Galata Gazete


24 Ağustos 2024 Cumartesi

Ak saçlı ve boyalı saçlıların direnişi devam ediyor!

Ak saçlı ve boyalı saçlıların direnişi devam ediyor!

Tüm eylemlerde ak saçlı delikanlı, deli kızları görüyoruz...

Hepsi 78 kuşağının devrimcileri...

Hepsi hep direndi, direnmeyi yaşam biçimi olarak kabul ettiler. Hiç biri lider olma derdinde değil, var olan soruna çözüm arayışında, onlar devrimci 78'liler...

Onlar eylemlerde ön saflarda, hala bildiri dağıtıyor, hala slogan atıyor, hala yumruklarını havadan indirmiyorlar...

Onların yanında kimse yok, eskiden de yoktu, liderleri "aman bizi öldürtmek mi istiyorsunuz" diyerek her türlü baskıyı kabul ederken, onlar direndi... “Direnmeyen” liderlerin emri ile açlık grevlerine katıldılar, devrimci onur, devrimci anlayış olarak kabul ettiler liderlerini eleştirmeden hep desteklediler, hep endişeli, hep kuşku içlerinde taşımalarına rağmen liderdir dediler, değerdir dediler, sessizce onlara yol verdiler...

Onlar devrimci 78'liler...

Tüm eylemlerde hep öndeler... Çoğu dede oldu, nine oldu ama meydanları boş bırakamadılar...

İmkanları zorlayarak çocuklarını, torunlarını okuttular, yurt dışına kaçan yoldaşlarının yanına gönderdiler... Şimdi torunlar, çocuklar yurt dışında başka yaşam kurdular ama onlar bu ülkede kalıp eylemlere devam etti, edemeyenler ise rakı masasında devrim yapmaya devam ettiler...

Ülkemizin alnı ak, yüreği Karacaoğlan bir kuşağa sahip oldu, o kuşak acıların en büyüğünü, direnişin en onurlusunu yaptılar... Onlar Bedreddin oldular "yarın yanağından gayrı her yerde, hep beraber oldular..." kısaca devrimci oldular ve hala devrimci mücadeleye devam ediyorlar...

İyi ki varlar 78 kuşağı…

Ondan önceki kuşaklar doğanın yasası gereği camilerden imamların duası ile bir bir yolculadık, kalanları da sanırım camiden imamların duası ile yolculayacağız... Tüm din kurallarına, tüm düzen karşı olanlar son yolculuklarında tüm düzene, tüm yobazlığa, tüm dini inançlara uygun olarak teslim olup anılarını bırakıp gittiler...

Onlarda iyi ki bu dünyada yaşadılar, anıları kaldı, iyi kötü... Sadece anıları kalmışlara da saygı duymak gerek...

Madalyonun iki yüzü var, kahramanların da!

78 kuşağı içinde her türlü duruşu bulursunuz, mutlak itaat, mutlak itirazı da ama hepsinin günahları yanında kahramanlıkları da var...

Bizler hep kahramanlık hikayeleri okuduk, duyduk, peki yüz kızartan, yüzleşilemeyen bölümü...

Örgütü kutsallaştırdık, sorgulamadık!

Geçmişe ait bilgiler yayınlanırken birkaç örgütün ismi ve öldürdüklerinin isim listesini bulursunuz, sadece bir kaç örgüt mü, elbette değil, onlar cinayetler ile öne çıktı, peki çıkmayanlar... Örgütler üzerine öyle bir örtü örttük ki, kutsadık… Mekke’deki örtüden belki daha kutsal şekle getirdik ve üstlerini asla açmadan, onların resmi tarihine ve söylemlerine inandık… Hep devletin resmi tarihinden bahsedilir ama en ufak kurumun bile resmi tarihi vardır ve bizler uydurulmuş gereklik içinde yaşamaya mahkum edildik. Ya inanırsın ya da gidersin anlayışı hep oldu, resmi tarihi savun, itiraz edenleri düşman belle…

Sadece 80 sonrası mı, öncesi...

