Galata Gazete


18 Mart 2014 Salı

Bir Delinin Hatıra Defteri

Bir Delinin Hatıra Defteri

Gogol’un çok bilinen ve çok sahnelenen bir oyunu farklı bir yorum ile devlet tiyatrolarının sahnesinde yeniden hayat bulmuş. Farklı diyorum, çünkü sahneye koyan yönetmen Cem Ermüler, teknolojiyi işin içine katmış. İşin içinde teknoloji ise bugünlerde bol bol bayrak asmak için kullanılan vinç! Oyun bir vincin işçilerin durduğu alanda geçiyor. Bir aşağıya, bir yukarıya, sağa, sola, daire çizerek oyun boyunca oyuncu muhteşem bir efor ile oyuna hayat veriyor. Bu arada elbette boyun fıtığı olanlar, boyun ağrısı çekenler için ayrı bir işkence. Oyun girişinde bir uyarı konulabilirdi, oyun hep yukarıda geçiyor, oyuncu bu teknoloji aracın üzerinde bir metrekare içinde oyuna hayat veriyor.
Tiyatroda neden mikrofona karşı olduğumu bu oyun ile daha çıplak olarak anladım, çünkü oyuncu nasıl konuşursa konuşsun ses hep aynı yerden geliyor. Oyuncu yukarıda, sahnenin başka yerinde ama ses hep aynı. Aynı tonda, dijitalleşmiş ses hoparlörden geliyor. Oyuncu bağırıyor, kızıyor, nefes alıyor, iç çekiyor ama salona hoparlörden gelen ses ile olayı izliyoruz. İzlemiyoruz, sanki gözünüzü kapatsanız radyoda arkası yarın dinler gibisiniz. Radyonun hoparlöründen gelen ses ile sahnede oyuncu mikrofon kullandığında aynı etkiyi yakalıyorsunuz. Doğal ses yok! Doğal olmayan ama canlı yayınlanan bir radyo piyesi dinler gibisiniz, çünkü zaman zaman oyuncu sahnenin tavanına doğru gittiğinde, arka sırada oturuyorsanız, önünüze hemen balkonun üst duvarı geliyor ve ister istemez izlemiyor, dinliyorsunuz…  Oyuncu yukarıda senaryoyu oynuyor ya da okuyor gibidir. Bravo diyorsun, adam sesi ile gerçekten canlandırıyor!
Diğer bir olumsuzluk ise, panik atak hastası olanlar bu oyuna gitmeyin, çünkü oyun öncesi salona verilen duman bir anda göz gözü görmez kılıyor ve oyuncu sanki bir bulutun üzerinde bayrak asma vincinin üzerinde görüyorsunuz. Bu sırada panik atak hastası olanın paniği tetikleyebilir, neyse ki bizim izlediğimiz anda olmadı ama açıkça biri yeter diyerek salonu terk etme durumunda olabilirdi. Bu da oyun başlamadan önce yazılı olarak seyirciye bilgi olarak verilebilinirdi.
Şimdi oyuna gelelim; oyun çarlık Rusya’sının son döneminde ki kırılma sürecine gelir. Bir memur, hedefleri var ama hedeflerine ulaşma ihtimali yoktur. Hayal kurar ama hayaline ulaşma ihtimali yoktur. Bir kadını sever, ki müdürünün kızını platonik aşk ile bağlıdır ama onu da bir general ya da üst sınıftan bir erkek alacak korkusunu yaşamaktadır. Parası azdır, para kazanın der yaşadığı çağın pompalanan ideolojisi, ama nasıl para kazanacağı ve nasıl yükseleceği konusunda bilgi vermez. Memur masasına sıkışmıştır,sadece masasına mı, elbette yaşam alanı içinde sıkışıktır ve hareket alanı dardır. Bu dar alanda bir süre sonra paranoyak belirtiler ortaya çıkar ve zaman içinde bu hastalığa dönüşür. Küçük memur bir gün kendisini ispanya Kralı olarak hisseder ve günlük yaşamdan kopar. O artık bir başka dünyadadır ve o dünya günlük dilde söylenen hali ile deliler evidir. O orada kendisini kral gibi karşılamalarını bekler ama orası ne ispanya’dır ne de saraydır. İşkence, dayak deliler evinin olağan davranış biçimidir. Çağdaş dünya bakış açısına terstir ama o çağa özgüdür. Bizde de yakın tarihe kadar sıradan, olağandır. Dayak ile akıllandırmaya çalışırlar, tedavi dayaktır. Toplumu sopa ile hizaya sokmak bugün bile geçerliliğini koruyor, korumasaydı bugün doğum günü kutlaması gereken İsmail Ali Korkmaz aramızda olurdu.
