Kalas mı, klas mı?
AKP belediyelerin mantığı kar elde etmek, elde edilen paranın
artı değerini yandaşlar arasında paylaşımı üzerine kuruludur. AKP
belediyeciliğinde hizmet ediliyorsa eğer, oradan ya oy ya da para elde edildiği
içindir. Bu mantık elbette sadece AKP belediyelerin yarattığı ve yürüttüğü şey
değildir, liberalizmin ülkemize yerleşmesinden itibaren belediyeler birileri
için arpalık, diğeri ise ciğere bakan kedi muamelesi görmüştür…
Liberalizm ülkemizde cepheleşmeyi ortaya daha çıplak olarak
serdi, çünkü baskı altında kalmış olduğuna inandırılan dini siyaset en özgür
dönemini, kendisine yapıldığına inandığını, karşı olarak gördüklerine layık
gördüğü bir süreci anlatıyor…
Batı dünyası için seyreden tarih çizgi, ülkemiz için benzer
rotada ve beklenti içinde ilerlemedi, kendisine özgü, kendisine dair
ayrıntıların olduğu bir çizgiden söz edebiliriz, çünkü biz üretim ilişkisi
içinde ilişkilerimizi ortaya çıkarmadık, daha çok yağma, devşirme kültürünün
egemen olduğu bir toplumsal duruş ve bakış açımız söz konusudur. Devşirdikçe,
devşirdiklerimizden aldığımız öfke, intikam duygusu ile güç elde edenin elinde
birikim tam bir baskı aracına dönüşmüştür.
Batıda gelişen her teknoloji bizde amacının dışında baskı
aracına ve öfkenin, nefretin yayılma aracına dönüşmüştür. Örneğin batıda askeri
olarak geliştirilen telgraf, bizde bir ulusun soyunu yok etmek için kullanılan
en önemli araç olabiliyor. Telgraftan anlayan bir devlet memuru, eğer devlet
içinde önemli ve yetkili olarak konuma gelmişse onun elinde acımasız bir silaha
dönüşebiliyor. O silah ile yaptıkları bile bugün hala bir çok açıdan karanlık
noktaları aydınlatılmayı bekliyor.
Bugün ki elimizde olan bilgilere bakarak elbette onun öncesi
süreç o sürecin nasıl ince ince hazırlandığına tanıklık edebiliriz, çünkü en
karanlık nokta sadece sonuçtur, hazırlık aşaması ancak devlet eli ile yaratılan
birikim söz konusudur. İşin en ilginç tarafı ise karanlık sürece muhatap /
mağdur/ kurban olanların eli ile devletin onlar hakkında bilgileri toplamış
olmalarıdır. Daha rahat, daha düzenli, daha istikrarlı bir yaşamı özleyen ama o
güne kadar adam yerine dahi konmayan azınlıklar, batı ülkelerin baskısı ile
elde edilen haklar ile cemaatin dini otoritesi kendisi için ‘kazanç’ olarak
gördüğü bir çok ayrıcalık ile - aslında ileride kendisini yok edecek- bilginin
devletin eline verilmesi şeklinde olmuştur.
“Meşrutiyet”, “ıslahat” gibi kavramlar içinde elde edilen
düzenlemeler ile o güne kadar yaşayıp yaşamadıkları kanıtlanamayan azınlıkların
yaşadıkları yerlerde nüfusları (Fransız devriminin ülkemize ulaşan etkileri
ile) görünür olduktan sonra, coğrafya içinde kültürel değişimler devletin zoru
ve teşviki ile değişimden söz edebiliyoruz. Kapılara bırakılan çarpı işaretler,
katliamlar şehirlerin demografik yapısı iktidarda olan anlayış lehine bozuldu…
Şehirlerin yapısı bozulurken, şehirlere yapılan hizmetlerin
de amacı değişmiştir. Devlet kendisi istediği ve kontrol edebileceği şehirleşme
yönünde adımlar atamaya başladı, şehirler yeni oluşmakta olan sanayi devrimi ve
kapitalist kültürün en önemli olmazsa olmazı olarak ortaya çıkmış ve
yaygınlaşmaya başlamıştır. Şehirleşme iktidardakilerin hem kontrol hem de
korkulu alanları olmuştur. Geniş caddelerin oluşması bu korkunun şehre
yansımasından başka şey değildir.
