinde yerlerini almaya başlar. Çağdaş gösteri sanatları yeni cumhuriyetin yeni yöneticileri için ileri bir adım olur. Orada ilk defa çağdaş tiyatro eserleri ve yazarları ile tanışır. Bu ülkenin dışında başka ülkelerin varlığı ve kültürü ile çatışır. Yeni cumhuriyet başlangıçta Ankara ile sınırlı da olsa modern yaşamın nimetleri ile tanışıyordu. Bugüne kadar çağdaş dünya olarak çağdaş dünyada üretilen silahlar ve ölüm ile tanışmış olan Anadolu insanı, sadece silah olmayan bir başka yaşam ile de karşılaşıyordu.
Almanya’da Hitler iktidarda, Yahudi düşmanlığı had safhadadır. Yahudi tiyatro sanatçıları diğer Yahudiler gibi işsizdir, işlerinde olsalar da pasif konuma iteklenmiş, açlık sınırında yaşamaktalar. Henüz Almanya’dan Yahudiler toplu kaçış içinde değildir, savaş çıkmamıştır. Buna rağmen Almanya’da yer alan Yahudiler fırsatlarını bulduklarında başka ülkelere kaçmakta ve göç etmekteler. Bir anlamda ucuz işçi konumundalar, her ne kadar akademik büyük başarılara imza atmış olsalar da… Karın tokluğuna ve yaşayabilecekleri bir yerlere gitmeleri daha can alıcıdır, kimsenin parayı, kariyeri düşünecek konumunda değildir.
Bu fırsatı iyi değerlendiren bir ülke vardır, henüz savaştan çıkmış, ikinci savaşa girecek kadar ne maddi, ne de insanı açıdan yeterli olmayan bir ülke. Savaşın yıkıntılarından yeni bir ülke yaratılıyor. Yeni hedef çağdaş ülke seviyesine çıkmak, Ortadoğu’nun kader çizgisinden çıkmak olan bir ülke. Çağdaş ülke olabilmek için çağdaş yaşamı bu ülkeye getirmek ve halkın eğitimi daha ön sıradadır. Çağdaş medeniyet denilen hedefe kalkınma planları ile ulaşılacaktır. Devlet, hedefi yönünde “yeni insan” yetiştirecektir.
Bugünlerde elimin altında Teoman Yazgan’ın yazdığı ‘Örnek Bir Cumhuriyet Kurumu Devlet Tiyatrosu’ adlı çalışma var. Kitap benim açımdan birkaç açıdan önem kazandı, bugüne kadar ismini duyduğum ama geçmişlerini tam bilemediğim sanatçıların eğitime başlangıcı, ilk oyunları ve ünlü olma yolunda katlettikleri aşamaları anılar ile verilmiş olması. Türk Tiyatrosu aynı zamanda Türk Sinemasını beslemiştir. Sinema İstanbul’da gelişmiş ve büyümüştür, tiyatro ise her ne kadar sanatın başkenti İstanbul olsa da eğitimin merkezi Ankara’da gelişmiş ve İstanbul’u beslemiştir. Bugün dahi bir çok oyuncu kök olarak Ankaralıdır.
Kitapta bir çok fotoğraf vardır, oyunlardan ve sahnelerden. Tiyatro oyuncusu sahne tozuna tarihini bırakır, o toz o sahne bulunduğu sürece yaşayacağına ve sesini duvarlar ve sahne perdesinde asılı olacağına inanılır, ama bizim gelişen ülkemiz tiyatroyu ve sahnesini verimli olarak görmediği için ya yıkmaya veya yeniden yapacağız diye boşaltıp çürümeye bırakmıştır. Yaşadığımız bugünlerde tiyatro özel bir statüye kavuşturulup, ticari bir araç haline getirilerek, verimlik iş kar zarar üzerine kurumlanarak özel sektörün yağmasına açılmak istenmektedir. Devlet eli ile dünyanın çağdaş tiyatrosunun kalabalık kadrolu oyunlarını kısaca Türk izleyicisinden uzaklaştıracak, nitelikli oyunlar yerine popüler, para getiren ve balon köprü olan oyunları sahnelere teslim edilmek istenmektedir. Çünkü tiyatro bir okul işlevini ve çağdaş dünyanın düşünce ve yaşam biçimini de en ücra köşeye yayan ve akıllarda kalan bir sanat dalıdır. Bu Ortadoğu ve çöllerde politika yapanların pek isteyeceği bir şey değildir. Sevgi yerini savaş, yaşam yerini ölümün aldığı bir siyasi tercihtir.
