Uluslar Bayramsız Olmaz
Her ulusun bir ya da daha fazla ulusal bayramı vardır; zira
ulus olmanın temel koşullarından biri, ortak bir toplumsal ve ekonomik hedef
etrafında birleşmektir. Bu birlik, genellikle sermaye birikimi sürecini
destekleyen bir sosyal yapının oluşmasını gerektirir. Toplum, bu süreçte
ekonomik güce sahip olan kesimlere emek ve maddi kaynak sağlayarak onları
güçlendirir; böylece sosyal yapıda zengin daha zengin olurken, yoksulun mevcut
durumu korunur. Dolayısıyla, uluslaşma süreci içinde bir sermaye sınıfının ortaya
çıkması kaçınılmazdır. Kısaca, ulus olmak için öncelikle bir sermaye grubu
yaratmak gerekir. Sermayesi olmayan bir ulusun ilk adımı ise Ankara'da açılan
ilk meclisle atılmıştır.
Tarihçiler, ulus-devlet olmayı amaçlayan meclisin Ankara’da
23 Nisan günü açıldığını yazar. Ancak aslında bu, bir açılıştan çok, son
Osmanlı Meclisi'nin –İstanbul’daki meclisin– Ankara’da bulunan İttihat ve
Terakki Partisi’nin binasında toplanmasıdır. Tarih yazıcıları bunu bilinçli
olarak göz ardı eder ve böylece ulus-devletin yeni ruhu, yeni bir tarih
yazımıyla başlatılır.
Fakat ulus olmanın en önemli koşullarından biri zaferdir.
Zaferi olmayan ulus olur mu? Bu nedenle Çanakkale destanının Ankara’daki meclis
ruhuna taşınması gerekir. Çünkü o dönemde herhangi bir yeni zafer yoktur;
aksine, yenilgiler, kayıplar ve dağılmanın her türlü emaresi görünmektedir.
Mevcut olanla idare edilmesi zorunludur. Bina açılışı dahi bir ulusun bayramı
olabilir başlangıçta; çünkü her adım önemsenmek zorundadır.
Son meclisin Ankara’da açılması ve İstanbul’dan Ankara’ya
yönetici kadroların taşınması, yeni devletin kurumsallaşma sürecini
hızlandırmıştır. Meclisin açılması doğrudan devletin kurulduğu anlamına gelmez;
fakat bu, önemli bir adımdır. Devlet, ancak başka devletler tarafından
tanındığında resmiyet kazanır. Tanınmadığı sürece "Ben devletim"
demenin bir anlamı yoktur.
Tanınma süreci, İstanbul Hükümeti’nin resmen ortadan
kaldırılması anlamına gelir. Artık bir koltukta iki karpuz taşınmasına izin
verilmeyecektir. Ankara merkezli bir devlet, Balkanlar’da ve Avrupa’da oluşan
“Türk sorununun” çözümünün anahtarıdır.
Aslında Ankara’da kurulan devlet, Balkanlar’da oluşmuş olan
devletin Anadolu’ya taşınmasıdır. Balkanlar’daki modernleşme sürecinden gelen
birikim, teknoloji ve idari alışkanlıklar Anadolu’ya aktarılmış; böylece
Anadolu’da unutulmuş bir coğrafya yeniden inşa edilmeye başlanmıştır.
Anadolu’ya taşınan halkın (Balkan göçmenleri) gelişi öyle
plansız ve rastgele değildir. Balkanlar'da başlayan uluslaşma süreci, Rusya ve
İngiltere’nin iş birliğiyle çok iyi yönetilmiştir. Ulus fikri olmayan halklara
bile bu fikir din aracılığıyla işlenmiş, birçok ulus bu şekilde yaratılmıştır.
Balkanlarda uluslaşma, öncelikle dinin yeniden örgütlenmesi ve bu örgütlenmeye
göre ideolojilerin geliştirilmesiyle başlamıştır.
