Galata Gazete


12 Mart 2016 Cumartesi

Eğer bu bir film olsaydı

Eğer bu bir film olsaydı

Bosna Hersek devleti henüz kurulmadan önce eski Yugoslavya savaş bulutlarının altındadır. Henüz komşu komşuyu, tırnak etten ayrılmadığı zaman diliminde bir tren istasyonu şefinin evine bakmaktayız. Tren şefi İbrahim artık trenler işlemediği için artık evindedir. Fotoğraf çekme hobisine ağırlık vermiştir. Film banyosu için karanlık odayı salonda oluşturmuş, kırmızı ışık altında çektiği fotoğrafları tab ederken sahnenin üzerinde bir hareketlilik başlar. Anne Esma odanın bir köşesindedir, dikiş dikmektedir.
Dikenli tel; savaşı, ayrılığı ve parçalanmayı sembolize etmektedir. Sahnenin arka zeminden siyah örtünün önündedir. Evin büyük oğlu Alaaddin bölümler arasında kronolojik olarak dünyada olan olayları verirken küçük bir ışık süzmesi ile aydınlanmakta ve mikrofon ile salona dijital bir ses efekti şeklinde seslenmektedir. Bir radyoda okunan metin gibidir. Dünya savaşa rağmen kendi gündemi içinde yaşamakta ve Saraybosna’da olanlara sanki duyarsız gibidir algısı verilmektedir. Acıyı yaşayan acının farkındadır ve yaşar, diğerleri gözlemcidir.
Sırplar ve Boşnaklar aynı binada komşudurlar, iç içedirler hatta bir birlerine o kadar içli dışıdırlar ki evlerini terk derken bile evin anahtarını ve babasından kalan incili verecek kadar güven duymaktadır. Komşuları Sırp Duşan veda için gelmiştir ama bu ayrılığı hemen söyleyemez. Her zaman yaptıkları gibi önce kısa sohbet ve satranç oyunu, evde yapılış rakiki. İbrahim ve Duşan satranç oyunu uzun zamandır oynamaktalar ve oyuna kaldıkları yerden devam ederler. Duşan sıkıntılıdır ve sıkıntısını dillendirir. Son bir kere gelmektedir, artık ülkenin Sırp bölgesine akrabalarının yanına gideceklerdir. Bütün birikimlerini geride bırakıp gideceklerdir. Ülke artık parçalanmakta, derinden gelen sesler ne olacağını artık bağırmaktadır. Savaş, et ile tırnağı bir birinden ayıracaktır. Kendilerinin dışında gelişen olaylar onları ayıracak, anıların üzerine bombalardan çıkacak küller kaplayacaktır.
Yıllardır birlikte yaşayan ve aynı ideallere inanalar farklı inançtan da olsalar mutluyken, birden trajedinin ve dramın ortasında bulmuşlardır kendilerini. Gelmekte olan ayrılıktır. Karanlığın zifiri karanlığa döndürdüğü dönemlerde düşman kim, müttefik kim belli değildir. Çıkarlar ve savaşı yürütenlerin belirlediği düşmanlar akrabanızdan da yakın olan komşunuz birden düşmanınız ve bir birini boğazlayan iki taraftan biri oluverirsiniz. Savaş herkes arasındadır.
“Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır. Ama uyumuyor da uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız” Gandhi’nin bu sözünü söyler teyze İndira, sözüm başına ise uyuyan meleği uyandırırsınız, uyanır ama diyerek cümleye girer. Tarih bu sözü Saraybosna’da doğrular. Gelmekte olana karşı kimse bir şey yapmamış, sadece izlemek ile yetinmiş, evlerinin penceresinden gelişmekte olanı anlamaya çalışmışlardır.
Savaş, Saraybosna’dadır. Sokaklar artık tekin değildir. Milisler, askerler, kurşun ve bomba sesleri şehri kuşatmıştır. Şehir yıkılmakta Ziriç ailesi bunu kendi odalarından kaygı ile izlemek ile yetinmek ister ama artık savaş evin küçük oğlunu da askerlik nedeni ile elinden alacaktır. İrfan askere yazılır. Bunun anlamını hepsi bilmektedir. Ölüm! Anne Esma bu duruma isyan eder, fakat isyanı bu gerçekliği ortadan kaldırmaz.
Evlerinde geçici olarak kaldığı vurgusu yapılan teyze ise Hindistan’a gitmek istemektedir ama havalimanı kapalıdır. Havalimanını arar, havalimanından dışarı ile bağlantı kuramayan Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç bunu fırsata döndürmek ister ve gözaltında olduğunu cumhurbaşkanlığına bildirmesini ister. Ama teyze bu konuda bir şey yapamaz, çünkü bilgi vermesi gereken yerin bilgileri kendisinde yoktur.
Şehir, Müslüman tarafı Boşnak milisler tarafından kontrol edilmeye başlamıştır. Yeni kurulan askeri birlikler evlerde Sırp avındadır. Tek tek daireleri kontrol etmektedir. Ziriç ailesinin evini de genç bir milis kontrol etmeye gelir. Masanın üstünde yer alan büyük oğullarının askerlik yaptığı yerden hatıra olarak aldıkları bir ikona gözü takılır. Onu sorgular. Henüz teknoloji ile araları yoktur, öte yandan faks makinesini kullanabilen birini aramaktadır. Güçlü olan erkekleri ise siper kazmaları için de aramaktadır. Asker, nefret yüklüdür, savaşın yaratmış olduğu ortamdan etkilenmiştir. Ölüm ve kan onu düzgün düşünmesini ve normal davranmasını engellemektedir. O görevini acele ile yapmakta ve ortamın gerginliğini sürekli gerekerek çevresine de yansıtmaktadır. Savaş karşındaki ne diyor diye dinlemeyi ortadan kaldırır, duymak istediğini duymak ister…