Oyun her çağın toplumunu eleştirir ama yönetmen teknoloji dışında bizim bugün ki halimiz ile ilgili mesaj vermez, sanki özellikle kaçınmış gibidir. Kırılma döneminde toplumlarda davranışlar, bakış açıları bir birine yakındır. Baskı, aşağı görme ve ötekileştirme hep olur ve onu hiciv dili ile eleştirilir. Oyun içinde ülkemize ve bugüne dair bir şey bulamayız, sadece bayrak asma için kullanılan vinç dışında!
Neden vinç? Bilmiyorum. Tanıtım kitapçığında yazmış ama anlam vermedim. Mikrofon, oda tiyatrosunda kullanılması gereken en son şey olması gerek, oyuncunun sesi güçlü ve her yerden rahatlıkla duyulabilinirdi, elbette vinç olmasaydı. Vinç hareket ettikte gürültü çıkarıyor, ilgiyi dağıtıyor. Her seyirci oyunu izleme açısından aynı derecede şanslı değil, tesadüf sonucu benim oturduğum yerde daha fazla bulundu. Mimiklerini gördüm ama ağız hareketleri boş, hoparlörden gelen ses bende plaback hissi uyandırdı. Elbette biliyorum, oyuncu muhteşem bir efor harcıyor ama yabancılaştım bir kere! Ve vinç üzerinde oyuncuya sanki özel işkence yapıyorlar gibidir. Deliler evinde işkence yapan bakıcılar yerinde sanki yönetmen oturmuş gibidir.
Sahne düzenlemesi vince göre yapılmış,zemin kullanılmamış, hep vincin bayrak asma için kullanılan küçük alan kullanılmış. Zaman zaman vincin direkleri üzerinde bir ip cambazına bakar gibi baktım. Elinde şemsiye, denge ile yol alan bir cambaz!
Erdal Beşikçioğlu yönetmenin beklediği performansı göstermiş ve usta bir oyuncu olduğunu aldığı ödül ile de taçlandırmış. Sözüm elbette olamaz, o dar alanda vinci kontrol etmek, metne hayata vermek ve de ip cambazı gibi ince çizgi üzerinde gidip gelmek kolay bir iş değil. Kolay olmadığını oyun sonuna doğru boşalan terden daha rahat görüyoruz. Oyuncu kendisini gerçekten bu oyun için olması gerekenden daha fazla efor sarf etmesine neden oluyor, nedeni ise sahne düzeni ve yönetmenin oyuna teknolojiyi katmasıdır. Oyuncuyu alkışlıyorum ama elbette buna boyun ağrım izin verdiği kadar!
Oyun ortadadır, orta oyunda olduğu gibi, seyirci oyunun içinde ama orta oyun değil. Bir vincin etrafında sahne düzenlenmiş, seyirci bu vincin etrafında oyunu izlemeye çalıştı. Bazıları şansızdı, çünkü benim kadar oyuncunun yüzünü göremedi. Tesadüf sonucu oraya ve ikinci sıraya oturmuştum. Radyo frekanslarının sesi çok yüksekti, karıştırılmış ses bir gürültü yaratıyordu, radyoda kanal aramak gibi bir duyguyu yaşattı, ara geçişler bu ses frekansları ile yapılmıştı ve çok yüksekti, kulak sağlığı için ne kadar uygun onu bilemiyorum.
Oyun hakkında o kadar çok şey yazıp, başarılıydı demek size garip gelebilir, ama yönetmenin istediği şekilde oyun sahneye çıkmış ve başarılıydı. Ben yönetmen değilim, onun koyduğu oyunun bana yansımasını aktardım. Bu oyuna giderken daha önce yazdığım gibi boyun ağrılarını en aza indirmek için boyunluk almanızı öneririm. Panik atak olanlar bu oyuna gelmesin derim, çünkü gereğinden fazla duman içinde kalıyorsunuz. Yüksek ses konusunda ise bir uyarı yapılmış olsaydı keşke dedim kendi kendime… bu yazı yazarken daha başımın içinde gürültü hala vardı…

İsmail Cem Özkan

BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ | ANKARA DT
Yazan : NIKOLAY VASILIYEVIÇ GOGOL
Çeviren : COŞKUN TUNÇTAN 
Oyunlaştıran : SYLVIE LUNEAU - ROGER COGGIO 
Yöneten : CEM EMÜLER
OYUN EKİBİ
DEKOR - GİYSİ TASARIMI
SERTEL ÇETİNER
IŞIK TASARIMI
SEYHUN AYAŞ
ZEYNEL IŞIK
MÜZİK - SES - EFEKT
TAYFUN GÜLTUTAN
YÖNETMEN YARDIMCISI
ERDAL BEŞİKÇİOĞLU
SAHNE AMİRİ - KONDÜVİT
YUNUS DAŞTAN
IŞIK KUMANDA
MUSTAFA BAL
DEKOR SORUMLULARI
SEYİT ŞAHİN
DURSUN DİNÇSOY
AKSESUAR SORUMLUSU
SERDAR KIZILIRMAK

OYUNCU
ERDAL BEŞİKÇİOĞLU



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.