Devrimci devrimciyi öldürdü, faşistler ile çatışmayı bırakıp devrimciler birbirlerini kurtarılmış bölgelerinde silah sıktılar birbirine...

Neden?

Çoğu bu yaşanmış çatışmaların nedenini bilmez ama dergide yazılanlar doğru kabul edilir ve düşman gördüğüne bir isim tak ve kurşunu gönder, faşistlerden pek farkları yoktur. Ya aktır ya da kara, arası olamaz, arası olursa örgütler arası geçiş olur ki, kazanılmış üyeye kaybedilmez!

78 kuşağı çoğu şeyi bilmez, çünkü lider kadrosunda onlar yoktu! Olanlar ise kendisinden önceki kuşağın kötü karikatürü gibidir, yaşları ufak ama akılları hepsi önceki kuşağa emanet! Yaşanan olayların arka yüzünü bilmesi gerekenler (kuşaklar açısından bakıldığında) liderlik kadrosunda olan 68 kuşağı, belki öncesi...

Daha ileriye gidelim Stalin, Mao...

Tüm liderler tanrılaştırıldı, çünkü tanrı hata yapmaz, liderler de hatasızdır!

Sorgulanmaz, vardır her zaman bir bildikleri, eylem kararı almışsa sorgula yap, sonra sorgularsın ama sonrası hiç olmadı...

Örnek aldıklarımız, taklit ettiklerimiz bize hep ideal olandan bahseder ama bir de karanlık yüzü vardır, o karanlık yüz bizi yok etti, sakat bıraktı, travmalar içinde yaşamamıza neden oldular... Direnmeyi seçmiş olana direnme teslim ol diyenlerde onlar, teslim olana ise neden teslim oldun diyerek ölüm fermanı da verenler onlar...

İyi direnmeden poliste diyerek çözülmüş olana çözmüşler! ...

Tarih bir bütündür ama biz tek bir parçasını gördük ve algıladık…

Kısaca karanlık yüzümüz de var ak yüzümüz de ama tarih bir bütündür değil mi? Değil, biz tarihin hep kahramanlık bölümünü kabul edip, diğerini konuşmaz yapıyoruz...

Yaşandı mı, yaşandı, ret edildi mi, edilmedi... Peki, ders çıkarıldı mı, çıkarılmadı...

Yakın tarihimizde devrimciyi öldürmek sadece devletin görevi değil, sanki solunda görevi olmuş...

O şiddet sarmalından yara alanlar bir kenara itilmiş, aforoz edilmiş devrimcilerin bir bölümü çevre hareketi içinde direnmeye devam ediyor...

Lider olmuş 78 kuşağından bireylerde kendisinden öncekilerini taklit etti, onlar kadar acımasız, onlar kadar öngörüsüz, onlar kadar kibirli oldular... Eğer onların yaptıklarından ders çıkarsalardı sol bugünkü halinde olmazdı...

İsmail Cem Özkan

16 Ağustos 2024 Cuma

Harun düştü usuma...

Harun düştü usuma...

 

Yıllar yıllar öncesiydi... İlk karikatür sergimi açmak için Side’yi seçmiştim. Side bereket tanrısının elinde tuttuğu nardır... Yani berekettir... İlk adımı Side’de atacaktım… Oranın müze müdürü aracılığı ile sergi açmak için elimde karikatürlerim, diğer elimde yarın dergisi arka kapağında Harun Karadeniz...

O dönemde tek çıkan sol gençlik dergisi Yarın...

Dayanışma kaçınılmazdır, gittim dergiden bir koli dergi aldım ve çıktım yola... Sergiyi açtım, yarın dergisini de satıyorum... Karikatürümü yabancılar alıyor, çok ucuz onlar için, ticareti bilmiyorum ben üretendim, satan değil…

Hala da üretiyorum hala da satışı öğrenemedim...

