Galata Gazete


1 Ağustos 2015 Cumartesi

Dördüncü güç!

Dördüncü güç!

Toplum dinamikleri arasında güçlere rakamlar verilmiştir. Dördüncü güç olarak İngiltere’de bir görüşmenin halka sızdırılması ile basına dördüncü güç olma payesi verilmiş ve siyaseti denetleyerek sistemin çalışması için önemli bir işlevi de üstlerine bırakmıştır. Dördüncü güç olma yolunda ilk adımı atan amatör muhabirler o dönemde yakalanıp idam edilmiş ama gerçeklerin üstünü örtememiştir.
Ülkemizde ise medya dördüncü güç özelliğini gösteremeden silinmiş ve embedded yapıya dönüşmüştür, o yüzden medyanın gücünü temsil eden rakamı başka bir güce devretmek istiyorum!
Ülkemiz resmi olarak kurulduğundan bu yana sürekli çatışma koşulları içindedir. Devlet geleneğini Osmanlıdan olduğu gibi alan devlet yapımız yeni isimlendirme ve yeni özneler ile geleneği olduğu gibi sürdürmüş ve çatışma koşullarına özgü devlet kendisini korumak için çeşitli önlemler almıştır. Ülkemizde çatışmaların kökeni her daim devlet mekanizmasının koruyucu unsuru olarak görülen jandarmanın tarihi (1836’den başlar) kadar ve daha da gerilere kadar giden eskiliği söz konusudur.
Siyaset sahnesine giren ve çıkan özneler toplum içinde önemli bölünmenin parçası olabildiği gibi aynı zamanda nedeni de olabilmektedir. Toplumsal yapımızda fay hatlarının temelinde ve yeni fay hattının oluşmasında bireylerin önemi tebaanın kul olmasından kaynaklanıyor olabilir. Çünkü tebaası kul olan toplumlarda birkaç birey toplumu düzenleyebilmekte ve gerek gördüğünde toplum içinde var olan farklılıklar kullanılarak komşusunun katili ya da kurbanı yaratılabilmektedir. Osmanlı devleti devlet hazinesini işgaller ve savaşlardan elde ettiği ganimetler ile biçimlendirmiş, şehrin başkentinin refahı askerlerin ganimetlerden elde ettikleri zenginliği harcayarak hizmet sektörünün refahını belirleyen konumda olmasındadır. Ülkemizin şehirleri sanayi ile değil, hizmet sektörünün çeşitlenmesi ile büyümüş ve montaj sanayisi ile birlikte gelişmiştir. Osmanlı’nın başkenti bugün mega kent olmuşsa bu hizmet sektörünün çeşitlenmesi ve ganimetler ile elde edilen gelirin burada sermayeye dönüşmesi ile oluşmuştur.
Ulus devletinin kuruluş amacı milli sanayinin kurulması için sermaye birikimin yapılması ve yerli sanayinin ürettiği ürünlerin öncelikle toplum içinde tüketilmesi ve ticaretin gelişimi ile uluslar arası arenada boy göstermesi ve yer elde edinmesi için oluşturulmuş bir tercihtir. Sermayesi güçlü olan güçsüz olanı kendisine üretim aşamasında montaj yapan yan küçük ortak yaparak kendi ürünün başka uluslar içinde daha çok tüketimini sağlayan işbirlikçi yapmasıdır. İşbirlikçi sermaye ise her daim içinde bulunduğu toplum için virüs işlevi göstermiş ve tamamı ile dışa bağımlı sermayenin kendisine ait teknoloji üretmez konumunda olmasıdır. Başkasının markasını kendi markası gibi pazarlaması ancak işbirlikçi sermayenin büyümesine ama evrensel bakışı olmayan yerel bir zengin görünümündedir. Burjuva kültürünün nimetlerinden yararlanan ama burjuva olamayan bakkalın üzerine süpermarket yazan uyanık bir işbirlikçi kültürün sahibidir.
Cumhuriyet kurulmadan ve kurulduktan sonra Kürt halkının talepleri her daim baskı ile yok edilmiş ya da yok sayılmıştır. Hatta cumhuriyetin dersim katliamı sırasında dördüncü güç olan gazetelerinde kuyruklu insan diyerek Kürtler üzerinde imaj çalışması bile yapılmıştır. Psikolojik hareket dairesi Kürtleri hep yam yam, ilkel, görgüsüz, gürültücü, yağmacı, adam öldüren, adam kaçıran, cinayet işleyen ve bakımsız insanlar olarak tanıtmıştır.  Gelenekleri küçümsenmiş, alay konusu yapılmıştır. Ulus devleti için çalışanlar, homojen toplum yaratmak uğruna bırakın başka dilleri aynı dilin şivelerini bile yok etmek için olağanüstü çaba sarf edilmiş ve güzelim şiveler ortadan kalmış. Şiveli konuşanlar toplum içinde alay konusu edilmiştir. İstanbul şehirleşme demektir ve o şehir içinde yaşayanların hepsi İstanbul Türkçesi ile hitap etmeye bilinç altında ve toplumsal baskı ile yüklenilmiş ama bunda başarılı olunamamıştır. İstanbul Türkçesi yerine sonradan uydurulmuş bir Türkçe hakim olmuş ve bugün konuşma dilimizi belirlemektedir. İstanbul Türkçesi eski filmlerde kalan bir hatıradır.
