"Borsa mı önemli, yoksa yaşam mı?"
Kanunlarımız, kanunları uygulayanların gözettiği bir şey
vardır, sermayenin güvenliği ve ticari hayatın devamlılığı. Bir ülkede fakirlik
artınca, yiyecek ve zorunlu giderlerde zamlar pardon fiyat ayarlamaları
süreklilik kazandığında halk kendi çözümünü bulmaya başlar. Güvenlik
görevlilerin de işleri buna paralel olarak artar.
Bir ülke düşünün demeyeceğim, İtalya’da Fiat araba
fabrikasının olduğu bir şehrin varoşlarında (eskiden olsa gecekondularda diye
yazardım, şimdi varoşlar kelimesi daha uygun düşüyor) bir işçi evinin sahneye
uyarlamasını düşünün. Politik tiyatro için sahne hazırdır, oyuncular bir bekçi
düdüğünü beklemektedir sahneden salona çıkacak kapının önünde. Sahne bir perde
ile kapalıdır, perde bir düz duvar ve duvar yazıları ile kaplıdır. Perdenin ya
da duvarın üzerinde “Ödenmeyecek, ödemiyoruz!” yazmaktadır. Varoşlar duvarları
işçi sınıfının ve de fakirlerin gazetesidir.
Politik tiyatro mizah yüklüdür, göndermeler ve sansüre karşı
korumasını yani otosansürünü kendi içinde almış ve sansürcülere iş bırakmayacak
kadar esnektir. Nereden baktığınıza bağlıdır, ne anlamak istediğiniz. Politik
mizah yapmak kolay bir iş değildir, çetrefillidir ve günlük hayata haykırılacak
sözler ve cümleler ile doludur. Politik mizah yapmak aslında büyük cesaret
ister, ifade özgürlüğü kısıtlandığı ortamlarda mizah doğrudan söyleyemediğinizi
dolaylı ama herkesin anlayacağı şekilde söylemektir. Bir birikim işidir, her
insanın yapacağı bir şey değildir.
Politik mizahın içinde kara mizahın ağırlıkta yerini alması
onu daha ciddi yapar, çünkü mizah diye ortaya sözü söyleyip kaçmak olmaz,
arkasında durur, savunur. Politik mizah ezilenlerin duvar yazısıdır öteki
söylem ile…
Karanlık bir dönemden geçiyor dünyamız. Her şeyin alt üst
olduğu, değerlerin altlarının boşaltıldığı, ideolojilerin yerini paradigmaların
aldığı, örgütlülüğün yerini bireysel kurtuluşun çare olarak sunulduğu,
yalnızlaştırıldığı, toplu eylemleri çoğunluk tarafından izlenen konuma
iteklenildiği bir dünyanın içindeyiz. Politika, meclise girmenin tek amacı
emekli maaşı almak konumuna getirildiği bir sürecin içindeyiz.
Pazarlar emekçi insanların süpermarketidir, oradan en ucuz
olanı ya da bütçesine olanı alıp gittiği ve de insancıl ilişkilerin devam
ettiği yerlerdir. Pazarlarda pazarlıklar söz konusudur, karşılıklı çıkarların
gizli odalarda belirlendiği alanlar değildir. İstikrarsız ama fiyat artışında
istikrarlı olan ülkelerde borsanın iniş ve çıkışları insanların hayatlarından
daha önemlidir, borsa istikrarı için insan yaşamının pek önemi olmaz, yeter ki
borsa ihtiyacı olanı alıp istikrara kavuşsun. Borsa istikrarlı ise o ülke
yatırım alır, işçi verir dışarıya, fabrikalara!
Pazarlarda umduğunu bulamayanlar süpermarketlerin indirimli
günlerini takip ederler, en ucuz olduğu gün alınır alınacak ürün. Ürünün fiyatı
takip edilir, kuponlar varsa ki, bazı ülkelerde kuponlar marketlere müşteri
çekmek için kullanılan bir araçtır. Kuponlar bizim hayatımıza gazeteler
aracılığı ile girmişti, tiraj sorunu yaşayan bulvar gazeteleri aracılığı ile.