Osmanlı’dan bugüne şehirlerimizin çarpıklık ortadadır, çünkü
çarpıklıktan, yağmadan beslenen bir kültürün elbette kalıcı ve uzun soluklu
sağlıklı bir şehirleşme içinde olması beklenemezdi… Olmadı da, çarpıklık
ihtiyaca göre değişimler ile devam etmiştir. Gerek görüldüğünde deniz
doldurulmuş üzerine saray yapılmıştır. Temeli o kadar zayıf devlet yapısı
kendisini yapıları ile de gösteriyordu. Üstte ihtişam, altta denizin üzerine
atılmış taşlar… Dolma saraya gidecek yollarda dolma alanların üzerinden
geçerken zaman içinde darlaşmıştır, çünkü sarayın çevresinde yer alanlar geleneklere
göre sarayın nimetlerinden nemalanacaktır. Kimse emek harcamadan orta çıkan
artı değeri kaybetmek istememektedir…
Cumhuriyet dönemi şehirleşme açısından aslında başkentin
değişiminden başka anlam ifade etmiyor, çünkü Ankara planlanırken ne yazık ki
siyasi beklentiler ile planların uygulanmaması ile kendisini ortaya sermiştir.
Zenginler ve bürokratların oturduğu semtler planı yapılırken, onların
hizmetlerini yerine getirecek hizmet sektörünün kaynağı olan köyden kente doğru
göç alanları gecekondu olarak kendisini eski şehri kuşatarak oluşturmuştur. Onların
konaklama haklarını bile yok sayılmıştır, çadırda yaşayanlar hizmeti binada
yaşayanlara vermek ile yükümlüdür, her ne kadar kölelik kalkmış olsa da anlayış
olarak varlığını koruyacaktır bir süre daha… Köyden kente göç edenlerin ıslah
edilmesi öncelikle cezaevleri olmuş, cezaevleri gecekondu semtleri içinde
kalifiye eleman yetiştirme ve ayı zamanda devlete karşı gelenlerin nasıl
cezalandırıldıkları yer olarak gözdağı olarak öteki olarak kabul edilen
semtlerin içine konumlandırılmıştır.
Ulus devleti mantığı içinde homojen toplum yaratma
projesidir Ankara. Öteki olanların öğütüldüğü ve Türkleştirildiği yerdir
gecekondular, varoşlar. Devletin dili planlı yerlerde şatafatı yaşarken,
gecekondularda o şatafatın hizmet sektörü elemanın yaşam alanıdır. Dil
zorunludur, çünkü dili iyi kullanamayan sadece kas gücü ile o şatafatın içinde
yer alamayacaktır…
Ulus devleti ötekilerin üzerine her türlü baskıyı hoş görmüş
ve olması gereken olarak kabul etmiştir, güvenlik ancak polisiye ile
olmayacağını, eğitimin milli olması şarttır ve o şart her şekilde kendisini
yaşam içinde kanıtlayacaktır.
Şehirlerin belediye hizmeti de işte bu yağma, talan
kültürünün etkisi ile oluşmuştur, hizmet ulus devletin çıkarına uygun şekilde
gerçekleşirken, hizmet alması gereken büyük kesim çamur ve ulaşımdan yoksun
şekilde yaşamıştır. İlk dolmuş seferlerinin gecekondu semtlerinden merkeze
doğru hatlardan olması tesadüfi değildir. Siyasi iktidarda olan partilerin
liderleri (tek parti rejiminin sonlanması sonrası) oy için gecekonduları
gelişigüzel aflar ile meşrulaştırmış, devlet arazisi üzerinde olan gecekondu ve
düzensiz şehirleşme teşvik edilmiştir…
Ankara, İstanbul ve İzmir gibi şehirler siyasi iktidarların
oy potansiyeline uygun olarak yağma bir şehirleşmeye gitmiştir. Hizmet olarak
dolmuş seferlerin yasal hale getirilmesi, gecekondulara su, elektrik bağlanıp
arazi tapuların dağıtılması olarak algılanmış… Otobüs seferi konan uydurulan
semtler artık şehrin parçası olarak kabul edilmiş, oraya okul yapılmış, karakol
binaları okuldan önce açılmıştır.
