Kemalizm ve Sosyalist Mücadele: Yan Yana Durabilir mi?
Sosyalizm mücadelesi verdiğini söyleyen birinin tipik bir
Kemalist olduğunu gördüğümde, sessizce aralarından çekiliyorum. Çünkü bu, en
basit sosyalizm tanımının bile bilinmediğini gösteriyor. Sınıf bilinci taşıyan
ve işçi sınıfını savunan birinden Kemalist olabilir mi? Kemalizm hangi sınıfın
temsilcisidir? Bunu bile ayırt edemeyenler, sadece Erdoğan karşıtlığı
üzerinden, ne olduğu çok net olan bir ideolojiyi —yani Kemalizmi— savunur hâle
geliyorlar. Oysa Kemalizm, ulus-devlet mantığına uygun olarak homojen bir toplum
yaratmak için farklı olanı dışlayan ve yok eden bir ideolojidir.
Kemalizm; “tek bayrak, tek dil, tek vatan, tek mezhep, tek
sınıf” anlayışıyla mutlak bir egemenlik kurmayı hedeflemiştir. Sovyetler
Birliği'nin kurucusu Lenin’in, güney sınırlarını güvence altına almak adına
Türkiye’deki komünistleri “bağımsız devrimciler” değil, kendi kontrolünde birer
lobi unsuru olarak görmesi, Kemalist devleti bu yüzden desteklemesine neden
olmuştur.
Lenin kendi çıkarları açısından belki haklıydı. Ama bu
ülkenin komünistleri açısından bakıldığında tablo bambaşkadır. Onlar, “tek
ülkede sosyalizm” uğruna kurban edildiler. Sovyet çıkarlarına karşı gelen
komünistler, bizzat Sovyet elçiliği aracılığıyla Sansaryan Han’da “ağırlanmış”,
ardından toplu davalarla yargılanmıştır. Yargılananlara, Sovyetler sadece
göstermelik olarak sahip çıkmış; esasen kendi politik ajandasının dışında
kalanları gözden çıkarmıştır.
Bu ülkede komünistleri devrimci mücadeleden alıkoyan Sovyet
politikaları, ancak 1968 gençlik hareketiyle kırılabildi. O tarihten sonra
Türkiye’ye özgü devrimci bir hat oluştu. 68 sonrası kurulan örgütler, bağımsız
ve yerli bir devrimci çizginin temellerini attılar. Çünkü Sovyetler, kendi
kontrolü dışında anti-emperyalist mücadele yürüten liderlerin infazlarına
sessiz kalmış, hatta onları “anarşist” olarak niteleyerek dışlamıştır.
Mahirlerin, Denizlerin, İboların ölümünde Sovyetlerin resmi
tepkilerine bakın; kelimelerin altına gizlenmiş sinsice bir gülümseme
görürsünüz. Çünkü onların mücadelesi, Sovyet çıkarlarıyla çelişiyordu.
Unutulmamalı ki: Kemalist devrim, Sovyet devrimi değildir.
Komünizmle hiçbir ilgisi yoktur. Kemalistler, daha ilk günden itibaren
komünistleri, Kürtleri ve Alevileri “tehlike” olarak görmüş, bu gruplara karşı
her fırsatta baskı ve yok etme politikaları uygulamıştır. Bu tutumlarından da
hiçbir zaman taviz vermemişlerdir.
Bunca tarihsel gerçek biliniyorken, hâlâ bazı sosyalist ve
komünistlerin Kemalizmi savunması, bıçağa kendi kellesini gönüllü teslim etmeye
benziyor. Anlaşılır gibi değil. Ancak tarihte bir kez yanlış adım atılmışsa, o
yanlış hep sürüp gidecek diye bir kural yok. Kemalizmle bağını koparamayan
solcuların “devrim” söylemleri hep sözde kalmaya mahkûmdur. Onların özgürlük
anlayışı, düşmanın bıçağına boynunu uzatıp ardından “güçlü olmadığımız için
yenildik” bahanesine sığınmaktan ibarettir.
Kemalistlerle komünistlerin ortaklaştığı tek nokta, köken
olarak İttihat ve Terakki'den gelmeleridir. Aynı siyasi iklimde yetişmiş
olmaları, zamanla bazı ortak refleksler geliştirmelerine neden olmuştur. Bu
tarihsel bağ, onları duygusal anlamda birbirine yakınlaştırmış olabilir. Ancak
farklı sınıf temelleri üzerine inşa edilmiş örgütlenmeler, er ya da geç
birbirinden ayrılır ve hatta rakip hâline gelir.
Kemalist kimlik taşıyanlarla “komünist” etiketi altında
dolaşan bazı isimlerin iktidar mücadelesi, bu etiketlerin bazen sadece kişisel
çıkarlar için kullanıldığını da ortaya koyuyor. Bugünkü kafa karışıklıklarının
kökeni tam da burada yatıyor.
İttihatçı Serteller’in zamanla “komünist” Serteller’e
dönüşmesi, onları geçmişteki siyasal sorumluluklardan azade kılmaz. Elbette
tarih içinde pozisyonlar değişebilir, insanlar dönüşebilir. Ama bu, geçmişin
yükünü görmezden gelmek anlamına gelmez. Geçmişle hesaplaşmadan bugünü anlamak
ve sağlıklı bir gelecek kurmak mümkün değildir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.