Türkler Balkanlar’da bir sorun olarak tanımlanmış; bu tanım
başlangıçta ırk değil, din temellidir. Daha sonra bu din birliği içinde de
parçalanmalar yaşanmış, Boşnaklar ve Arnavutlar bu birlikten ayrılmıştır. Sonuç
olarak, Türkler din kisvesi altında hedef hâline getirilmiştir. Bu dindaşların
(Türklerin) planlı bir şekilde uzaklaştırılması için çatışmalar örgütlenmiş;
savaşlar, katliamlar, hatta soykırımlar yaşanmıştır.
Balkan devleti olan Osmanlı, Anadolu topraklarına
taşınmıştır. Böylece, Osmanlı temelinde ama farklı dinlerde yeni devletlerin
Balkanlar’da oluşması için zemin hazırlanmış; devletler uluslaştırılmış, ırk
temelli ayrışmalarla yapılandırılmıştır. İlk uyanan ve ulus-devleti olan
Yunanlar ile Bulgarlar arasında toprak kavgası yaşanmış, Makedonya bu
mücadelede parçalanmıştır.
Balkan savaşları ve göçleri sırasında muhacirlerin
Anadolu'nun iç bölgelerine yayılması tesadüf değildir. Bu süreç, Osmanlı
devletinin kurulduğu toprakların doğuya doğru yayılmasıdır. Ege ve Marmara
bölgelerine gelen göçmenlerin İç Anadolu’ya yayılması, ilk meclisin kuruluşu ve
Yunan işgaline karşı verilen mücadelenin temelidir.
Yunan işgali, İngilizlerin Yunan Krallığı içindeki Selanik
merkezli bir darbe sonucunda başlatılmıştır. Ancak tarihimiz bunu göz ardı
eder. Krallık, sanki büyük Yunanistan hayaliyle Anadolu’ya geçmiş gibi
anlatılır. Oysa işgale karşı Yunan halkı içinde de ciddi bir tepki vardır.
Çünkü nüfus yapısıyla “Küçük Asya”ya çıkmanın sonunun hüsran olacağı bellidir.
İngiliz darbesiyle iktidara gelen ekip, İngiliz çıkarlarına
uygun olarak İzmir’e asker çıkarır. Bu işgal, Anadolu’ya yerleşmiş Balkan
göçmenleri arasında büyük bir tepki doğurur. Direniş, yerli halktan çok,
Balkanlardan göç edenler arasında başlar. İzmir işgalinden bir gün önce
İstanbul’dan hareket eden vapur da İngiliz denetimi ve bilgisi dâhilinde yola
çıkmıştır.
Ulus yaratma konusunda tecrübesi olan İngiliz beyin takımı,
Anadolu’da bir ulus-devlet kurarak ileride oluşabilecek “Türk Sorunu”nu ortadan
kaldırmış; Balkanlar’da işlenen cinayetlerin ve katliamların üzerini, kurulan
bu devletle örtmüştür. Balkanlar’da yapılan katliamların hesabı hiçbir zaman
sorulamamış; Anadolu’ya taşınan Türklerin içinde bu acılar hâlâ kanamaya devam
etmiştir.
Yunan işgalini ortadan kaldıran şey emperyalizme karşı
verilen bir muharebe değil, Mudanya Mütarekesi’nde İngiliz, Fransız, İtalyan
temsilciler ile Ankara hükümeti arasındaki anlaşmadır. Bu anlaşmayla Osmanlı
Devleti hukuken tarihe karışmıştır. Bu anlaşma sürecinde Yunan temsilcisi
salona dahi alınmamıştır. Kısaca, devlet emperyalist devletlerin onayıyla
Anadolu topraklarında resmen kurulmuştur.
Birinci Meclis'in açılışının ulus-devlet anlayışı içinde
kutlanması, uluslaşma süreci için önemlidir. Bu süreci içselleştirenlerin
ertesi gün Ermeni "tehciri"ni anması ise çelişkiden başka bir şey
değildir. Ancak bu ülkede her şey zıtların birliği üzerine kurulmuş gibidir;
solcu, faşisti savunur konuma gelmiş bir zamandan geçiyoruz.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.