Haberlerin yok edildiği baldırı çıplak görüntülerin bol bol sergilendiği bulvar
gazeteleri kupon karşılığında en ucuz ürünler hediye olarak dağıtılırdı. Her
şey fakirlerin iyiliği içindir. Gazeteler, süpermarketler kuponları fakirler
evine bir şey götürsün diye patronlar tarafından sunulan iyilik aracıdır!
Borç gırtlağı aşıp, alacak parası olamayanlar olur ya bir
gün "Yetti artık! Bu defa fiyatları biz belirleyeceğiz. Mallara ancak
geçen ay ki etiket fiyatlarını öderiz. Eğer zor kullanırsanız malları alır, hiç
para demeden çıkar gideriz! Anlaşıldı mı? Ya bırakırsınız ya da zorla
alırız." derse… İşte ondan sonrası
kaostur sermaye sahipleri için, fakirler için belki de bayram!
Oyunumuz bir işçi evinin yaşam alanında geçer, mutfak, yatak
odası ye yaşam alanı. Kısaca emeğini satarak onuru ile geçinmeye çalışan bir
işçi ya da modern söylem ile varoş evidir. Oyunun dekorunu hazırlayan Osman
Özcan kendi tecrübesini oyuncuların daha rahat hareket etsin diye sahneye
yansıtmış… Çok başarılı bir sahne düzeni ve perdenin duvar olarak kullanılması
oyunun akıcılığına ve oyuncuların performansının ve oyun akışına yaptığı katkı
muhteşem diyebilirim. Ekonomistlerin değimi ile “verimli” kullanılmıştır.
Oyunun yazarını anlatmaya gerek yok, çünkü tiyatro ile
uzaktan yakından ilgilenen her seyircinin artık bildiği, kullandığı dili
emekten yana kullanan, duruşun saklamadan sergileyen biridir. Her kurgusu
hayatın bir anının önümüze sunan ve bizim yüzümüze yaşadıklarımızı ya da
yaşanmışlıkları çarpan bir yazar. Elbette yazarın bu keskin dili, yönetmenin
kattıklarını da işin içine katarsak ama unutmadan geçmeyelim, çevirmenin bizim
kültürümüze aktarırken kattıkları… Bizi ve yazarı iyi tanıyan biri çevirdiği an
doyumsuz bir öykü çıkar önümüze, yönetmen bunu ete kemiğe büründürür ve tiyatro
salonunda bizi ağırlarken sunar. Füsun Demirel’in çevirisi, Arzu Gamze Kılınç
yönetiminde hayat bulurken, oyuna mimikleri, sesleri ve oyunculukları ile hayat
veren oyuncuların her biri sahnede yönetmenin istediğini verirken, kendi alın
terlerinden düşen damlaları seyirciye sunarlar. Oyun dinamiktir, hareketler
akıcıdır ve durma anları sahnede oldukları süre içinde yoktur. Serpil Göral ve Ece
Güzel öyle bir performans gösterirler ki, varoşlarda yaşayan iki emekçinin eşi
aynı zamanda emekçidirler, üzerlerinde ki yükün ağılığını ve sorumluluğunu ve o
sorumluluğun içinde ne kadar pratik zekaya sahip olduklarını yaşatırlar… Kıvanç Kılınç ve İlker Yiğen ise hem eş hem
de işçi olmaları aynı zamanda örgütlü işçinin, proleterin partisine ve
sendikasına bağımlılığı ve de sorumluluğun bilincinde, parti disiplini içinde
yaşanan gerçeklere karşı duyarsız kalmaları, örgütlü yapısını eleştiren bir
konumda olmalarını seyirciye olduğu gibi yansıtmaktadır. Kara mizahın o büyülü
tarafı beni içinde alır, beklenilmeyen anda beklenilmeyen tavır aynı zamanda o
olayın eleştirisidir. Madem oyunda rol alanların rollerini tahlil ediyoruz, o
zaman bir çok karpuzu koltuk altında taşıyan oyuncuya gelelim; Onur Alagöz. Bir
biri ile zıt karakterleri, zamanı en iyi kullanmak ile yükümlü olan oyuncudur.
