Kemikler taşınırken…
Türkiye'de insan kemiği sorunu var gibime geliyor ama kökü
nereden kaynaklandığını bilmiyorum... Bu konuda yapılmış bir araştırma var mı,
onu da bilmiyorum. Son günlerde hatta yıllarda taşınan insan kemikleri ile ilgili
birçok haber duydunuz ya da okudunuz. En son haberi sanırım Suriye içinde
yapılan “başarılı” operasyon sonrası el değiştiren topraklar üzerinde olandır.
Suriye üzerine Arap Baharı esince, bizdeki siyasiler Emevi
Camiinde öğle namazı kılmak hevesi ile birden Suriye iç işimiz oluverdi. Emevi
Camii konusu gelince onun hakkında kısa bilgi vermek gereklidir, çünkü seçilen
caminin tarihsel bir geçmişi ve anlamı vardır.
Emevi Camii, bir kilise olarak inşa edilmiş, sonra İslam'ın
eline geçince önce kilise-cami olarak ortak, daha sonra sadece cami olarak
kullanılmıştır. Cami içinde birçok şeyi de saklamaktadır. Örneğin; bugün hala
korunan Vaftizci Yahya'nın kafatası ve I. Yezid tarafından Müslümanlara
gösterilmek üzere saklanan Muhammed'in torunu Hüseyin'in kafası yer almaktadır.
Caminin kuzey duvarına eklenmiş küçük bir bahçede Selahaddin Eyyubi'nin türbesi
bulunmaktadır.
Suriye'de Arap Baharı ile ortaya çıkan kargaşa, IŞİD'in
hızlı ilerleyişi, tarihin görmüş olduğu en popüler, en medyatik kan deryasına
döndürülen çöl fırtınasına kanın karıştığı bir süreci yaşadık. Ülkemiz içinde
canlı bombalar ile gündemin değiştiği, ekonomik sorunların ertelendiği ama can
güvenliğinin birincil madde yapıldığı yıllar içinde birden Suriye içinde bir
türbenin olduğu toprak parçası gündeme girdi.
Süleyman Şah Türbesi
Süleyman Şah Türbesi ile Süleyman Şah Saygı Karakolu ve
bulunduğu alan Suriye'nin Halep ilinin Eşme köyü sınırları içerisinde bulunan,
Türkiye'nin kendi sınırları dışında sahip olduğu eksklav statüsündeki tek
toprak parçası bilgisini öğrenmiş olduk.
O topraklarda yer alan bir türbe ve o türbeyi bekleyen Türk
askeri... Yaşanan iç savaş sonrasında orada bulunan askerlerin can güvenliği
sorunu ortaya çıktı ve alınan bir karar ile o türbe taşınmadı ama içinde
bulunan kemikler taşındı. Suriye'de yaşanan iç savaş ve ülkenin toprakları
işgali ile bir durağan sürecine girdikten sonra durağan bir su birikintisi
izlenimi verdiği anda, suyun altında durağan olmadığı ve birden patlayan
fırtına gibi yeni bir sürece evrildi. Kısa sürede o güne kadar gücünü koruyan
iktidar bir kağıt parçasının yanması gibi kısa sürede iktidarını devretti;
devrederken ülkenin her yerine de yanmış kağıt parçalarını bırakarak değişim
gerçekleşti.
Geçmişten gelen sorunlar yumağı çözüme kavuşur gibi sunulurken,
elbette taşınan Süleyman Şah Türbesi yeniden gündeme gelmemesi düşünülemezdi,
çünkü iktidarın beklediği değişim olmuş ve bir anlamda Suriye'de gerçekleşen
değişimi iç kamuoyuna türbenin yeniden eski yerine getirilmesi ile
desteklediğini gösterecek bir sembol olarak gündeme geldi. “Giden gitmiştir,
gelen ise bizdendir” demenin başka bir anlamda ifadesidir.
Süleyman Şah Türbesi’nden alınan eşyalar ile birlikte büyük
olasılıkla kemikler de eski yerine yeniden bırakılacak...
Aynı devlet, ülke içinde idam ettiği bir devrimcinin
kemiğini ailesinden saklamaya devam ediyor; hala bulunamadı ya da verilmedi.
Derelerde yer alan insan kemikleri kime ve ne zamandan beri orada belli olmayan
bir sorun yumağı bulunmaktadır. Devlet kemikler konusunda sessizliğini korurken,
orada yakını olduklarını söyleyenler o derelere gidip gözyaşı dökmeye,
acılarını ifade etmeye devam ediyor...
Devletin derelerinde ne kadar insan kemiği bulunmaktadır?
Cumartesi Annelerinin çocuklarının önemli bir bölümü hala
kayıp, yoklar; yaşamadıkları ifade ediliyor ama onların bir mezarı bile yok.
Sembolik olarak açılmış mezarlıklar var ama içinde kemik yok...
Çocuğunun yolunu gözleyen ana öldü, onun mezarı oldu ama
çocuğunun mezarı hala yok; onun kemikleri nerede sorusu hep var olmaya devam
ediyor...
Kızıldere katliamında ölenlerin cesetler taşınırken birinin
soğumuş vücudu mezarlıklar arası taşırken yok edilmiş, şimdi ailesi ve
yakınları soruyor, nerede?
Şeyh Bedreddin'i idam eden devlet, mübadelede antlaşması
sonrasında kemiklerini ülkemize getirip, Abdülhamid'in türbesinin duvarının
dibine gömdü.
Bir zamanlar zengin ailelerin fertlerinin kemikleri
çalınıyor, aileden fidye istiyorlardı; şimdi o aileler özel mezarlıkları var,
başlarında sürekli bekleyen özel güvenlik...
Kemikler fidye için bir araca dahi dönüştürüldü bu ülkede...
Bu ülke derken aklıma Şarlo olarak bildiğimiz Charlie
Chaplin geldi; onun kemiklerini de Neo-Naziler çalmıştı... Naziler,
kendilerinden olmayanların mezarlarına saldırıyor, gamalı haç çizmeye devam
ediyor...
Neo Naziler derken, ülkemiz tarihi içinde de Mimar Sinan’ın
kafasını inceleyenler, o kafatasının Türk olmadığı anlaşılınca yok edildiği
konusunda bir zamanlar haberler (5 Ağustos 1935) vardı, yüzlerce yıl mezarında
yatan bir mimarın başı gövdesinden yıllar sonra ayrılmış… Tıp eğitimi için
iskelet ticareti yapanları bu konuya hiç karıştırmıyorum.
Devlet, kemiklere nasıl bir anlam yüklüyor, neden bazı
kemiklere sahip çıkıyor, neden bazılarını yok sayıyor, neden bazılarını toprağa
karıştırıp yok ediyor?
İnsan kemiği deyip geçmeyin, çünkü kemikler tarihin,
yaşanmışlıkların ve ölüm anının izini taşır... Kemikler ile oluşturulmuş bir
tarihimiz var; bir bölümü kayıp, bir bölümü itina ile saklanıyor, yok olmasın
diye ara ara potansiyel olarak gelecek olan saldırıya karşı yeri değiştiriliyor...
Kemikler taşınırken elbette bir tarihi kökün varlığının
somut ilanıdır. Kemikler bir anlamda tarihtir, var olduğunun ilandır. “Vardım,
varım, var olacağım” demenin başka bir şekilde söylemidir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.