Galata Gazete


21 Mart 2014 Cuma

Ülkede taşlar yeniden yerleştirilirken…

Ülkede taşlar yeniden yerleştirilirken…

Ülkemiz 12 Eylül 1980 yılından bu yana adı konulmamış ama bir çok stratejistlerin ortak tanısı olan düşük yoğunluklu bir savaşı yaşamaktadır. Düşük yoğunluklu savaş olarak kabul edildikten sonra elbette bu savaşın da sonu olması kaçınılmazdır, hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez, süremez, çünkü hiçbir ülkenin kaldırabileceği bir durum değildir.
Savaş, ayrışma anlamına gelir. Hiçbir savaş ayrışmadan sonlanmaz. Bir arada yaşayan halkların bir biri ile barışması, hadi geçmişi unutalım yeni bir beyaz sayfa açalım anlamını taşımaz, taşıyamaz, çünkü geçmiş kan ile yazılmıştır ve hesabı sorulmayan toprak altına faili meçhul olarak bırakılan binlerce cinayetin öyküsünü barındırır. Karanlıkta kalan her cinayet, düşmanlık ateşinin daha da kor olarak yanması anlamına gelir ve ayrışmanın temelini oluşturur. Barışmanın birinci koşulu, savaş suçlarının ortaya çıkarılması ve savaş suçu işleyenlerin tarih önünde yargılanmalarıdır. Bu savaş suçu işleyenlerin tarafı olmaz, ben haklıyım kazandım, güçlüyüm yaptıklarımı yok sayın ile olmaz. Savaş güçler dengesinin çatışmasıdır ama güçlü ya da güçsüz fark etmez, suç işleyen tarihin her hangi bir zamanında yargılanır ve mahkum olur. Ne kadar unutturulmaya çalışılırsa çalışılsın mutlaka bir gün unutturulmak istenenler gün yüzüne çıkar ve yüzleşilme kaçınılmazdır.
Düşük yoğunluklu savaşın sonucunda önce yok sayılan bir halk tanınmış, elbette tek bir halkın savaşı olarak yansımış olsa da ülkede tüm hakların gün yüzüne ve günlük yaşama karışması anlamına geldi. Kürt ulusal mücadelesi sadece Kürtlerin kazanımlarını tarih yazmadı, diğer halkların da kazanımını ortaya çıkarmıştır. Tek halktan, halklara, tek dilden değişik dillere, tek dinden değişik dinlerin binlerce yıldır bu toprakta ortak yaşandığı ve bir arada bulunduğu gerçeği ile yeniden bu savaş sonunda yüz yüze geldik. Düşük yoğunluklu yapılan savaşın sonucu var olan statünün ve tarih anlayışının çökmesi ve yerine yeni bir tarih ve bakış açısının oluşması sürecidir. Eski alışkanlık yıkılmış olmasına rağmen, henüz yerine çağdaş, demokrat ve evrensel hukuk kuralları oturmamıştır. Yıkılmış ideolojinin kırpıntıları bugün yaşanan çatışmanın anlamsızlığını ortaya çıkarmasına rağmen, nasıl bir çözüm yolu ve çözümün oluşacağı konusunda bilgi kirliliği devam etmektedir. Gönül ister başka şey ama yaşananlar başka şeylerdir. Müzakere sürecini devam ettiren hükümet, demokratik bir ülke yerine ben dedim oldu, ban yaptım oldu anlayışını daha katı hale sokan yasal düzenlemeler yapmış ve toplum ve halk üzerinde özgürlük yerine baskı ve sansürü genişletmiştir.
Elbette yaşadığımız süreç sadece tek bir olay ve oldu üzerine açıklanamaz. Yaşam çok karmaşık ilişkilerin çatışması ile devam eder ve siyaset bu karmaşık ilişkilerin çıkar çatışmasından oluşur. Siyaset bir anlamda yaşamdan kopuk değildir, yaşama yön verecek olan yürütme kanalları ideolojik yoksunluk ve günlük politikaların peşi sırası koşmasının en temel nedeni, sağlam bir ekonomik ilişkinin olmaması ve ülke ekonomisinin çok kırılgan olmasının da etkisi vardır. Kırılgan ekonomilerde uzun vadeli politikalar hayata geçirilemez, çünkü gerek ülke içinde ki dinamikler, gerek ülke dışında gelişen dinamikler yarını belirlemekte ve acil önlemler ile planlanan politikanın çok dışına düşülebilinmektedir.
İki yıldır üst üste Newroz kutlamalarında savaşın bir tarafı olan PKK adına Diyarbakır’dan halka seslenen Sayın Öcalan vurgusu ile olaya bakarsak elbette farklı sonuçlara ulaşabilirsiniz, çünkü taraf olanın penceresinden bakıldığında tarih net olarak anlaşılmaz, sadece taraf olarak kendi doğrularınızı ortaya koyabilirsiniz. Hükümet adına MİT ile yapılan görüşmelerin tek muhatabı hükümettir. Onun penceresinden de bakarsanız ortak bir sonuca çıkacakmışsınız gibi görebilirsiniz, fakat yaşanan süreç her iki bakış açısının çok dışındadır, umut vadeden açıklamaların sonucunun pek umut vaat etmediği gerçeği ile karşılaşırız.
Evet, görüşüyorlar! Bunu kimse ret etmiyor ama hayat bize diyor ki, eksik bir şeyler var ve bu eksiklik yürütme başının baskıcı, sansürcü ve yasaklayıcı tavrı içinde olmaktadır. Özgürlük olmadan, özgürlük genişlemeden barış olmaz, olamaz!