Diğer oyunculardan daha fazla sahne ve sahne arkasında zaman geçirmenden kostüm
değiştiren konumdadır. Onurlu polis ama zorunluluk gereği işini yapan mali
polis, Onbaşı, ki o gözümü kaparım vazifemi yaparım inadından olan bizim için
yabancı olmayan “Murtaza”, Mezarcı rolü ile işini bilen olması, büyükbaba rolü
ile saklananları ortaya seren ve oyun finalini hazırlayan olması, ki yaşlı hali
ile beni çok etkiledi diyebilirim, polis, onbaşı ve mezarcı duruşunun
dışındadır. Oyunu başlatan ve bitirendir…
Şimdi öykümüzün neresinde kalmıştık diye sorabilirisiniz,
kurgusal bir yazı yazmak yerine daha farklı bir çizgi izlemek istedim bu
yazımda, çünkü olayın bütünlüğü, kurgusu bizim yaşantımızdan çok uzakta
değildir, İtalya’da yaşananlar bugün bir çok ülkede yaşanmaktadır. Liberalizm
ve onun getirmiş olduğu ekonomik ve sosyal çöküntü ve ekmek kapısında sessiz
kalan çalışanlar ve parti disiplini dışında kendi düşünceleri / beklentileri ve
hayatları olan insanlar…
Proleter bakış açısı yağmaya katkılan kadınlara umut ve yol
gösterici olacaktır.
"Sakin olun, sakin olun! Ne bu polis korkusu yahu,
altınıza yapacaksınız neredeyse! Tanrı aşkına! Aldığınız malların fiyatlarını
belirleme hakkınızı kullanıyorsunuz, doğru olanı yapıyorsunuz! Bu tıpkı bizim
grev hakkımız gibi, hatta daha da iyisi, çünkü grevlerin sonunda fatura hep
işçiye çıkar, oysa bu eylemde patronda bir fatura ödeyecek! Öyleyse:
Ödenmeyecek! Ödemiyoruz! Çünkü bu yıllardır buradan yaptığımız alışverişlerde
bizden çaldıklarınızın karşılığıdır!”
Bu sözleri duyan kadınlar hep bir ağızdan;
"Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!" diye çığlıklar oyunun ana fikrini ve adını
verir…
Kadınlar evlerine gelmiştir ama yağmanın bir de sonucu
vardır, çünkü devlet ve devletin kurumları yağmalanan sermaye sahiplerinin
yanındadır ve onların çıkarlarını korumak ile yükümlüdür. Varoşlar polis
koridoruna alınmış, yağmalanan malların evlerde aranması yapılmaktadır.
Oyun iki bölümden oluşmaktadır. Oyun içinde bol bol kahkaha
atarken insanların düşünce ve davranış değişimine tanık olacaksınız… Keyif
alacağınız bir oyuna gitme fırsatınız varsa lütfen kaçırmayın derim, çünkü
orada akıtan her alın terinin karşılığını ve özel tiyatroların yaşaması ve
gelişmesi için vereceğini her ücretin bir karşılığını bol bol alacaksınız,
hatta size yeni bir düşünme için kapı aralayacağını söyleyebilirim. Hayata ve
yaşadıklarımıza yıllar önce yazılmış bir oyun metinin ne kadar hala güncel ve
hala bizlere seslendiğini belki şaşırmadan doğalmış gibi yaşayarak
göreceksiniz…
Şimdi o kadar cümle yazdık ama oyunun oynandığı mekan hakkında
tek satır yazmadın diyebilirsiniz. Cihangir Atölye Sahnesi (CAS) internet
sitesine girip neler yaptıklarına bakabilirisiniz, tiyatroya ait güzel işler
yapıyorlar. Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Pak ile birlikte
yakında bir sohbet yapalım, tanıtalım diye karar aldık, pek yakında ya da çook
yakında sizlere tanıtacağız… Her yazının bir sonu var, her oyunun bir sonu
gibi, bizler alkışlarınızı ve takdirlerini duyamayacağız ama oyuncular sahnede
benim ve benim gibi oyunu beğenenlerin alkışını duydu, sizler de gidin ve
alkışlayın…
İsmail Cem Özkan
Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!
Yazan: Dario Fo
Çeviren: Füsun Demirel
Yöneten: Arzu Gamze Kılınç
Dekor tasarım: Osman Özcan
Işık tasarım: Onur Alagöz
Grafiti tasarım: Berkem Seçgin
Oyuncular: Ece Güzel, Serpil Göral, Kıvanç Kılınç, İlker
Yiğen, Onur Alagöz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.