Galata Gazete


26 Mart 2016 Cumartesi

Dönüşü olmayan!

Dönüşü olmayan!

İnsan yaşamında dönüşü olmayan bir çok olay yaşar, bir çoğu kötü bazıları ise iyidir. Kötü olanlar ömür boyu bir travma etkisi ile bizimle birlikte yaşar. Çocukluğumuz bizim fark etmediğimiz geleceğimizdir. Her ne kadar güvenli bir ortamda yaşadığımızı sanmış olsak da aslında saldırılara en açık olduğumuz dönemlerdir. Ailelerimiz, çevremiz bizim için yarattıkları duvarlar aynı zamanda bizim geleceğimiz etkileyen travma nedenlerimizdir. Özgürlüğümüz sadece ciğere giden ilk hava ile çıkardığımız sestir, diğerleri esaretimizin başlangıcı belki de ilk adımlardır.

İnsan eğitildikçe ehlileştirilir, çevresine uyum sağlar. Ehlileşirime süreci okul öncesi küçük bir çevrede başlar ve toplum içinde devam eder. İş yaşamımızda keskin sınırları belli olan kalıpların içinde yaşamaya çalışırız. Özgürlük ancak tatillerde paranız olduğu sürece satın alabileceğiniz bir şeydir ama o özgürleşme de sınırlıdır, geçmişte aldığınız eğitim ile sınırları çizilmiştir.

Sınırları çizilmiş yaşantımızın içinde bizim hareket etme alanımızın daha da daraldığı alanlar vardır ki, bu hareket etme olanağımızın tamamı ile elimizden alındığı ve biat ettiğimiz süreçtir. Cinsel taciz işte bu biat etme ve kaderine boyun eğme sürecidir. Bu süreç her ne kadar insanlık suçu olsa da birçok toplum içinde hoş görülebilir ve hasır edilen bir sorun olarak durur. Dinler bu toplumsal olayı bastırmak için kullanılan bir araçtır, o aracı da dini bildiğini söyleyen ulema tarafından usturuplu bir şekilde kullanılır. Pedofili hastalığı ile karıştırılan bu ince çizgi içinde insanlar hastalığı bile doğal ve olması gerektiren yaşamın bir parçası olarak görür. Çağdaş dünyada en azından bu konuda çalışmalar yapılmış ve ayrım yasalar içinde konulmaya çalışılmıştır. Henüz bu konuda insanlık ne yazık ki sorunu çözmüş değildir, çünkü binlerce yıldır gelen bir kültürün kırpıntılarını yok etmek o kadar kolay değildir, üstelik bu ahlak ve din tarafından üstü örtülmüş ise…

Yaşadığımız zaman içinde üstü örtülen bir çok sorun artık örtülemeyecek konuma gelmiştir, bunda en önemli etken teknoloji ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıdır. Devlet insanları gözaltında tutan araçları geliştirirken dikizleme ve gözlem aracını da insanlar bir birilerine karşı kullanmakta ve suçlar artık daha rahat suç olarak tanımlanabilmekte ve yeni toplumsal normların oluşmasına neden olabilmektedir. Toplumlar ve kültürler iç içe geçerken, karşılaştırmalı incelemeler ve mukayeseler yaşam kalitesi konusu sorgulanmakta ve yeni insan hakları evrensel kuralları yaşam içinde uygulanır hale gelmektedir. Her ne kadar yaşama hakkı hala birçok ülkede yok sayılsa da, çıkarlar gereği görmezden gelinse de zaman içinde çıkarların ortadan kalkması ile suç geçmişe yönelik sorgulanmakta ve cezalandırılmaktadır. Savaş suçları Lahey’de ki Uluslararası Adalet Divanı yetersiz de olsa soruşturmakta ve ceza verebilmektedir. Yetersiz ama önemli bir adımdır…

Tecavüz bir insanlık suçudur ve iç hukuk bu suçu suç olarak kabul etmediği ülkelerde, uluslararası bir divanın konusu olabilmelidir. Ulusların kendi kültürlerinden gelen suç ve ceza kavramı artık insanlığın gelişimine cevap vermez konuma gelmiş, doğal görülen şey başka ülkelerde insanlık suçu olarak tanımlanabilmektedir. Ticari ilişkiler bu etik kuralları çerçevesinde olduğunda ister istemez birçok gelenek tarihin boşluğuna bırakılmak zorundadır. Tarih insanlığın ilerlemesini kayıt eder, geleceğin daha güzel olması için dersleri içinde not olarak tutar.

Tecavüzü ve tacizi saklayan, tecavüzcüyü koruyan bir din var mı? Peki, yoksa neden dinciler arasında yaygın gözüküyor ve meşrulaştıran açıklamalarda bulunuluyor? İnananlar neden bu duruma karşı sessiz kalırlar?