Harun Karadeniz derginin arka kapağında ve jandarma sergiyi bastı... Karikatürler ortalığa saçtılar, dergiler elden ele, ee daha 12 Eylül rüzgarı hala sert esiyor… Neyse apar topar toparladım ve kaçtım sergi yerinden, çünkü bir de jandarma, dal falan işleri ile uğraşmamak gerek...

Dergileri kurtardım diye anımsıyorum ama soluğu Ankara’da aldım... Soruşturma açılması kaçınılmazdı diye düşünüyorum ama Harun Karadeniz benim 12 Eylül sonrası ilk korsan eylemim oldu, çünkü dergileri orada satışa sunduğumu müze müdür bilmiyordu...

Yıllar sonra evim ve yolum onun mezarının olduğu Karacaahmet Mezarlığının yanına düştü... Her geçişte onun oradan mezarlığına uğrar yaban otları temizlerdim. Yolun kenarında duvar ile sırt sırta, Allahtan yol açacağız diye onun mezarının üzerinden yol geçirmemişlerdi.

Yaşamı tam sınırdan kurtaramadı ama mezarı tam sınırdan kurtarmış...

Yıllarca her geçişimde saygılarımı oradan sundum...

Sonra ne mi oldu, Çetin Uygur ile tanıştım. Çetin Uygur onun yoldaşı... Çetin abiye hep sordum ama o hep anlatmaktan kaçındı, yazdık be dedi, anlatacak bir şey yok…

Şimdi Çetin abi de hiç bir şey anlatamaz, o da hafızasını kaybetti...

Yaşamdan, insanların arasından çekildi nefes alırken girdi bir odaya, yalnızlığını yaşıyor... Sorarım dostlara ara ara Kartal’a gittiğimde... Arayan soran var mıdır diye, çekilmiştir artık yoktur, tarihe kaldı hepsi…

Harun Karadeniz benim örnek aldığım güzel insanlardandır...

12 Eylül öncesi parçalı gençlik, her parçanın kahramanları vardı… Benim kahramanım Mahir Çayan’dı... Sonra Deniz oldu, sonra öğrendikçe hepsi olmaya başladı, sonra evimize gidip gelenler, sonra aramızdan ayrılanlar, sonra duvar yazılarında isimlerini geçirdiğimiz ama hep isminin arkasından ölümsüzdür, mücadelemizde yaşıyor dediklerimiz...

Sonra mücadele ortadan kalktı, onlarda tıpkı çetin abi gibi bir odaya kapatıldı, hayattan kopardılar ve o odaya gidip gelenlere sorar olduk, Mamak türküleri, samsun asfaltı, kömür deposu derken zaman akıp geçti, o odadan çıkıp gelenler oldu…

Alime Mitap için sergi yaptık karanfillerin boynunu koparıp sergi defterinin yanına koymuştum... Sembolikti...

Odaya kapananlardan yaşama dönenler oldu ama artık hiçbir eskisi gibi kahramanım değildi, mücadele mi sonlanmıştı yoksa hepten mi değişmişti?

Harun Karadeniz, Çetin Uygur... İki kahramanım yıllar sonra bir yazıda birleşti...

Harun'u anan paylaşımlar gördüm sosyal medyada, küçük bir grup bayrağını almış mezarına gitmiş... Küçük de olsa umudum hala filiz olarak durur, neden filizler ağaç olamaz???

 

İsmail Cem Özkan

14 Ağustos 2024 Çarşamba

Tarihin dipnotlarından güncele bir katkı..

Tarihin dipnotlarından güncele bir katkı..

