Görünmezlikten Görünürlüğe…
Cumhuriyet kurulurken birlikte yola çıkanların birlikteliği,
iktidarı elinde bulunduranların ulus-devlet mantığı içerisinde
"öteki" olanları yok saymasıyla son buldu. Farklı kimlikler, yeni ve
homojen bir devlet yapısı içinde eritilmeye çalışıldı. Erimeyenler içinse
zorlayıcı yasal düzenlemeler getirildi; böylece yeni ulus-devletin hukuk düzeni
tesis edildi.
Yok sayılanlar aslında hep vardılar; sadece görünmez
kılınmışlardı. Ancak liberalizmin ekonomik olarak iktidar alanına yerleşmesiyle
ve küreselleşmenin ulus-devlet kurumlarını zorlaması sonucu görünmeyenler
görünür olmaya başladı. Bu yeni süreçte devlet, artık homojen bir yapıdan
ziyade çok kültürlü bir yapıya yönelme ihtiyacı hissetti. Bu adım, ilk olarak
"Kürt realitesinin" tanınmasıyla atıldı. Oysa bu realite zaten
mevcuttu; sadece devletin hukuk düzeni içinde yer almıyordu. Kürtler ve
Aleviler sonradan ortaya çıkmadılar; görünür hale geldiklerinde, sorunları da
masaya yatırılmaya başlandı.
Kürt açılımı, ilk denemesinde başarısız oldu. Sürecin
görünmeyen yüzü, Arap Baharı sonucu ortaya çıkan değişimlerle birlikte daha net
görülmeye başlandı: Yüzeyde sakin, fakat derinlerde fırtınalı bir dönem
yaşanıyordu. Bugün geldiğimiz noktada, bu açılım süreçlerinin niteliği, yönü ve
gerçek amacı üzerine yeniden düşünmek gerekiyor.
“Kürt Yeterli Değil, Yanına Alevi Açılımı Ekleyelim!”
Artık yalnızca Kürt açılımı değil, bir de Alevi açılımından
söz ediliyor. Söylentilere göre, 16 Ağustos’ta —eğer hazırlıklar tamamlanırsa—
Hacıbektaş’ta, büyük olasılıkla Devlet Bahçeli'nin katılımıyla bir Cemevi
açılışı yapılacak. Bu törenin, Alevi açılımının kamuoyuna ilanı işlevi göreceği
belirtiliyor. Bu yalnızca sembolik bir ziyaret değil; arka planda daha kapsamlı
bir stratejinin izleri var.
Kimin Açılımı, Kimin Onayı?
Bu süreçte en fazla sorgulanması gereken soru şu: Bu
açılımlar gerçekten Kürtlerin ve Alevilerin taleplerini mi karşılıyor, yoksa
onları yalnızca birer “seçmen torbası” olarak mı konumlandırıyor?
İktidar, "açılım" kavramını bir yumuşatma aracı
olarak kullanıyordu; fakat zamanla onu da yetersiz buldu ve yerine “Terörsüz
Türkiye” adını verdi. Ancak içeriği hâlâ muğlak ve pazarlığa açık.
Torba Yasalar Gibi Torba Anayasalar
Torba yasaların nelere yol açtığını görmek için cezaevlerine
ve mezarlıklara bakmak yeterlidir. Yeni anayasa süreci de benzer bir mantıkla
işliyor: Bir “torba yasa” gibi şekillendiriliyor. Bu torbaya alınan
seçmenlerden, anayasa değişikliklerini “mutlak” bir onayla desteklemeleri
bekleniyor. Çünkü paketin içeriği, seçmenlerin hassasiyetlerine göre
düzenleniyor; ardından da “sizin için ne güzel işler yaptık” denilerek destek
talep ediliyor.
Peki, bu torba teklifin içine neler giriyor, neler
çıkarılıyor? Ve en önemlisi: Bu değişiklikler gerçekten halkın lehine mi, yoksa
oy almak için hazırlanmış, cazip gösterilen bir paket mi?
Sağa Yönelmek: Tepkisel mi, Dönüşümsel mi?
Bugün hem Kürtlerin hem de Alevilerin bir kesiminin sağa
yöneldiği bir dönemden geçiyoruz.
Sağ düşünce, var olanı korur; değişimden korkar.
Bu ülkenin devlet aklıyla şekillenmiş sağı, açılımları yapar
ama düzeni değiştirmez. Bugün size bir Cemevi açar, yarın onu “kültürel merkez”
olarak tanımlar. Bugün anadil hakkınızı tartışmaya açar, ertesi gün başka bir
güvenlik politikasıyla bu hakkı bastırır.
Solun Yeniden Düşünme Zamanı
Solun da kendine dönüp şu soruyu sorması gerekiyor: Neden
insanlar artık bizi değil, sağın sunduğu sembolik jestleri tercih eder oldu?
Eğer ortada bir açılım varsa, içeriği mutlaka
tartışılmalıdır. Yeni anayasa deniyorsa, hangi özgürlüklerin güvence altına
alındığı, hangilerinin yine “devletin takdirine” bırakıldığı
netleştirilmelidir.
Kürtler ve Aleviler, eğer hakları anayasal güvence altına
alınacaksa elbette bu süreci onaylayacaklardır. Çünkü tarihlerinde ilk kez
görünür ve muhatap alınır hale geleceklerdir.
Fakat ortada şöyle bir sorun vardır: Devlet, Kürtleri ve
Alevileri nasıl görüyor ve tanımlıyor? Çünkü var olan ile istenilen arasında
ciddi bir çatışma da olabilir. Erdoğan “en hakiki Alevi” olduğunu iddia ediyor;
peki, onun tanımına göre Alevi olmak, var olan sorunları gerçekten çözer mi?
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.