Elbette tarihi iyi analiz edersek, reform hareketini yaşayan Hıristiyanlığın tarihi içinde bu sorunun yanıtını rahatlıkla bulabiliriz. Evet, bir zamanlar açıktan da olsa korumayan ama dolambaçlı yollarda kendi yandaşını koruyan, para verenleri hoş gören bir anlayış vardı. Bu laiklik vurgusu ile tartışmaya açılmış ve reform hareketi binlerce yıla yayılan bir süreç ile bugün ki normlara gelmiştir. Laiklik her ne kadar birden çıkmış bir şey değildir, uzun süren bir çatışmanın sonucunda insanlığa armağan edilmiş bir anlayıştır. Dinin elinden devlet erkini alınca din eskisi gibi bazı şeyleri saklayamaz ve koruyamaz olur. Sevgi üzerine oturduğu iddia edilen din laiklik ile gerçekten sevgi üzerine oturmuştur. Korku ve öteki dünya cezaları ile fakir halk uysallaştırılması ve dillerinin ellerinden alınması süreci dinin tekelinden çıkmıştır. Korku yine topluma pompalanmaktadır ama öteki dünya yerine bu dünyada yaşanan ve yaşanması muhtemel korkular ile biçim değiştirerek devam etmektedir.

Din, insanların elinden dillerini, sesini alır, eğer tam otoriter bir toplum içinde yaşanıyorsa. Dinin hakim olduğu ülkelerde demokrasi, özgürlük kavramaları bizim anladığımız kavramlardan çok farklı bir şekilde anlamlandırılmakta ve altı doldurulmaktadır. Orada özgürlük erki elinde bulunduranın azınlık ve zayıf olarak gördüğüne her türlü eziyeti yapma ve emir verme olarak görülür. Çoğunluğun hakkı diye sunulan kavram dinin hakim olduğu yerlerde çoğunluğun göreceli şekilde kullanıldığını görürsünüz. Gücü elinde bulunduran her daim çoğunluktur!

Cinsel açlık ve doyurulamayan istemler ancak kapalı toplumların içinde bir sorun olarak görülmez ve o açlıkların üzerinden ekonomik kazanç sağlayan egemenler, yeter ki siteme karşı bir hareket olmadığı sürece hoş görü ile karşılanan ve bir kader kurbanı olarak algılanan süreçtir. Cinsel tacize uğrayan çocuk ve kadın / erkek kaderinin kurbanıdır, alın yazısında olduğu için olmaktadır. Taciz yapan eğer yakalanmışsa adi suçludur ve kader mahkumdur. Cinsellik ile kapalı toplumlar mücadele etmez, çünkü cinsellik kilitli kapıların arkasında olan şeydir. Mahremdir, kimse karışamaz.. fakat bu mahremiyet teknoloji ile ortadan kalmış ve orta yerde yapılır hale gelince isyan ve karşı çıkışlarda artışın olması doğaldır. Bugün taciz ve tecavüz bir bireysel sorun değil, sistemin sorunu olmasının temelinde bu gelişme yatar…

Öteki dünyada sunulduğu kabul edilen cariyelerin söylemleri toplum içinde farklı algıların oluşmasına sebep olmuştur. Benim okuduğum hiçbir tek tanrılı dini kitapta (yorum değil, kaynak kitapta) cariyelerin nasıl olduğu ve ne yapacağı konusunda ayrıntılı bilgi yok. Hatta doğal olmayan ölümleri (intihar) yasaklar. Fakat bunların yazılı kaynaklarda belli olmasına karşın cihad için canlı bomba olan erkekler tek bir organını güven altına alıp, öyle kendisini patlatıyormuş... Bir ipucu vereyim organı hakkında: cennete giderse eğer, tek kullanacağı organ olarak düşünülen şey... Cinsel konular o kadar etkili ki din adına ölüme giden cinsel organını korumaya almakta…

Dincilere ait kurumlarda ki çocuk istismarı medyanın gündemine sürekli düşüyor. Peki, çocukların ebeveynleri ne yapıyor? “Kol kırılır yen içinde kalır” sözüne uygun olarak biraz para karşılığında “çocuğuma bir şey olmadı, olmuş olsa da kuran öğrendi” diyebiliyorlar… Bütün bu söylemler tesadüfen mi? Elbette değil, çünkü binlerce yıldır uygulanan ama dillendirilmeyen gerçeğin sessiz ifadesidir.