 

Eskiden Katolik dünyasının iki merkezi vardı, roma tek değildi, bugünkü Fransa sınırları içinde yer alan Avignon. Katolikler birlik adına birçok girişimde bulunsa da bir türlü birlik sağlanamıyordu... Bu arada kutsal kitap konusunda da tartışmalar oluşmaya başlamıştır.. Giordano Bruno, "tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar." dediği için yakılarak idam edilecektir... Ondan bir yüzyıl sonra ise alman martin Luther Katolik kilisesine köklü bir eleştiri getirecek ve ona Jean Calvin destek verecektir. Fransa'da tutunamayan Jean Calvin İsviçre’ye kaçacak ve orada görüşlerini yazmaya ve ulaştırmaya devam edecektir... Protestan kilisesinin doğması katliamları da beraberinde getirdi. Fransa'da Jean Calvin taraftarı olarak 10 bin insan öldürülmüştür. Kısa sürede köylü savaşları diye adlandırılan 30 yıl savaşları başlayacaktır. Milyonlarca insan bir birini boğazlar... Sonuç alınamaz, her iki tarafta mutlak üstünlük sağlayamaz ve Osnabrück ve Münster'de taraflar bir araya gelir ve ilk laik devletin temeli atılır, devlet din işleri ile uğraşmayacak ve insanların inancına karışmayacaktır... Karıştığında ne olduğu ortadadır, milyonlarca insan ölmüştür... Westphalia anlaşması ulus devlete giden yolunu açacaktır... Bugün ki Avrupa Birliği görüşünün de temelidir... Konumuza dönelim efendim, Katolikler birlik, birlik derken parçalanmıştır. Ortodokslar Moskova ve Kostantiye merkezi olarak kendilerini Roma’dan zaten ayrı tutmuşlar, takvimleri de farklıdır... Birlik söylemleri hep ayrılıkları körüklemiştir...

Birileri ne zaman birlik derse hemen ayrılık arkasından geldiğini yakın tarihimizde gördüm, o yüzden ben tüm birlik girişimlerine karşıyım!...

Gücünüz yetiyorsa eylemlerinizi ortaya koyarsınız, o eylemler sokakta birliği ortaya çıkarır, yoksa tartışmalar ile., program arayışları ile zaman hızlı tükeniyor ve 12 Eylül sonrası oluşmuş olan tüm inisiyatifler hepsi tarihin çöplüğünde kimse dönüp bile bakmıyor...

AKP gidici, bu gidiciliğini sağlayan ne yazık ki muhalefet değil, keşke muhalefetin eylemleri, inatçı direnişi, kitlesi ile olsaydı, olmuyor...

1 Mayıs İstanbul eylemlerinde iki bayrak sopası sallayarak barajın açılmadığını gördük, neden 15 -16 Haziran tarihi hiç göz önüne alınmaz, çünkü o zamanki liderlik anlayışı bugün yok, iş zora gelince hemen kıvır ve kaç taktiği... Yıllardır Taksim Meydanı çağrısı olur, iktidar izin verince meydana çıkılıyor, izin vermediği an uzaktan bir iki çıkma girişimi oluyor ya da otelde oda kiralayıp bir grup insanı çıkarıp dava konusu ediyor, sonrası, sonrası yok...

Çünkü devamlılık inatçılık yok...

Ülkemizin en uzun inatçı eylemi Haydarpaşa Gar eylemidir, bir avuç insanın inadı var orada, sahip çıkmaya gelince o bir avuç insan yok sayılıyor, büyük büyük isimler sıralanıyor... Ortada hiç biri yok...

Kısaca birlik arayışları yerine, gücü yeten sokağa çıkacaktır, Karacabey’de köylüler yola çıkıp trafiğe kapattı, önceden planlı, programlı, düzenli bir eylem değil ama neden bu eylemler ülke sathında inatçı bir lojistiği engelleyen eylem olmasın? Bunu yapacak güçtür değişimi yapacak olan, süslü laflar değil...

Bu arada son Saraçhane’deki 1 Mayıs günü yaşananları çağrıcı olanların hiçbiri yaşanmış olan hayal kırıklığının ne hesabını verdi ne de istifa ettiler... O olay başlı başına yüz kızartıcı ve yüz karası bir duruştu, ya sözün arkasında sonuna kadar duracaksın ya da hiç çağrı yapmayacaksın, gidip Maltepe dolgu alanında kuzu kuzu bayrak sallayarak kutlayacaksın...