Ülkemiz içinde dördüncü güç her daim devlet için bakan ve devletin çıkarlarına göre olayları gören ve yorumlayan olmuştur. O yüzden dünya nezdinde dördüncü güç her ne kadar medya olarak gösterilmiş olsa da bize özgü yapımız içinde dördüncü güç yoktur, yerine başka güçler vardır.
Konumuz şiddettir. Bugünlerde yeniden tırmanan şiddet ve cesetlerin evlerin önüne getirildiği zaman diliminde dördüncü güce ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu bir kere daha hissediyoruz, çünkü algı yönetimi konusunda yılların tecrübe ve birikimi ve de dışarından  gelen teknoloji  / bilgi sayesinde uzmanlaşan birimlerin bizi yönlendirdiği koşullarda dördüncü güç ihtiyacı kaçınılmazdır. Çünkü bizler doğruyu ve gerçekleri algılayacak olan bilgi hareketinden yoksunuz. Tek yönlü yapılan propaganda ve algılar ile oynamalar sonucunda olmayan şeyleri gerçek, gerçekleri yok sayıyoruz.
Şiddet sarmalı daha doğru ifade ile girdabına girdiğimizde her daim üçüncü bir yol gösteren güç / odak noktasının olması önemlidir. Eğer o odak noktası yoksa boğazlama bir birinin soyunu kurutana kadar gider. Kan davası şekline bürünen çatışmalardan hiç bir zaman barış ortaya çıkmaz.
Üçüncü güç ülkemizde hakem rolünü oynayan her daim emperyalist güçler olmuştur. Onların çıkarına uygun olarak çatışmalar bıçak ile keser gibi kesilir ve yeni rotaya yeni özneler ile yol alırız ama kısa zamanda gelir yine aynı girdaba saplanırız, çünkü bağımlılık ilişkisi öyle bir şeydir.
Bizler girdap içinde yaşamaya mahkum olmuş uyuşturucu kullanan birey gibiyiz. Toplum olarak hastalıklıyız ve hastalıklı toplumda sağlıklı düşünme beklenemez.
Sol işte bu girdabın dördüncü gücü olarak kendisini örgütleyebilmiş olsaydı bugün ne PKK - devlet çatışması ve buna bağlı olarak ABD bölge çıkarları için çöl kumunda siyaset yapmaya iteklenmemiş olurduk.
Solun önünde en büyük engel ise örgütsüzlüktür.
Solcu bireylerin örgütlüymüş gibi yaptığı ama örgütsüz oldukları ortada dururken, geçmişin örgütleyici gücü olan bireyler ise örgütsüz yaşamanın daha çok işlerine geldiğini görmüşler. Çünkü işkence görmeyecekler, hapse girmeyecekler, elleri serbest ve dışarıdan gazel okudukları içinde elleri hiç bir zaman kana bulaşmayacaktır. solun akil insanları örgütlüymüş gibi yapan örgütçükler kurmuş, geçmişin hülyasını ranta dönderip duygusal rant elde ettikleri alan olmuştur.
Bugün ülkede dördüncü güç olan sol yoktur ama en azından geçmiş deneyimi olmayan bireylerin iyi niyetli girmişleri devam etmektedir. Onlar da bir yere kadar ilerleyip Osmanlı marşı gibi iki adım geri atıyorlar...
Dördüncü güç sol olmadan bu ülkede gerçek anlamda çağdaş, demokrat, en kötüsünün iyisi olan liberal toplum dahi kurulamaz...
Solcuların önemli bir kesimi geçmiş sol çizgiden uzaklaşmış liberal yaşamı benimsemiş olmalarına rağmen hala sol adına konuşmaya ve solcu gibi davranmaya devam etmektedir. Geleneksek sol yapıların miraslarını taşıyanlar eleştirdikleri liberaller ile de siyasi ilişki kurmak ve ortak projeler içinde de yer almakta da vazgeçmiyorlar...
Sol yok ama en azından hedefinizde sosyalizm ve devrim gibi hedefleriniz yoksa liberal bir sol parti veya örgüt kurulmalı bu ülkede... ABD çıkarları ile çatışan, bu coğrafyada yaşayan her birey ve kültürü önemseyen ve eşit hakları olduğunu savunan, bir arada yaşam ve çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ve de mezhepli bir ülke bu coğrafyada mümkündür diyen bir sol parti kurulmalı ve dördüncü güç olarak çıkmalıdır.
Üçüncü güç ABD'nin oyununu bozmak için dördüncü güce ihtiyaç vardır...
Çatışma girdabından çıkmak için dördüncü güç olan sola ihtiyaç vardır, yaratılmalıdır.
Burada parantez açayım HDP dördüncü güç değildir, taraftır. O taraf olduğu kesimin çıkarını korumak ve kollamak ile yükümlüdür. Bu girdap içinde yaşayan çözüm sürecinde önemli adım atan her ülkede taraf olan partiler vardır ve meclislerde görüşlerini açıkça dillendirecek olanaklara sahiptir. HDP’de dillendirmelidir ama dördüncü gücü örgütleyecek alt yapıya sahip değildir, olamaz da. Masa kurulmuş, taraflar ortada ve o taraflarda yer alanlarda artık rollerini oynuyor, bu saatten sonra sen o rolü bırak demek doğru değildir.

İsmail Cem Özkan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.