Galata Gazete


21 Aralık 2014 Pazar

Çok yüzlü şehirler!

Çok yüzlü şehirler!

Şehirler ticaretin gelişmesi ile hayatımıza girdi, şehir yaşantısı ticaret ile orantılı bir şekilde büyüdü ve küçük yerleşimleri yuttu… Bugün gelişmişliğin çağdaşlığı ölçütleri arasında şehirleşme oranı yer alması tesadüfi değildir. Avrupa Birliğine giriş için ön koşullardan birinin köylü nüfusun genel nüfus içinde küçülmesinin yer alması bu şehirleşme ve ticaretin oranı ile ilgilidir. Şehirleşme aynı zamanda sanayileşme ve sanayi de ticaret ve kapitalist sistemin vazgeçilmezi borsa anlamına gelir.  Kısaca üretmeden, üretiliyormuş gibi yapılan kağıtların değer kazanması ve kaybetmesi… Borsa simsarların boy gösterdiği çağdaş kurnazlığın olduğu alanlardır, hiç artı değer üretmeden artı değerin paylaşılması…
Şehirler, plansız ve düzensiz olarak başlangıçta gelişti, zaman içinde yolların önemi ortaya çıkınca, akıcı bir trafik ve üretilen malın en kısa sürede tüketiciye ulaşımı şehirlerin alt yapısı sorununa eğilmeyi zorunlu kılmış ve ona göre şehirler yeniden yapılandırılmıştır. Bu yeniden yapılanma elbette yeni rant alanların oluşması anlamına da gelmektedir. Her yerleşim birimi yeni ekonomi girdabının oluşması ve tüketimin artması anlamındadır. Her yeni oluşan şehir birimi aynı zamanda yeni sorunların oluşması ve var olan sorunların katmerleşmesi anlamına gelmektedir. Çünkü şehrin atardamarı olan arterler ona göre genişlemesi gerekirken, fiziki şartlar gereği buna imkan tanımamaktadır. Bu imkansız koşullar altında toplu taşım araçlarının gelişmesi bir zorunluluk olarak geniş halk kitlesi önüne gelmiş ve ulaşım hakkı bir insan hakkı olmasına rağmen, bu haktan yararlanmak için belirli bir ücret ödemek zorunlu kılınmıştır. Şehir yaşamı içinde temel insan hakları konuları birer rant aracına dönüştürülmesi ve bu rant aracının sorgulanmaması sistemin bir başarısı olarak önümüzde durmaktadır.
Şehirler genelde iki yüzlü olarak üç boyutlu olarak yaşantımıza girer. Önyüzü olan sokağa ve caddeye bakan yüz her daim arka yüzüne göre daha bakımlı ve düzenlidir, arka yüz kimse görmediği düşünüldüğü için inşaatın gelirine göre bırakılmıştır ve önyüze göre daha bakımsızdır. Ön yüzde görünmesi istenmeyen kabloların, klima vb gibi düzeneklerin rahatlıkla orada uygulandığına şahitlik edebiliriz. Bir de Osmanlıda olduğu gibi bir yüzü oryantal, öteki yüzü barok binalara da şahitlik ederiz. Saraydan görünen kısmı oryantal görünüm, caddeye bakan kesimi ise barok binalar bankalar caddesi üzerinde bugün dahi varlığını korur. Bu sayede paraya hakim olanlar saraya karşı daha hoşgörülü ve saraya senin hakiminin altındayım ama asıl efendim benim sözünü sessizce fısıldar. Ticaretin ata damarı bankalar ve bankerlerin olduğu sokaklardır.
İzmir’de klima kirliğini ortadan kaldırmak için klimaların soğutma sisteminin üzerini plastik karışımı bir madde ile kapatmışlar. Ahşap görünümlü bu kaplama sorunun üstüne cila çekmişler. Her daire için yalpan bu kaplama dışarıdan bakınca eskisine göre daha güzel görünüm elde edilmiş ama her dairenin bir kliması olduğu düşünüldüğünde bu hem zaman hem de enerji kayıbı olarak gözüme battı.  Keşke o kadar klima yerine merkezi bir klima yapsalardı, oradan her daireye harcama için ölçer koyup paylaştırılsaydı, bu sayede havanın her klima ile ısıtılacağı yerine tek yerden bu kontrol edilseydi..
her ne kadar başlangıç için (estetik yaşam) güzel bir adım gözükmüş olsa da ülkemizde olaya nasıl başlanırsa öyle gider, keşke toplu ısınma ve serinleme modelleri üzerine çalışılmış olsaydı. Her birey (daire) için harcanan bu kadar masraf boşuna çöpe atılmış olmazdı... Sonuçta görebildiğim kadarı ile tahta görünümlü plastik malzeme ile kaplanmış... Zaten tahta yapılamazdı, çünkü her sene sonunda çürüdüğünü görürdük.. deniz suyu ve güneş arkadan gelen nem kısa sürede rengini atar ve çürütür..
Sosyal şehir anlayışı yerine bireysel çözüme dayalı bir şehir anlayışı sorunu çözmez üzerine sadece bu örnekte görüldüğü gibi cila çeker...
Sorun hala olduğu yerde duruyor...
Buna sanırım klima firmaları karşı gelmiş olabilir, çünkü önemli bir rant kapısı bu klima ve bakı işleri...
İzmir’in çok eksiği var, önce şehir için yeniden planlanması ve yeniden düzenlenmesi gerek, insana yakışmayan sokaklar ve birbirine bitişik binalar, arka binanın hava almasını engelleyen bencilliğin ve görgüsüzlüğün olduğu bir şehir...
Elbette bu değerlendirmem sadece İzmir için geçerli değil, ülkemizin tüm şehirler için geçerlidir. bütün şehirler rant üzerine kurulduğundan olay yaşam, nefes almak değil, para getirecek çözümler üzerine kurulmuştur...
İstanbul’da otoban geçen yollarda yola bakan evlerin yüzeyleri kaplama ile düzgün görüntü verildi ama o görüntünün arkası eskisi gibi nemli, çarpık, bozuk hali ile bırakıldı... İstanbul evlerinin bazıları iki yüzlüdür, tıpkı insanı gibi...
Türkiye'nin bütün şehirleri insana yakışmayan ve yaşamın anlamını beton arasına sıkıştıran ve kaos üreten konumundadır… Bir kaç küçük meydan ve dere kenarı düzenlenmesi bu gerçeği ortadan kaldırmaz...
Şehri planlayanlar, yönetenler için kasalarına akan para insandan daha değerlidir.
İsmail Cem Özkan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.