Galata Gazete


9 Eylül 2017 Cumartesi

Zaman öyle bir kıvrılır ki geçmiş bugün olur.

Zaman öyle bir kıvrılır ki geçmiş bugün olur.

Zamanın göreceli bir kavram olduğunu söyler bilim insanı, durduğun yere göre değişim gösterebileceğini de belirtirken uzayda ki konumunda görecelilik gösterir. Zaman düz bir çizgide ilerlediği farz edilirdi eskiden şimdi zamanın doğrusal çizgide hareket etmediği büküldüğü hatta kara delikler ile başka zamanda da dönüşebileceği kabul görür oldu. Kısaca hepimiz için aynı şekilde ilerleyen zaman başka evrenlerde farklı şekilde ilerleyebileceği kabul görür oldu. Peki, zaman bükülebildiğine hatta başka zamanlara doğru açılım yapacağı kabul edersek bizim şimdiki zamanımız bazı evrenler için dün, bazıları için gelecek olarak kabul edilir. Gökyüzüne baktığımızda bize ulaşan birçok yıldız ışığı aslında çoktan sönmüş ve yok olmuş yıldızların ışığı gerçeği ile karşılaşırız…

Yaşadığımız anı bizler bir daha yaşayamayacağız, çünkü akan ırmağa bir kere girilir, başka girme şansımız yoktur. Her girdiğimiz ırmak aynı gibi gözükür ama artık su akıp gitmiştir, bizleri başka su damlacıkları ve doğanın ekolojik değişimi karşılar. Görüntüde aynı ama içerikte farklılaşmıştır, ne su eskidir ne de biz…

Tarih tekerrür etmez, fakat ders çıkarmak zorundayız…

Girdiğimiz ırmağın neresinde duracağımızı bilmek zorundayız, yoksa su bizi sürükleyebilir… Elbette dağlara karın erimesini de dikkate almak zorundayız birden bir selin önünde kurban da olabiliriz. Hangi zamanda hangi dereye ya da ırmağa nerede ayağımızı sokacağımız ve nerede duracağımızı bilmek ile yükümlüyüz eğer sağlıklı olarak ayakta kalmayı istiyorsak, fakat ders çıkarmak yerine sürekli her şeyi baştan öğrenmeye alışmış bir kültürün parçasıysak; bizi her ‘felaket’ kaderimiz gibi karşılar ve Allah'ın hikmetine bağlarız…

Tarih bize birçok şeyi fısıldar ama tarih dediğimiz de öyle genel doğruların olduğu alan değildir, çünkü duruş noktasına ve bakış açısına göre değişen bilgi topluluğundan başka bir işlevi yok… Kısaca tarih elde ki veriler ile genel olarak bize çok şey anlatır ama çok şeyi de gizler… Belki de zamanın evrilmesi gereklidir birçok şeyi daha iyi anlayabilmek için… Fakat elimizde olanaklar ile bizler ne zamanı evirebilir ne de değiştirebiliriz…

Zamanı değiştiremeyeceğiz, fakat bize sunulan bilgileri sorgulamayacağımız anlamına gelmez, çünkü resmi tarih genelde yaratılan gerçeklik üzerine oturur, gerçek resmi tarihin dışında durur, çünkü resmi tarih için önemli olan propaganda için bilgi kaynağı ve kanıt aracı olarak bilgilerin sunulmasıdır. Resmi söylemler, her zaman kuşku ile yaklaşılması gereken bilgidir, neyin üstünü örttüğü sorgulanması gerekendir…

9 Eylül 1922

Bir şehir terk edilmiş... Ne ordu var ne de gözyaşı dolu insanlar... Belirsizlik… Gelecek olan belli... Korku bir halkın üzerine çökmüş, öteki yağmalamak ve linç etmek için fırsat kolluyor... Bir şehir çoktan askerden boşaltılmış, yeni askerler gelecek ellerinde bayraklar ile.

Bayrak, ölüm demektir...

Düzenli birliklerin bir şehre girmesi birçok beklentiye yanıt verecektir. Öncelikle cinayet işlenecek, biliniyor... Öç alınacak... Ve bir gün beklenen olur... Gelirler...

Asker, bir şehre girer...

Fırsat kollayanlar hemen başlar yağmalamaya... Yağma, linçe davettir. Linç sembolik olarak başlar, önce kendisi gibi olmayan ve inanmayanı linç ederler… (Bayrak çekilen konağın hemen yanında ki sokak olduğu dillendirilir.)

Barış sözü havada asılı kalır, özgürlük sözdedir...