Savaş ayrışmadır, halklar bir arada yaşamaktalar ama ayrıdırlar. Bir birleri ilişki içindeler ama bir birlerini anlamıyor ve birbirleri hakkında empati dahi kuramıyorlar. Çünkü uzun süren bir savaşın sonucudur bunlar. Savaş cephe savaşı değildir, savaş tek bir bölgede yürütülen savaş değildir, savaşın boyutu sanıldığından daha geniş ve kapsamlıdır. Ülkenin her şehrinden, kasabasından, köyünden, mezrasından birilerinin canı yanmış, birilerin kanı toprak ile buluşmuştur. Kan bazı algıların önünü kapatır, anlayışı daraltır, algıyı ortadan çoğu zaman kaldırır. Ülkenin bir bölgesinden Türkiye’yi temsil eden partilerin olmaması tesadüfi değildir.. bu karşılıklıdır ve her bölgenin kendisine göre hassasiyetleri ve dokunulmaz sembolleri vardır.
Yerel seçimleri yaşadığımız bugünlerde seçim bürolarına sırf bir halkın adı geçiyor ve onun dili ile propaganda müziği çalıyor diye saldırı olabilmektedir. Milliyetçilik dalgasının bu kadar üst sınıra çıkmasının tek sorumlusu vardır, savaşın bir tarafı olan yürütmedir. Yürütme yani hükümet bu savaşı istediği gibi ateşlemekte ve gerek gördüğünde soğutmaya alabilmektedir. Ülkede savaşın bu kadar uzun sürmesinin ve çok akmasının temelinde bu ülkeyi idare eden ve parti farkı gözetmeyen devlet adına yapılan politikadır. Halkların ayrışması ve bir biri ile empati kuramamasının temelinde de bu ulus devlet anlayışının yaratmış olduğu zemindir. Bu zemin bugün itibarı ile yıkılmış ama yerini alacak olan henüz net olarak belirlenmiş bir ortak zemin oluşturulamamıştır. Niyetler ortadadır, ama niyetler ile siyaset hareket edemez. Edemediğini Kürt realitesinin tanındığı günden bugüne yaşanan gerçeklik ile ortadadır…
Newroz günü Amed’te yapılan açıklamayı biraz üstten baktığımız karşılaştığımız gerçek iki kelime ile özetlersek; "Biz direnirken korkmadık, barışırken de korkmayacağız" cümlesinde karşılaşırız. Barış için irademiz var, bu irade ile her türlü ayak oyununa, her türlü süreci bozmaya yeltenen her girişimin karşısında muhatabımızın yanında yer alacağız açıklamasıdır. PKK açısından bu sürecin ilk aşaması bitmiş, ikinci aşaması için yasal zeminin oluşmasını beklemekteler. Elbette bu beklenti odak noktası savaş ve Kürt sorunu olarak belirlediğinizde daha büyük anlam içeriyor. Ülkenin değişen ve kırılgan zeminin en zayıf karnıdır. Bu zayıf noktanın güçlendirilmesi barış isteyenler için hayatidir ve geriye dönüşü engelleyebilecek çözüm için adımdır.
Ülkenin çıkarları açısından olaya baktığınızda ise daha farklı bir gerçeklik ile karşılaşıyoruz, çünkü ülke ekonomisinin en önemli girdi sanayiden değil, kara para ve karanlık noktalarda oluşturulmuş ilişkilerdir. Bugün ülkede göreceli bir refah yaşanıyorsa bu karanlık noktalarda işleyen paranın (kontrollü / kontrolsüz) hareketi ile bağlantılıdır. Ve günlük olayları belirleyende işte bu kara paranın hareket alanıdır. Savaşın başladığı günden bugüne yaşanan günlük siyasi gündeme bakarsak, sürekli gündem değişiklikleri ve gündem değişimleri ile halkın oyalandırılması bu ilişkinin dışa yansımasıdır sadece, çünkü yürütme ne zaman sıkışsa gündem ile oynayarak sanal olarak yaratılan gerçeklikler ile yeni ittifaklar kurulmuş, eskiyen ittifakların dağılması anlamına gelmektedir. Ülkemizde gündemin bu kadar sık değişmesinin temelinde kara paranın hareket alanının genişlemesi olarak okuyabilirsiniz. Her gündem değişikliğinde ya bir yasa çıkmış, ya da yeni rant kapıları açılmıştır.
Türkiye’nin siyasi haritası yeniden biçimlendirildiğine şahitlik ediyoruz... Kırılma süreci elbette yeni biçimlendirmeyle ile sonlanır…
Beklentiler ya da yeni projeleri ortaya koyanlar ve onu finans edenlerin beklentileri ne kadar karşılanacak, bunu da tarih bize kısa sürede öğretecektir...
Şimdi ki zamanın kahramanı, anti kahramanları ortada...
Ülke yeni biçiminde bizler ne kadar özgür olacağız, ne kadarını seslendirebileceğiz... Bunu Gezi Direnişi sonrası yaşanan süreçte gördük. Özgürlük ve birlikte mücadele bu ülkede yaşayan tüm halkların ortak dileğidir, fakat bunu seslendirebilecek şimdiki zaman içinde ne siyasi bir hareket mevcut, ne de bunu organize edebilecek bir örgüt ortadadır. Yeni bir anlayış ile bir arada yaşamanın koşullarını ortaya çıkaracak siyasi irade bu ülke için acildir, aksi halde günlük oyalamalar ile ayrışma gün geçtikçe daha da belirginleşecek ve halklar arasında olması gereken diyaloglar hepten ortadan kalkma tehlikesi ile karşı karşıyayız.
Tarih tek çizgi üzerinden ilerlemez, elbette kendi çözüm yolunu oluşturacaktır ama bu tarih çizgisine müdahil olamazsak akıntıya kapılmış serseri bir mayın gibi bir yerde patlayacak bir sosyal patlamanın da öznesi olabiliriz.
İsmail Cem Özkan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.