İrfan askeri kıyafet içinde sahnededir. Elinde yakacak birkaç odun parçası ile gelir. Çünkü şehir artık enerji sorunu yaşamakta ve depolarda birikmiş olan yakacak da bitmiştir. Savaş var olanı çabuk tüketir.
İrfan, babasının yanında oturmaktadır. Bu sırada babası maket tren oyuncağını salonda halının üzerinde kurmaktadır, kısaca oyalanmaktadır. Hareketleri yavaşlamıştır. İrfan babasına “Hak ettiğimizi yaşayacağız, hak ettiğimizi yaşıyoruz.” derken, babası hak ettiğimiz bu mu diyerek acı acı bakmaktadır. Kendilerinin dışında yaşanan bir savaşın içinde artık hepsi kurbandır. Savaşta her daim kötünün kötüsü de vardır ve zaman o kötünün kötüsünü ortaya çıkarmaktadır. Uçaklar şehri bombalar, sığınaklar kurtuluş yerleridir. Savaş, kış mevsiminde daha ağır ve can alıcıdır.
“Hayatta tek bir kural vardır: Doğarsan ölürsün!”
Doğum ve ölüm tarihleri arasında yer alan çizgi yaşamdır. Bu çizgi bazıları için trajedi, dramı içinde barındırırken, başkaları için ise bir spor karşılaşmasında madalyondur. Bir yerde savaş, öte yandan lüks yaşamın medyaya yansıması… “hayatta kalan altın kaşıkla yemeğini yiyecek.” Eğer kalabilirse ve uygun bir yerde bulunabilirse, çoğu savaş sonrası sadece kaybettiklerinin anısı ve acısı içinde yaşayacaktır.
İrfan savaşın etkisi ile daha fazla İslam geleneğine doğru yönelmekte ve daha fazla radikalleşirken, geçmiş ile yaşadığı anın çelişkisini yaşamaktadır.
“Allah’a inanıyor, ama insanlara değil…”
Metallica müzik çalan İrfan, bu saflaşma ile kafası daha da karışmıştır. “Metallica ile Mekke arasında kafası gidip geliyordu.” Bugün dahi birçok ülkede İslam adına cihad için savaşanlar bu savaşın sonunda başka ülkelere savaşmaya gidecektir. Savaş, ölüm kendi kafalarında barış için ölmeyi ve öldürmeyi meşru kılıyordu. Barış kelimesi duruşa göre değişmektedir, her barış aynı şeyi anlatmamaktadır. Kendi hükümdarlığını ilan eden barış geldiğini iddia edebilmektedir.
Sonunda evlerinde olmuşlardır. Sokaklarda birkaç kırpıntı ile karınlarını doyurmaktadır. Soğuk içlerine işlerken savaş sonunda ülke parçalanmış, var olan tüm birikimleri yok olmuştur. Saklayacakları be geçmişleri kalmıştır ne de gelecekleri.. 
Hayat kendi dediğini söylemiştir. Bu eğer bir kurgu olsaydı sizler nasıl bir öykü yazardınız?
Oyunun teknik bölümüne gelince uzatmadan kısaca yazayım, ışık çok başarılı gördüm. Işık ve müzik öykünün ruhuna can vermiş, konun ağırlığı karşısında oyuna ilgiyi ayakta tutuyor. Oyuncular kendilerine verilen görevi en iyi şekilde yerine getirirken, askeri canlandıran Berk Sezenler’in biraz daha pişmesi gerektiğini düşündüm. Dekor, oyunun içeriğine uygun, akıllıca kullanılmış tel. Alaaddin dünyada gelişmeleri anlattığı ve bölümler arasında olayı daha özümsememizi sağlayan karanlığın içinden konuşması ve son sahnede tekerlekli sandalye ile gelip sandalyeyi sahnede bırakması güzel düşünülmüş. Sahne dekorları oyunun akışına uygun şekilde boşaltılması akıllıca bir yöntem olmuş. Dekorda video kullanılması ayrıca oyuna canlılık kazandırmış.
Oyunda emeği geçen her bir emekçi alanında başarılı olduğunu Bilge Emin yönetiminde uyumlu çalıştığını oyun sonunda alkışlar ile kendisini zaten göstermiştir. Ben de bu yazımda tekrar alkışlıyorum. Savaşsız bir gelecek arzuluyorum ama ne yazık ki bir zamanlar eski Yugoslavya üzerine binen kara bulutlar bizim bu tarafa da geldi. Umarım bizim yazarlarımız buna benzer oyunlar yazmaz ileride…

İsmail Cem Özkan


Eğer Bu Bir Film Olsaydı

Yazar: Almir İmsireviç
Çevirmen: Bilge Emin
Yönetmen: Bilge Emin
Dekor Tasarımı: Nurettin Özkönü
Giysi Tasarımı: Nalan Alaylı
Işık Tasarımı: Serhat Akın
Müzik: Çağrı Beklen
Yönetmen Yardımcısı: Eylem Yıldız
Yönetmen Asistanı: Serap Yılmaz
Oyuncular: Burak Şentürk, Mine Tüfekçioğlu, Burak Altay, Gönen Aykaç, Barış Bağcı, Berk Sezenler, Emre Yeşilöz
Sahne Amiri: Mahsuni Yılmaz
Kondüvit: Merve Akgül
Işık Kumanda: Rüştü Karabayram


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.