Yel değirmeni ile kavga ederken…
Radikal dinci örgütler, cihat adına insan başı kesti, dini
merkezleri basıp adam öldürdüler, camilere bomba koydular hepsi ama hepsi kime
hizmet etti? Sonuçta dini bir terör dalgası var ve o dalgadan en çok
yararlananlar ortada değil mi?
Dinci terörden en fazla yararlananlar sistem değil midir,
kimse sistem hakkında düşünmeden var olan sistemin sorunları arasında oluşan ve
gündem değiştiren terör dalgası ile uğraşırken, sistemin yaratmış olduğu
sorunlar görünmez kılındı…
İslam terörü adı altında batı dünyasında göçmen politikaları
da bahane edilerek sağ partiler ve sağ örgütlenmeler sol partilerin yerini
alıyor...
İslam adına cihada çıkanlar yaşanan olaylar sonucundan bir
kere geriye dönüp bakabilmiş olsalardı; kim için kafa kesip, dini merkezleri
bombaladıklarını anlayabilirler miydi?
Kimin taşeronu, kimin çıkarına hizmet ettiler?
Bizler dincilerin saldırısı sonucu bir çok arkadaşımızı
kaybettik. Hepimiz içinde büyük öfkelerin ve intikam duygusunun çoğalmasına
sebep oldular… bu duygusal yaklaşım sonucunda dinciler bulunduğumuz yerde
iktidara gelmesin diye olmadık ittifak ilişkisi içinde bile olduk…
‘Ekmeleddin sendromu’ bu kör olma halinin dışa yansıması
değil midir?
Bugün dahi siyaset algoritması aynı şekilde figürler
değişmiş şekilde devam etmektedir…
Peki, bizler neden geçmişte ideallerimizden ve
ütopyalarımızdan vazgeçip günlük olarak önümüze gelen gündemlerin peşinde koşar
olduk ve neden her olaya duygusal bakar olduk?
Sol olaylara duygusal bakmaz, akıl ile diyalektik bakar ama
hepsi sanki dinciler gibi bir oyunun parçası haline gelmiş ve bilmeden
birilerin çıkarlarına hizmet eder bulmadık mı kendimizi, eğer bulamadıysak hala
o algoritmasının figürü olmaya devam ediyoruz demektir…
Sistem kendisini sorunlar için öyle görünmez yaptı ki,
sorunun merkezi ile değil, elinde sopa tutan adamın sopası ile kavga eder
konumdayız…
Ulus devleti yıkıldı, yerine yeni devlet mekanizmasını
kuramamış (şirket yönetim biçimi olarak devam etmektedir, başbakanlar ve
başkanlar ülkenin ceo’su gibi davranıyor) bir kapitalist sistemde, kapitalizm ilk defa
bu kadar rahat kendi sistemi için restorasyon denmeleri ve çatışmalarını
gözümüzün önünde yaşarken, biz sistemin yerini alacak kendi işçi devletimizi
kuracak bir yapılanmadan ve örgütlenmeden uzağa düştük…
Devrim kelimesini meydanlar yıllardır duymuyor!
Liberal ekonomi ve onun politikası iflas etmiş halde tarihin
dehlizlerine savrulurken, liberal siyasetin içinde kendilerine yer bulanlarda
tarihin dehlizlerine henüz yuvarlanmadan hapishanelerin karanlık koridorlarında
siyasi savunma ve özgürlük ütopyalarını seslendirmeye ve seslerini dünyaya
duyurmaya çalışıyorlar… İnsan haklarını kazanımlarının da bu süreç içinde
yaşanan değişik komplolar sonucunda altlarının boşaltılığına şahitlik ettik.
Sözde haklar var ama liderlerin iki dudaklarının arasından çıkan her cümle, var
olan haklarının yok sayılması veya yeni yasaların oluşması anlamına
gelmektedir…
Her dönem kendi liderlerini yaratıyor…
Her dönemin ihtiyacına uygun liderler siyasetin başında
toplumlara yön vermiştir…
Reagan ve Thatcher olmasaydı acaba liberal politikalar
olmayacak mıydı, onlar olsun ya da olmasın kapitalizmin ihtiyacına uygun
şekilde birileri var olacaktı ve mutlaka bu süreç yaşanacaktı, çünkü ulus
devlet var olan sorunların çözümüne yanıt vermediği gibi engel de oluyordu,
hatta bir çok sorunun sistem için temel nedeni olmuştu…
Sistem kendi insanını iktidara taşıyor ve ihtiyacına uygun
biçimlendiriyor, çünkü yaşanan sorunlar o lideri düşünmediği rol içinde
bulunmasına sebep olabilmektedir…
Liberalizm yaşandığı süreçte solun örgütlü olduğu alanların
altları boşaltıldı ve içinde bulunduğu topluma yabancılaştırıldı. Yaşanan sorunlar
içinde sol var olan gündemin peşinde gündeme uygun tavır almaya zorlandı ve hedefinden
ve eski söylemlerinden uzaklaştı… Kısaca sol Donkişot rolü verildi ve bir roman
kahramanı gibi yel değirmenleri ile kavga eder buldu kendisini…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.