Ben yaptım oldu anlayışı olduğu sürece ülkede hiç bir şey olmayacağını düşünüyorum...

Solcuların en büyük sorunu hep kendilerini haklı, doğru karşısındakinin haklı olabileceğini düşünememesidir... Ortak hareket edemiyor, güçlü olan kendisini dayatıyor ve istediği gibi olmadığı an hemen o isteğe uymayanı dışlıyor…

Tek maddi sorunu örgütler yaşar gibi algı yaşatıp örgüt ile dayanışma, bireylerin sorunlarına uzak durma durumu söz konusu... Bireyler artık yol ücretini, simit ve çay parasını düşünür hale geldi… O ekonomiyi düşünen birinin çağrılan herhangi bir eyleme gelme şansı ne kadardır?  Kendi insanına sahip çıkamayanların ülke sathında ülke sorunlarına sahip çıkabilir mi? Toplumun en küçük birimi ailedir ve eylemlerde gördüğünüz aile reisi (yasal olan) orada, diğerleri evinde ya da tablet başında video seyrediyor... Burada bile anlayış birliği yok, ailesini örgütleyemeyen birinin işçi sınıfının önünden gitme hakkına sahip olabilir mi? Burjuva siyaseti bile meydanlarda eşini alıp sahneye çıkıyor, Erdoğan öyle, İmamoğlu öğle, peki solcular ne yapıyor, tek tabanca! Hiç gördünüz mü TİP başkanını eşi ile birlikte poz verdiğini? Popüler siyaset yapıyor ya, o yüzden TİP dedim, diğerleri de aynı... Eş başkanlar var, başkanlar kurulu var ama hepsi eşsiz meydanlarda konuşmacı, konuşmacı olmadığı eylemlere zaten gitmiyor...

Sözü çok dolandırdım sanırım, ben birlik sözünü duyduğum an ayrılıkların olduğunu, ayrılıkları örgütlediğini düşünüyorum...

 

İsmail Cem Özkan

 

5 Ağustos 2024 Pazartesi

Arap imajı, gerçekliğin üzerini örtmektedir…

Arap imajı, gerçekliğin üzerini örtmektedir…

 

Yaşadığımız çağda 25 Arap devleti var, 25'ide birbirine benzer şekildedir. İnsanlığa kazandırdıkları dinleri hariç hiçbir şeyleri yoktur. İslam dinini sahiplenirler ve tüm geleneklerini İslam dini gibi gösterip, onlara kutsallık katarlar. İslam dininde olmayan birçok uygulama İslam devletleri tarafından sorgulanmadan uygulanmaya devam etmektedir.

25 Arap devletinin bayraklarının renkleri de ortaktır. Siyah, yeşil, kırmızı ve beyaz ve bunların türevleri ile oluşturulmuştur...

Hepsi şeriat ile yönetilir ve kelle, el kesmek, recm uygulamaları ile dünya gündemine gelmekteler... Bir de zengin Arap fakir Arap devletlerini köle gibi görüp, uygun gördüklerinde bombaları üzerlerine atmaktadır. Yemen, Suudi devleti arasında çatışma büyük biraderin küçüğünü hizaya getirmesi şeklinde devam etmekte, Amerikan silahları ve füzeleri karşılıklı olarak birbirinin toprağına göndermek dışında halkı için hiçbir şey yapmamaktadırlar...

Petrol, gaz zengini olan bu ülkelerde laiklik yoktur, kadın hakkı erkeklerin izin verdiği kadardır, daha ileri bir kadın hareketi asla bu ülkelerde söz konusu olamaz... Şatafatlı yaşamın yanında en fakir yaşamda iç içe geçmiş, aileler Arap dünyasına yön vermekte ve doğumdan gelen güçlerini kullanmaya devam etmektedir...