Zafer, ölüm ile ilan edilir, kan dökülür şehrin sokaklarında... Bir bayrak çekilir bir konağın balkonuna. Konak zenginliğin sembolü, paranın efendisinin yerleştiği yerdir. Semboliktir... Tüm seremoni yerine getirilir, sokaklar postallar ile uygun adım marşı ile geçilirken korku ve öfke iç içe geçmiştir... Linç için fırsat kollayanlar şehrin sokaklarında önceden nefret ile baktıkları evlere yönelirler...

Ölüm kaçınılmazdır.

Bir bıçak darbesi, sonra süngü, sonra kurşun...

Yaşananlar yaşanır ve sonra hakim olanlar bu zaferi kansız göstermek için yaşanmışlıkların üzerine yeni bir öykü monte ederler... Romantizm doruktadır. Marşlar eşliğinde balkona çekilen bayrak sunulur... Sonra sevinç naraları... Korku ortadan kalkmıştır, linç enerjisini boşaltmış, şehrin yeni efendileri kendisine güvende hissettikten sonra yağmaya başlayacaktır...

Yağma eski sahiplerin izlerini silmek ile olur...

Yangın kaçınılmazdır...

Fırsat kollanır… Rüzgarın hızı hesaplanır... Artık aynı anda üç yerde yangın çıkarmak için ortam uygun hale geldiğinde yangın birden ortaya çıkar ve şehir yanar... Yeni efendiler, eski zenginlerin ve aralarına bir türlü katılamadıkları sokakların olduğu yerler yani yeni yağmalayacakları alanı yangın ile ilan ederler... Yangın yerinde canlılar bir bir dumana karışıp kül olurken, diğer yandan bunu romantizmin birer şöleni gibi tepeden seyreden yüreğine “soğuk su” döken bir halk vardır... Öfke, öç, çekilen acıların hesabı alınmıştır.

Öfke, yağma, linç... Yeni gelenlerin zaferidir... Yangın zaferdir…

Şehir asla bir daha eskisi gibi olmayacaktır... Geçmişin son hesaplaşmasını da yangın ile yapılır ve geçmişe ait izler teker teker silinir... Tek bir konak önünde saat kulesi kalır, zaman artık durmuştur oranın eski sahipleri için…

Bir şehir yangın yeri olduysa, orada gizlenilmek istenen çok büyük acılar var demektir...

Bugün kimse o acıları duymak istemez, çünkü kurtuluş romantizm görüntüleri eşliğinde elde bayrak ile sunulur...

Sokaklar geçmişi anlamak için dolmaz bugün, balkona çekilen bayrak var olan karanlık zamanın ve karanlığın öfkesine karşı bir direnişin sembolü olarak sunulur… Kutlamalarda bugün ne ulus devletinin algısı vardır, ne de dönemin istibdadın yarattığı karanlığın algısı…

Bugün algısı ile dün yorumlanamaz, dünün algıları ve doğruları ile bugün olaylara anlamlar yüklemek bizi yaratılan gerçekliğin başka yerine savurmaktan başka işlevi olmaz. Genelde bizi ırkçı ve ‘öteki’ olarak görülenlere karşı öfke birikimine iter. Faşizm, böyle ortamlarda kendine zemin yakalar, başka kitlesel katliamlar için ortam oluşturur. İzmir ve ege bölgesi gün be gün kitlesel katliamlar için uygun ortam olma yolunda düzenli, planlı ve istikrarlı bir şekilde içten içe örgütlenmeye devam etmektedir, ne yazık ki bunun panzehir olması gereken karşı örgütlenme gün be gün erimekte ve ırkçı söylemlerin içinde erimeye devam etmektedir.

Tarihe bakanların kafası o kadar karışıktır ki, yarı resmi tören ile tarihte olmamış bir olayı olmuş gibi yoktan var edip bir parkın içinde Yunan ordusuna İzmir'e kadar gelmiş ama “ben komşumun toprağımı işgal etmem” diye sözde direnmiş ve idam edilmiş komünistlerin anısı için suya karanfil bırakırlar… Birkaç senedir yapılan ve bugüne kadar bu garip olaya bir türlü anlam veremem, neden böyle bir anmaya imza atılır? Devlet kendisine göre bayram icat edip var olanları silmesi doğaldır ama bu suya karanfil bırakılan eyleme hala anlam veremiyorum… Örneğin İstanbul’un fethi 500 yıl hiç kutlanmamış ama 500. yılda keşfedilmiştir… Onun bir anlamı vardır, çünkü ülke kriz içindedir, uluslaşma için (homojenleşmek) atılmış, 6–7 Eylül 1955 Pogromu için ön hazırlıktır…

Karl Marx, “Tarihte her ne olduysa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur” der.

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.