İkinci dünya savaşı bizim ülkemize sıkı ekonomik önemlerin alındığı, karne ile ekmeklerin dağıtıldığı, olağanüstü durum ilan edilip eli silah tutabileceklerin askere alındığı ve sınırlara yığıldı dönem olarak geçer. Sınırlarımızın hemen yanında toplama kampları için alman askerleri masum insanları toplarken, bizler askeri ocaklara yemek ve yiyecek yetiştirmeye çalışan ve bitler ile uğraşan ülke konumundaydık. Ama bürokrasimize dış dünya başka şekilde yansımıştır. Hitler bıyığı ülkemizin bürokratlarının vazgeçilmez sembolü olmuş, bakanından tutun, en ücra yerde çalışan sıradan bir devlet memurunun burnun ve dudağının altında nokta vardır. Bu bıyık bir anlamda Hitler hayranlığının ve sessiz desteklemenin dışa vurumudur. Adolf Hitler Almanya’da tek bıyıklı olarak kendisini korurken, bizim ülkemizde binlerce kişi Hitler gibi düşünmekte ve kıyafetini ona benzetmeye çalışmaktadır. İkinci dünya savaşı sırası ve hemen sonunda bir çok erkek Hitler taklidi bıyıklar ile sosyal yaşam içinde yerini aldığı gibi devletin bakan koltuğunda dahi oturmuştur. Hitler hayranlığı o kadar üst seviyeye çıkmıştır ki, Alman zaliminden kaçan yüzlerce insanı taşıyan bir gemiyi günlerce saray burnu önünde bekletip, daha sonra Filistin’e geçiş yapmalarına izin vermeden Karadeniz’e doğru savaş gemileri eşliğinde yolculaşmıştır. O gemi Karadeniz’e çıkar çıkmaz, Türk savaş gemileri uzaklaşır uzaklaşmaz düşman gemisi sanılarak batırılmıştır. Bu masum insanların ölümünden o dönemin iktidarı sorumludur, aynı sorumluluk Ege sahillerinde de yaşanmış, ülkemize sığınan Yunan Komünistlerini Alman askerilerine teslim edilerek, o insanların toplama kampında ya da orada öldürülmelerine seyirci kalmıştır. Savaş suçu işlenmiştir ama bu da yasalarımıza uygundur!
Kitap içinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, 29 Mayıs 1941 (s.42) de çekilen fotoğrafına takıldı. (http://skyturkvngenc.files.wordpress.com/2012/02/ismet-inc3b6nc3bc-ve-hasan-ali-yc3bccel.jpg) burada bakanımız Hitler bıyıklı.
Devlet Tiyatroları kurmak için Almanya’dan davet edilen tiyatro ustalarını düşündüm bir an. Prof. Paul Hindemith, Prof. Carl Ebert, Dr. Ernest Praetorius, Eduart Zuckmayer ve G. Markowitz. Bu adamlar Hitler zulmünden kaçan insanlar. Başka bir ülkeye gidiyorlar ve Hitler surat değiştirmiş ama bıyığı ile orada, kendilerini denetliyor! Bir an için lütfen empati kurun, bu adamlar ne hissetmiş olabilirler?
Görevlerini en iyi şekilde yapan bu usta sanatçılar, bugün dahi çizgilerini taşıyan usta oyuncular ile sahnelerimizde yaşamaya devam ediyor. Bugün Hitler bıyıklı biri kendilerini denetlemiyor ama seyrek bıyıklı biri devletin kurduğu tiyatroyu yine devletin eli ile kaldırmak istemektedir. Sahneler üzerinde ki tozlara seslerini kayıt ettiren tiyatro ustalarımızın tozlarını bir anlamda üfürmek ve yaratılmış olan bir geleneği ve kültürel birikimi de yok etmek istemekteler.
Tiyatro devlet desteği olmadan popüler dışı eserleri sahneye koyabilecek maddi güce sahip olamaz, eğer devletin yardımlarını ve elini tiyatroda gelir ve gider üzerine oturtulan bir politika geliştirilirse bu ülkede tiyatro olarak yanlış şeyler anlayacağız.
İnsanlık tarihinin birikimi olan bu kültürü ileri kuşaklara doğru bir şekilde aktarmak istiyorsak devlet Tiyatroları yaşamalı ve özerk yapısı içinde sanatçıların özgürlüğü korunmalıdır. Devlet istediği oyunu ve devlet istediği bir propaganda aracına dönderilmemelidir.
Devlet, tiyatro kurdu, yine devlet tiyatroyu kaldırmak istiyor!
İsmail Cem Özkan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.