Ulus devleti mantığı içinde belediyecilik anlayışı bu
koşullar altında oluşmuştur. Bugünden bakarsak AKP mantığına yakın ama ondan
farkı olarak kurallara uygun önce devletin çıkarı göz önüne alınarak hizmetler
planlanmış ve uygulanmıştır. (Beş yıllık kalkınma planları ve şehirlerin
durumu)
24 Ocak kararları sonrası yerel yönetimlerde işler ulus
devletin istediği gibi gitmemiş ve yeni bir anlayış ortaya çıkmıştır. “Belediye
başkanlarım, memurlarım işini bilir!” bakış açısı içinde yandaş sermayenin
oluşturulması ve elde edilen paranın paylaşımı söz konusudur. Bu elbette ulus
devleti ile bize özgü liberalizmin çatışmasını ortaya çıkarmıştır. Kısa zamanda
ulusal bakış içinde olanlarda muhalefet yapıyor gibi gözükerek liberalimiz
(bize özgü olanı) taklit etmeye ve kısa sürede mütahitler aracılığı ile
yasaların boşluğundan yararlanmayı öğrenecektir… Ankara öznelinde geçmişin en
büyük sol örgütlerin liderleri belediye başkanların danışmanlığı yapılarak
potansiyel sol muhalefet onlar eli ile başlamadan yok edilmiştir. (Toplum
direniş yapacak uçarı bu sayede henüz filizlenmeden ezilip rant uğruna suç
topluma yayılmıştır.) geçmişin gecekondu mahalleleri solun oy potansiyeli
olarak kabul edilirken, gecekondudan varoşlara yani apartmanlara dönüşürken
solun yerini dini cemaatler ve onların oy deposu olmaya dönüşmüştür. Bu
dönüşümün sonunda varoşlar şehri kuşatmış ve yönetimi almıştır.
Liberal ekonominin uygulandığı yıllarda solsuz belediyecilik
dönemi başlamıştır… Gerçi sol ulus devleti mantığı içinde hayata baktığında
bize özgü sol olmuş oluyor… Hizmetin halka ve yaşam kalitesini yükseltme yerine
var olan işgali meşru yapma girişiminden başka işlevi olmamıştır. Sol kültür
gecekondularda yerleşmeden bir darbe ile yerini varoşlara bırakması ve solun o
bölgelerden silinmesi ile sonlanacaktır, hala geçmişin sol oyları bugün dahi
bazı gecekondu semtlerden geliyor olması orada Alevilerin bu iktidar tarafından
öteki olarak tamamı ile devletten dışlanmasından başka bir şey değildir. AKP
iktidarı Alevi ve Kürtleri cephenin öteki tarafında düşman olarak gördüğü için
zaten uzun soluklu iktidarını koruyabilmiştir, çünkü kendi yandaşı içinde Alevi
ve “ayrılıkçı” Kürt öğelerini kullanarak kendi içinde saflarını sıkılaşmıştır…
Ülkemiz AKP ile yeni bir sürece girmiştir, politik
stratejisi cepheleşme üzerine kurmuştur.
Bizler ve onlar…
Bizlere yapılan kayırmalar hepsi geçmişten alacakların
tahsildir, onlar ise kaybetmeye mecburdur… Bu mantık içinde yeni belediyecilik
anlayışı ortaya çıkmıştır. Dik mimari ile mütahitler varoşlarda yer alan
gecekonduları apartmanlara döndürmüş, çöplük araziler üzerine bile siteler inşaat
yapmaktan çekinmemişlerdir.
Mimarlar odası artık işlevsizdir, şehre karşı suç işleniyor
ve belediyeler meclisleri eli ile sağı solu bir arada rantın peşindedir.
İşlenen suçlara bakarsanız kimlerin el kaldırdığını görürsünüz, çünkü
ideolojiler ölmüştür, yaşasın rant birliği!
Ülkemiz AKP döneminde daha keskin çizgiler ile
cepheleşmiştir ama hizmet açısından bakarsanız iç içe geçmiş bir ilişkiden de
söz edebiliriz. İstanbul öznelinden bakarsanız daha çıplak görürsünüz, CHP
seçmenin AKP korkusu ile iktidarda tuttuğu bir çok ilçe söz konusudur, seçilen
CHP başkanlarının şehre işledikleri suçlara bakarsanız AKP büyükşehir ile
ortaklaştığını görürsünüz. Şişli, Kadıköy, Beşiktaş… Elbette suçlar ortaya
serpilmez, çıkar birliği bir çok dosyanın saman altına iteklenmesi demektir ama
şehri bir dolaşmaya başlarsanız suçu gözleriniz ile görürsünüz, çünkü çuvala
sığmayan binalar göğe doğru çıkmıştır. Olmaz burada bu kadar büyük bina denilen
yere gökdelen dikilmiş ve o binalar içinde entelektüel “beyaz yakalı Türkler”
için sanat günleri bile yapılmaktadır…
Her seçimde bir birine benzeyen sonuç alan ilçeler/iller
