Galata Gazete


2 Temmuz 2025 Çarşamba

Görünmezlikten Görünürlüğe…

Görünmezlikten Görünürlüğe…

Cumhuriyet kurulurken birlikte yola çıkanların birlikteliği, iktidarı elinde bulunduranların ulus-devlet mantığı içerisinde "öteki" olanları yok saymasıyla son buldu. Farklı kimlikler, yeni ve homojen bir devlet yapısı içinde eritilmeye çalışıldı. Erimeyenler içinse zorlayıcı yasal düzenlemeler getirildi; böylece yeni ulus-devletin hukuk düzeni tesis edildi.

Yok sayılanlar aslında hep vardılar; sadece görünmez kılınmışlardı. Ancak liberalizmin ekonomik olarak iktidar alanına yerleşmesiyle ve küreselleşmenin ulus-devlet kurumlarını zorlaması sonucu görünmeyenler görünür olmaya başladı. Bu yeni süreçte devlet, artık homojen bir yapıdan ziyade çok kültürlü bir yapıya yönelme ihtiyacı hissetti. Bu adım, ilk olarak "Kürt realitesinin" tanınmasıyla atıldı. Oysa bu realite zaten mevcuttu; sadece devletin hukuk düzeni içinde yer almıyordu. Kürtler ve Aleviler sonradan ortaya çıkmadılar; görünür hale geldiklerinde, sorunları da masaya yatırılmaya başlandı.

Kürt açılımı, ilk denemesinde başarısız oldu. Sürecin görünmeyen yüzü, Arap Baharı sonucu ortaya çıkan değişimlerle birlikte daha net görülmeye başlandı: Yüzeyde sakin, fakat derinlerde fırtınalı bir dönem yaşanıyordu. Bugün geldiğimiz noktada, bu açılım süreçlerinin niteliği, yönü ve gerçek amacı üzerine yeniden düşünmek gerekiyor.

“Kürt Yeterli Değil, Yanına Alevi Açılımı Ekleyelim!”

Artık yalnızca Kürt açılımı değil, bir de Alevi açılımından söz ediliyor. Söylentilere göre, 16 Ağustos’ta —eğer hazırlıklar tamamlanırsa— Hacıbektaş’ta, büyük olasılıkla Devlet Bahçeli'nin katılımıyla bir Cemevi açılışı yapılacak. Bu törenin, Alevi açılımının kamuoyuna ilanı işlevi göreceği belirtiliyor. Bu yalnızca sembolik bir ziyaret değil; arka planda daha kapsamlı bir stratejinin izleri var.

Kimin Açılımı, Kimin Onayı?

Bu süreçte en fazla sorgulanması gereken soru şu: Bu açılımlar gerçekten Kürtlerin ve Alevilerin taleplerini mi karşılıyor, yoksa onları yalnızca birer “seçmen torbası” olarak mı konumlandırıyor?

İktidar, "açılım" kavramını bir yumuşatma aracı olarak kullanıyordu; fakat zamanla onu da yetersiz buldu ve yerine “Terörsüz Türkiye” adını verdi. Ancak içeriği hâlâ muğlak ve pazarlığa açık.

Torba Yasalar Gibi Torba Anayasalar

Torba yasaların nelere yol açtığını görmek için cezaevlerine ve mezarlıklara bakmak yeterlidir. Yeni anayasa süreci de benzer bir mantıkla işliyor: Bir “torba yasa” gibi şekillendiriliyor. Bu torbaya alınan seçmenlerden, anayasa değişikliklerini “mutlak” bir onayla desteklemeleri bekleniyor. Çünkü paketin içeriği, seçmenlerin hassasiyetlerine göre düzenleniyor; ardından da “sizin için ne güzel işler yaptık” denilerek destek talep ediliyor.

Peki, bu torba teklifin içine neler giriyor, neler çıkarılıyor? Ve en önemlisi: Bu değişiklikler gerçekten halkın lehine mi, yoksa oy almak için hazırlanmış, cazip gösterilen bir paket mi?

Sağa Yönelmek: Tepkisel mi, Dönüşümsel mi?

Bugün hem Kürtlerin hem de Alevilerin bir kesiminin sağa yöneldiği bir dönemden geçiyoruz.

Sağ düşünce, var olanı korur; değişimden korkar.

Bu ülkenin devlet aklıyla şekillenmiş sağı, açılımları yapar ama düzeni değiştirmez. Bugün size bir Cemevi açar, yarın onu “kültürel merkez” olarak tanımlar. Bugün anadil hakkınızı tartışmaya açar, ertesi gün başka bir güvenlik politikasıyla bu hakkı bastırır.

Solun Yeniden Düşünme Zamanı

Solun da kendine dönüp şu soruyu sorması gerekiyor: Neden insanlar artık bizi değil, sağın sunduğu sembolik jestleri tercih eder oldu?

Eğer ortada bir açılım varsa, içeriği mutlaka tartışılmalıdır. Yeni anayasa deniyorsa, hangi özgürlüklerin güvence altına alındığı, hangilerinin yine “devletin takdirine” bırakıldığı netleştirilmelidir.

Kürtler ve Aleviler, eğer hakları anayasal güvence altına alınacaksa elbette bu süreci onaylayacaklardır. Çünkü tarihlerinde ilk kez görünür ve muhatap alınır hale geleceklerdir.

Fakat ortada şöyle bir sorun vardır: Devlet, Kürtleri ve Alevileri nasıl görüyor ve tanımlıyor? Çünkü var olan ile istenilen arasında ciddi bir çatışma da olabilir. Erdoğan “en hakiki Alevi” olduğunu iddia ediyor; peki, onun tanımına göre Alevi olmak, var olan sorunları gerçekten çözer mi?

 

İsmail Cem Özkan

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.