İnananların çocukları tecavüze uğruyor, dinci olumlu bakıyor, ona ses çıkaran başkası... Kendi sorununa sahip çıkmayana sahip çıkmayı doğru bulmuyorum. Elbette, çocuk tecavüzü insanlık suçu, onu işleyen ve savunan ve koruyan uluslararası mahkemede yargılansın... Bizim görevimiz tecavüz için yaratılan oramı yok etmektir, diğer konular sadece vicdan sorunudur... Boşu boşuna tecavüz eden razı, tecavüze uğrayan razının arasına girmek değildir... Onların kültüründe ve ahlakında doğal görünen şeyi onlara bu doğal değil desek de olmaz... Doğal olmadığını yaşayarak öğrensinler... Bir vakıf sorunu değil bu iş, genel bir sorun... Bir vakfı hedef almak sorunun üstünü örtmek anlamına gelir... Genel sorun da ülke sorunudur ve bu sorunu besleyen de erk sahipleridir... (Dinciler ile inanları ayırmak gereklidir, dinci; inanan gibi gözüküp, dini kullanarak kendi çıkarı ve işine geldiği gibi davranan demektir.)

Şu anda tecavüz konusunda sosyal medyada paylaşılan tepkilere bakıyorum... Hepsi duygusal... Duygusal tepkiler akıl ile yürütülmediği sürece tecavüz eden ve tecavüze uğrayan ilişkisi daha da kilitlenmesine sebep olur... Sıkı dayanışma içinde kol kırılır meselesine döner...

Yaşanan tecavüzleri protesto/ eleştirenleri polis yaka paça gözaltına almış... Elbette polis tek başına karar verme yetkisi yok, ona birisi emretmediği sürece adım dahi atamaz... Siyasi irade tecavüze sahip çıkmayı, karşı çıkanların üzerine kaba güç uygulamayı seçmiş. İfade özgürlüğü yine polis dayağı altında kaldı... Bu süreçte boşu boşuna çocuklarımız polis dayağı yemesinler...

Bu sorunu erk sahipleri iktidar mücadelesinin bir parçası olarak görmektedir, o yüzden en ufak eleştiriyi bile kendi kurumlarına yapılan saldırı ve iktidar koktuğunu kaybedecekleri paranoyası içinde savunma/ saldırıya geçmekteler… Bu içgüdü ile hareket edenler iktidardan giderse gerçek din belki kendisini ifade etme fırsatı olacak...

Bu sorun sadece çağdaş dünyanın sorunu değil, dinin sorunudur. Din ile ilgilenenler bu sorunu tespit edip kendisi ile yüzleşmelidir... Dışarından bizlerin günah dememiz ile günah olarak görülmez...

Sübyancılık ile mücadele hangi kesim içinde görülüyorsa o kesimin ana sorunudur... Sorunu yaşayanlar sorunu ortaya sürmedikleri sürece dışarında yapılan her tepki anlamsızlaşır...

Türkiye yeni bir siyasi sürece girdi... Ortalığa bir bakın liberaller geçmişte yan yana yürüdükleri iktidara sataşıyor, altını oymaya çalışıyor, demokratik kitle örgütleri değişik konularda protestoda, canlı bombalar sokaklarda ve uygun gördükleri yerlerde patlıyorlar... Ortada bir siyasi partiler yok! Neredeler diye sormuyorum, kongre yorgunu veya kongre heyecanı içindeler... Siyasi parti liderlerini göreniniz var mı? Meclis toplantısı olmazsa sanırım öyle bir parti olduğu bile anımsanmayacak!

Her güç, kendi sonunu kendi içinde çıkar çatışması ile hazırlar. Uzun zamandır iktidarda olanların sonu her daim hasıraltı yaptıkları, üstünü örtükleri sorunlar ile yüzleşerek olacaktır. Cinsel taciz bu sorunlardan sadece biridir ve bu artık iktidar sorunu haline getirilmiştir. Gelmekte olanı ve gideni biliyoruz. Giden ölüm, gelen sıtma... Ama en azından yaşama hakkı için gelmekte olana şimdilik sessiz kalacağım... 

Kan göllerini kan deryasına dönüştüren öncelikle gitsin, daha fazla kan dökülmesin...  Taraf olmuyorum bu iktidar kavgasında, çünkü her ikisi de sonuçta bana, geleceğe, insanlığa düşman...

Gelmekte olanların tarafları bugünlerde karşılıklı kavgada, o kavgalara bakarken taraf olmaması gerekenler gelmekte olanın yan değneği konumuna düşmüş...

Belki kendilerince haklılar...

Dönüşü olmayan bir yoldayız, tarih dönüşleri not etmez, geleceğe açılan kapılardan ve fırsatları tarihten ders çıkaran örgütlü bireylerin ve toplumların yararlandığını belirtir…


İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.