Aynı Bombaların Altında Farklı Coğrafyada Ölenler
Bazen bir haber başlığıyla başlar her şey.
"Gazze yine bombalanıyor."
Uyku sersemi açtığın televizyonda gözlerin dalar
fotoğraflara: yıkılmış binalar, enkaz altında bir çocuk kolu, çaresizce bakan
bir kadın, yan yana dizilmiş ölü bedenler ama aynı anda, bir başka coğrafyada,
Suriye’nin bir dağ köyünde sessizce toprağa verilen Alevîler ve Dürzîler
vardır. Onlar ne kameraya yansır, ne slogan olur, ne gündemde yer alır; çünkü o
topraklarda ölenler “bizden” sayılmaz.
Acının bile kimliklendirildiği bir çağdayız.
Ölüme bile aidiyet soruluyor artık: Sünnîysen ‘şehit’,
Alevîysen ‘susturulan’ oluyorsun. Filistinliysen “direnişin sembolü”, Êzidîysen
“görmezden gelinen kurban”, çünkü mezhebiniz, hangi acıyı görüp görmeyeceğinizi
belirliyor. Gazze’de öldürülen siviller için meydanlar dolarken, Suriye’de Alevî
köyleri basıldığında yalnızca sessizlik yankılanır.
Peki, neden böyle?
İnsanların öldürülmesini mümkün kılan sistem, zihniyet ve
sessizlik yargılanmalı. Ancak biz orada duruyoruz. Suriye’de Alevîler
katledildiğinde, mezhepsel bağlar nedeniyle bazıları susuyor ya da üstü kapalı
hak veriyor: “Onlar da Esad’ı destekliyordu...” Tıpkı, Hamas’ın Gazze’yi
siyasal İslam’ın kalesi haline getirip, halkı güç gösterisinin ortasında bırakmasını
meşrulaştıranlar gibi.
Gazze’de bombalar yağarken hepimiz İsrail’in barbarlığını
konuşuyoruz, ama kimse şunu sormuyor: Neden bu halk hep aynı ölüm sarmalının
içinde?
Hamas gibi örgütler, katleden devletlerin sağcı iktidarlarına
adeta can simidi oluyor ve bu denklemde kaybeden hep sivil mazlumlar oluyor.
Gazze için ağlayanlar, Suriye’de öldürülen Aleviler için
sessizce izlemeyi tercih ediyor. Bir halk için ağlayıp diğerine sağır olmak,
insani değil, ideolojiktir.
Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da Alevîler katledildi ama o
dönemin sağ medyasında ve sağcı halk arasında “Ama onlar da kışkırttı” diyenler
bulunuyordu ve onlar bugün Gazze için gözyaşı döküyor. Suriye’de Alevî / Ezidi kadınlara
yapılanları görmeyip, Gazze için "insanlık suçu" diyenler, ne yazık
ki bu acının sadece bir parçasını taşıyor.
Oysa insanlık, seçmeli ders değildir. Aynı anda hem
Gazze’deki Filistinli hem de Suriye’deki Alevî olabilmeliyiz, fakat ne yazık ki
bu coğrafyada “kim ölüyor” sorusu, “ne hissedeceğiz” sorusunun önüne geçmiş
durumda.
Bazı Filistinli çocuklar, Hamas’ın ideolojik hesapları
nedeniyle İsrail tarafından öldürülüyor. Bazı Alevî köyler, Sünnî cihatçılığın
mezhepsel öfkesine kurban gidiyor. Ama siyasi sloganlar bu gerçeklerin üstünü
örtüyor.
Tepkiler katliamın failine göre değişiyor.
Suriye’de Alevîleri katledenler, ideolojik olarak Gazze’de
“direnişçi” kisvesiyle anılıyor.
İsrail'de sağcı iktidar, Gazze’ye saldırarak ülke içindeki muhalefeti
bastırıyor. Ve tüm bu güç savaşlarının ortasında, çocuklar ölüyor, kadınlar
köleleştiriliyor, hastaneler vuruluyor.
Ama insanlar hâlâ hangi ölüye ne kadar ağlayacaklarını
hesaplıyor.
Ne Gazze ne Suriye, din temelli devletler sürdükçe huzura
kavuşamaz.
İsrail-Filistin sorununu çözmenin tek yolu, iki halkın eşit
haklara sahip olduğu laik ve demokratik bir devlet kurmaktır. Suriye’de barışı
sağlayacak tek yol, hiçbir mezhebin diğerini ezmediği, Alevî, Dürzî, Sünnî,
Hristiyan herkesin eşit yurttaş olduğu bir düzendir.
Suriye’deki katliamları görmezden gelip yalnızca İsrail’i
protesto edenlerin tutumu, İslami bir bakış açısına dayanan ideolojik bir duruş
olmaktan öteye geçmiyor. Bu yaklaşım, “Bize İslamcılar katliam yapmaz”
anlayışının siyasi yansımasıdır.
Bu tür protestolar, Süleyman Demirel’in yıllar önce
söylediği “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözünü andıran bir
yaklaşımdan ibarettir. Diğer yandan, FETÖ’nün, IŞİD’in ve El Kaide gibi cinayet
şebekelerinin işlediği suçlara karşı sessiz kalınması, bu duruşun aslında
İslamcı örgütleri eleştirmeme tercihinden başka bir anlam taşımadığını açıkça
ortaya koymaktadır.
Laiklik, bu coğrafyada bir lüks değil, yaşamsal bir
zorunluluktur.
Dinsel aidiyetle değil, insani sorumlulukla hareket eden bir
dayanışma hattı kurulmadıkça; ne Gazze’nin bombaları durur ne Suriye’deki
katliamlar biter.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.