oluşmuştur… İzmir AKP iktidarı ile birlikte CHP kalesi olmuştur, Kadıköy,
Şişli, Beşiktaş… Şimdi CHP kalesi varda AKP kalesi olmayan iller/ilçeler olmaz
mı? Elbette onlar içinde söz konusu, Bursa, Konya, Sultanbeyli…
O iller ve ilçelerde her iki parti kimi aday gösterse
seçiliyor… Adayın niteliği, yapacağı projeleri filan hiç önemi yoktur… Parti
başkanı kimi aday adamışsa seçilecektir, çünkü her iki tarafta “korkuyu” kendi
lehine kullanmaktadır… Geçmiş dönemlerin bir başbakanı sözü ile dersek “seçimlerde
aday olarak kütük koysak seçtiririm”…
Sürekli değişen belediye başkan isimleri mevcut ama
şehirlere yapılan hizmetlerde devamlılık söz konusu, peki eski belediye başkanı
neden alındığı, neden yerine yeni bir isim yazıldığını kimse sorgulamıyor bile,
seçim dönemi oluşturulan hava ve atmosfer ile o partinin adayı mutlaka
seçilecektir…
Peki, giden başkan yerine yeni gelen ne yapıyor, yaşam
alanlarına ve yaşam kalitesine yeni bir ekleme yapıyor mu? Sorusu ortada
duruyor…
Giden ve gelen başkanlara genelde hepsi belirli cadde ve
sahil şeridi düzenleme dışında şehre kattıkları fazla bir şey yok, bir de
gökdelen şeklinde çıkan residence bina diye sunulan akıllı olduğu söylenen bina
siteler… (istisna olan elbette yerleşim yerleri var ama çoğunluk söz konusu
olduğunda o küçük başarıların önemli olmadığını parti başkanlarının adaylık
listesine bakarak söyleyebiliriz) Site adı altında etrafı duvarlarla örülmüş
kurtarılmış alanların dışında yeni binalar ile çevre düzenlemesi yapılıyor güya
ama gecekondu mahallesine yapılan bu binalar çıplak olarak farkı ortaya
koymaktadır… O binalarda iş yapan ve yaşayanlar ile hemen yanı başlarında
asgari ücretle geçinmeye çalışan sakinlerin oluşturduğu yeni şehir modeli… Şehir
reklam panolarına bakın dünyanın en refah ülkesinde, turistlerin gözbebeği
yerlerde yaşadığımızı sanırsınız… her şey PR çalışması ve reklam üzerine
kurgulanmış yeni gerçekler yaratılmıştır. farkındalık, fark gibi kelimeler
şehir isimlerin önünde ya da sonunda bol bol görüyoruz.
Kalas mı, klas mı?
Yazıyı yazarken eski başbakanın ve parti başkanın sözü hep
aklımda bir yerde beni kemirmektedir, kalas mı aday seçtik, yoksa klas mı? Bu
ayrımı ancak söze değil yaptıklarına bakarak yanıt verebileceğimi
düşünüyorum. Seçilmiş belediye başkanlarının önünde iki
seçenek var; ya kendilerini kanıtlayacak klas olacaklar ya da var olan
anlayışına göre iş yapıp belediye araçlarının üzerinde resmi ve adı olan sonra
unutulamaya mahkum “kalas” olarak- belki birileri belediye başkanları tarihini
yazarken ismi çıkacak biri- anılacaklar…
Belediye başkanlarına bakıyorum, belediye ait şirketlerin
hangisinde yönetici olarak kendisini, arkadaşını atadığını bakarak o kişinin
kalas mı, klas mı olduğu konusunda ön fikir sahibi olabilirsiniz…
Belediye hizmetleri kar amaçla yapılmaz, şehirde
yaşayanların yaşam kalitesini yükselten, ulaşım, su, elektrik kullanımın bir
hak olduğunu kabul edip, en ucuz şekilde onlara nasıl ulaştıracağı yönünde
proje yapanlardır… Bugün AKP ve CHP belediyelerine bakın genelde hepsi kar
amaçlı işler yapıyor, doğalgaz, su, elektrik, ulaşım, sağlık gibi temel
hizmetler bile kar amaçlı şirket mantığı ile işletilmektedir… Ulaşım zamlarına
bir bakın neden çok pahalı, asgari ücretli düşünülerek mi yapmış fiyat
ayarlamaları diye kafanızda bir soru oluşturun ve yanıtını verin, sonra sosyal
belediyecilik kavramını düşünün. Ne yazık ki ülkemizde sosyal belediyecilik
yok, oluşması içinde çaba da göremiyorum…
Bugün yaşadıklarıma bakıyorum ha AKP ha CHP başkan olmuş,
hiçbir fark yok, tek fark kültürel faaliyetlerde ortaya çıkıyor, birinde A
sanatçısı yandaş çıkıyorsa, ötekin de B yandaş sanatçı pay alıyor demektir… Her
parti kendi yandaşını besliyor, büyütüyor, kaybeden halk oluyor elbette…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.