Çaresizliğe gülerken…
Dünyayı bir sürpriz bekliyordu, kimse hazırlıklı değildi.
1980’li yılların başından bugüne kadar hakim olan anlayış liberalizm, uzun
süredir yaşanan krizin içinde eski abartılı dönemini kaybetmiş, yıkmış olduğu
ulus devlet anlayışı yerine koskocaman bir boşluk bırakmıştı. Yıkıntılar içinde
iktidar mücadelesi içinde Ortadoğu tipik liderlerinin hakim olduğu yeni bir
şirket devleti anlayışı içinde, birikimini sadece para hırsından almaktaydı.
Elde ettikleri güç ile en doğruyu yaptıklarına, ideolojik yaklaşım diye
sundukları ise içi boş hayalin gerçekleştirmek için yola çıkmış bir halk
kahramanı olarak gördükleri süreci yaşıyorduk. Başkalarının topraklarında güç
ve egemenlik savaşı içinde birbiri ile savaşmak yerine birbiri ile kendilerine
adına birilerini para karşılığında savaştırıyorlardı. Savaş olan topraklar
geçmişin tüm birikimlerini yok etmiş, hırs ve küçük iktidar hedefi içinde
küresel bir savaşın taraftarlarıydı. Ölüm makineleri yeni olan icatlarını
denendiği alan olmuş ve orada elde edilen tecrübeler ile yeni silahlar
üretiliyordu. Gelişmiş olan ülkelerin ihtiyacı olan her türlü ihtiyacı bu
savaşta ölenlerin ve emeklerinin üzerinden elde ediliyordu. Var olan savaşlar
küresel olan hiçbir şeyi etkilemiyordu, sadece yıkıntı ve krizler içinde
boğuşan ülkenin liderlerinin ihtiyacına uygun korku yaratmada araç olarak
kullanırken, kendi toplum içinde cepheler açılarak kendi iktidarı mutlak hale
getiriyordu.
Çaresizliğe gülmek dünyanın mizah anlayışı oldu...
2020 yılının başında Çin’de yaşanan bir sağlık krizi ve
ortaya çıkan bir virüse karşı verilen mücadele yeni bir sürecin başlangıcı
olacağını ve küresel bir histeriye dönüşeceğini kimse tahmin edemezdi. Çünkü
gözle görünmeyen, henüz ne olduğu belli olmayan bir biyolojik silahın insanları
öldürdüğü, Çin yılbaşı eğlencesini bir karabasan dönüştürdüğünü uzaktan
izliyorduk. Sokaklar boşaltılıyor, ulaşım hakkı elinden alınıyordu uzak bir
ülkede. Hepimiz uzaktan savaşa bakmaya alıştırılmış bir kuşaktık ve savaş orada
romantik görüntüler ortaya çıkarıyordu. Uzaktan gelen davulun sesi rahatsız
etmiyordu. Çin dünyanın merdiven altı ve üstünde üretim yapan, her türlü ürünün
imal edilip çoğaltıldığı yer. Elbette marka sahibi olan firmalar ellerinde olan
malların depodaki sayısına bakıp telaşlanmadılar, çünkü birkaç haftada virüs
yok olur ya da denetim altına alınır, işler kaldığı yerden deva edecekti…
Çin yeni dünyanın üretim merkezi, batının kirli olarak
gördüğü her şeyin taşındığı alan olmuştu. Ucuz işçilik, disiplinli çalışma ile
harikalar çıkarıyordu Çin! Tokmak başkasının elinde Çin davulun üzerine
gerilmiş deri işlevi görüyordu. Batıda olmayan hiçbir şey dünyanın gündeminde
olmaz, ebola salgını bile Afrika’yı kasıp kavururken kapitalist sistem
etkilenmemiş, borsalar olağan günlerinde işlemlerine devam etmişti. Dünya
sağlık örgütü kapitalist sisteme zarar verecek olan tüm salgınlara karşı önlem
almak ile yükümlü kılınmış bir kurumdu ve işlevini yerine getiriyordu. Ölenler
hep fakir ülkenin insanları ve fakir olanlar oluyordu, çünkü salgın yeteriz
beslenmemiş, vücut direnci insanları vurur, en çok da çocukları, ve sefalet
içinde çocuk fotoğrafları batıda yaşayanların vicdanını kanatır ve yardım
kuruluşlarını seferber ederler. Ölen kadın, erkek olduğunda vicdanlar pek
kanamaz, çünkü onlar gözden çıkmış ve istedikleri askeri ve tüketici hizmetine
dahil olmamış verimsiz insanlar olarak görünürdü.
Çocukların ölümü vicdanı kanatır!
Çin trajediyi yaşıyordu, virüsün içeriği ve çıkışı tartışma
konusuydu. Bir balıkçı halinden çıktığı ve Çinlilerin yeme kültürünü küçümseyen
açıklamalar ile batıya bu trajedi dram olarak sürülürken bile Çinlilere karşı
bir öfke ve nefret suçunu yayılan cümlelerin içinde vardı. Virüsün batıya ilk
yansıması Çinlilere karşı geliştirilen nefret söylemi olmuştur. Elbette bizim
sahilimize de vurdu bu söylem, ülkemizde yaşayan Çinlilere karşı vebalı gibi
davranış yanında kaba güç kullanıma kadar geliştirildi. Neyse ki çok uzun süre
bu gündemde kalmadı, çünkü orada yaşanan trajedinin boyutu hakkında bilgi
geldikçe Çinli düşmanlığı körüklenenin yerini korku lamaya başlamıştı, çünkü
dünyamızın iletişim alanı küçüldükçe virüsün yayılma hızı geçmiş senelere göre
daha hızlı olmaya başlamıştı…
Devam edecek…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.