El- Kaide örgütünün öldürülen lideri bile bir Suudi ailesi üyesidir, iktidar kavgasının içindedir...

Tüm soylu ailelerin çocukları Amerika’da ve Avrupa’da eğitim görmüş olmalarına rağmen, ülkelerinde bilim için herhangi bir yatırım yapmamaktalar... Sadece onlar için bilim küçük silahlar üretmek, satın almak ve petrol çıkarımında kullanılan teknolojidir...

Arap denilince akla göbek dansı gelmektedir, çünkü Arap “omurgasızdır, kıvırmayı çok iyi bilir” imajını desteklemek için “göbek dansı” ile birlikte bu önyargı beslenir...

Parası kadar çağdaş dünya içinde gözükmekte, parası bitince görünmez olurlar, Kuveyt böyle bir ülkedir... Zengin Kuveyt olduğunda dünyanın her yerinde Kuveyt şeyhleri gözükürken, şimdi görünmez olmuşlardır...

Arap devletleri ve Yahudi milleti çatışması ile gündeme gelmişlerdir ve bu iki milletin çatmasından “üçüncü dünya savaşı” çıkacağı vurgulanır ama şimdiki zamanda İsrail devleti ile hiç bir Arap devleti çatışmıyor... Yanlış imaj verilmektedir... İran, Arap devleti değildir ve İranlı diye bir halk yoktur... İran devleti gereğinden fazla gücü abartılmış ve teknoloji üreten İsrail ile çatışarak İran devletini parçalanmasından oluşacak bir uluslar devletçikleri kurulması planlanabilir ama İran’ın ulus devletlerine parçalanması demek Asya içlerine kadar yayılacak yeni devletçiklerin oluşmasını tetikler… Afganistan, Pakistan, Hindistan, Malezya, Endonezya gibi ülkeler ulus devleti değil bir üst kimlik yaratılarak oluşturulmuş devletlerdir... Bir parçalanma bu ülkelerde yaşanmakta olan iç çatışmaların şiddetlenmesi ve yeni devletçiklerin oluşması anlamına gelir. Arap Baharının Asya Baharına dönüşmesi söz konusu olma ihtimali vardır ve bu bahar soykırım, katliamları da beraberinde getirecek kadar şiddetli çatışmalara zemin hazırlar...

Sonuç olarak, Araplar insanlığa kazandırmış olduğu kutsal bir kitap haricinde ki, o kitap referans alınarak cihat, katliam, işgal, yağmalar, savaş ganimeti, İslam dininden olmayan kadınların cariye, erkeklerin köle yapılması meşrulaştırılmış ve bu geleneksel kültürün hala canlı kalmasını sağlamaktan öteye bir anlam taşımıyor. İslam dini ne yazık ki barış dini olarak değil, savaş dini olarak varlığını devam ettirmektedir...

Bugün ülkemiz sıradan bir Arap devleti konumuna getirildi ve güya Arapların abisi rolü oynamaya çalışmaktadır. Sıradan bir Arap devleti gibi olunca özgül ağırlığı da bir Arap devleti kadar olmuştur, görünmez olmuştur. Fakiri açlık sınırı altında yaşamaya tutunmaya çalışırken, parası olan azınlık bir Arap şeyhi gibi yaşamakta, tüm Arap geleneklerini benimsemiş durumdadır... Sonuç olarak elbette ülkemiz bir Arap devletli olmadığını bizzat Araplar bize anımsatacaktır, çünkü biz Arap birliği üyesi olma ihtimalimiz yoktur... Araplar kendi içlerinde işleyişine kendileri karar verir ve bayraklarında taşıdıkları siyah renk Osmanlı egemenliği altında yaşadıkları kötü günleri temsil etmektedir, kısaca onlara göre zalim efendi Türk’ü hiç bir zaman unutmayacaklardır...

 

İsmail Cem Özkan