Galata Gazete


23 Nisan 2015 Perşembe

Acı çekenler bilir…

Acı çekenler bilir…

Acı çekenler doğruları bilir, sessizce resmi doğruyu ret eder.

Durduğumuz noktalar farklı olunca, kullandığımız cümleler de farklı oluyor, seçtiğimiz kelimeler de! Duruş noktasıdır insanın dünyaya bakışını belirleyen!

Hayat içinde neyi farz etmiyoruz ki, gerçeklik ile kafamızda ki gerçeklik ile karıştırmayalım… Aynı olaya bakanlar kafalarında ki gerçeklik ile anlatmaya başladığında o olgunun bir çok anlamı olduğu ve her birey tarafından başka anlamlar yüklendiğine şahitlik edebilirsiniz. Sanki her birimiz farklı bir kültürde yaşıyormuşuz gibidir, şaşırtıcı olan içimizden konuştuğumuz ile dışarıya bıraktığımız sesler arasında ki farktır, çünkü bulunduğumuz toplumun doğrularına inanmadığımız halde katılıyormuş gibi onun dili ile konuştuğumuza kulağımız bir çok kere şahitlik etmiş, beynimiz bunu kabul etmese de güvenlik için sineye çektiğini unutmayalım! Bireyler kendi güvenliğini bulunduğu toplumun düşünce ve hareketine uyum sağlayarak sağlamış, farklı olmanın ve öteki olmamanın ne kadar kötü bir şey olduğunu kendi yaptığımız ötekileştirme ve farklılaştırma sonucunda oluşturduğumuz kanaatlerdir.

Bizler toplumun içinde, toplumun rengini, dokusunu ve biçimini üzerimizde taşıyan ama aslında üzerimize yapışmış olan bir asalak sürüsünün kelimeler veya fısıltılara dökülmüş cisme bürünmüş bireyleriyiz. Toplumun tüm hastalıklarını eğitim ile üzerimize alırız ve ömür boyu o toplumun yanlış davranış biçimini normal ve olağan görerek yaşarız. Ne zaman başka topluma çıkarsak o normal olanların aslında normal olmadığını gelen tepkilerden öğreniriz. Örneğin sizin toplumda çocuk nikahı normal olurken, başka toplumda bir hastalık olarak kabul edilir.  Ya da ölen abinizin eşini eş olarak almak zorunda olduğunuz kültür içinde yaşarken normal gözükürken, başka toplumlar içinde başka bir adlandırmaya ve dışlanmaya sebep olabilir. Sonuçta bireyler bulundukları topluma göre davranmak ve onların genel doğrularını kendi doğrusu kabul etmek ile yükümlüdür, aksi halde batı toplumuna oluşan bir meslek grubunun ilgi alanı oluverirsiniz ve size zor ile ilaç tedavisi dahi yaptırabilirler.

Yine farz edelim ki, bir insan suç işlemiş. Suç dediğinde toplum normlarının gerici, tutucu yapısına karşı bireysel isyan olsun. Yine farz edelim ki silah kullansın ve birini öldürsün. Siyasi cinayet desinler bu suça. Bir süre kaçak yaşasın ve bir gün tesadüfen bir yerde yakalansın. Bu arada suç işlemeden önce işleyeceği suç hakkında yazılar yazsın, dergilerde görüşlerini de açıklasın. Bugün tipik anarşist, terörist dediklerinizden biri olsun.

Devlet suç işleyeni bulur ve ceza almasını sağlar. Bu suç işleyenin ceza alması doğal değil mi? Çünkü suç belli, kurban belli, fail belli... Normal koşullar altında bu bireyin cezalandırılması gereklidir değil mi, ama devlet öyle olağan üstü zamanlar yaşar ki suç işleyen ile birlikte en yakınları da ceza verir olur. İşte bu olağanüstü koşullar devlet için hiçbir zaman bitmez, sürekli olağanüstü koşul oluşturacak ortam vardır. Sürekli adları değişse de olağan üstü koşullara uygun mahkemeler kurulur ve bu mahkemeler hukuk kurallarını erk sahibinin ihtiyacına yönelik kısa sürede kara vermesi ve uygulamasını sağlamak ile yükümlüdür, çünkü suçu kanıtlamak işkencecilerin görevidir, mahkeme oradan geleni onaylar!

Bazı olağanüstü koşullar altında devlet ne yapmış, fail ile birlikte ailesini, sülalesini, hatta hiç alakası olmayan ama sadece aynı kültürden olanı da cezalandırmış. Ortada suç ve niteliğinin üstünde daha büyük bir suçlu ve cezalandırılan kesim var. Burada adalet elbette bulunduğu topluma ve zamanın ruhuna göre anlamlandırılacaktır.

Zaman geçecek, üzerinden hadi yüzyıl geçirelim. Ortada ne suçlanmış ve cezalandırılmışlar, ne de suça ceza veren devlet ve adalet vardır. Ortada kimse yok ama mahkeme tutanakları devletin güvenliğini tehdit etmiyorsa yayınlanma ve incelenme hakkına sahip olsun… Tutanaklar elbette tek başına bir şey anlatmaz ama devletin tavrını haklı görenler orada yazılanları doğru görecek ve görmeyenler üzerine baskı kuracaktır… Haklı görenler; devlet kendisine karşı geleni yok eder, ama ya kökünü?

Elbette soykırım işte böyle bir şey...

Bu bir insanlık suçu mu?

Devleti katil olarak görmeyenler “hayır” diyecek, “katil öteki” diyecekler... Birini öldürmüş…

“Ama sülalesini, kökünü yok etmişler” diyorsun, “olabilir” diyor, “bir daha olmasın diye yok etti.” ama zaman içinde yine aynı devlet bu sefer başkalarını bulmuş yine yok etmiş...

Katliam, sürgün o topraklarda hiç eksik olmamış...

Peki, devleti savunanlar, “devlet haklı demişler, üstelik devletin hapishanesinde tek tip kıyafet giydikleri halde dayak yemekten kurtulamamış olmalarına rağmen...

Sonuç ne mi olmuş, devlet dilini kullanan kendi haklılığını ispatlamak için resmi tarih belgelerini doğru görür olmuş, mahkeme tutanakları arasında kanıt bulmuş karşısında ki ikna olsun diye.

Öteki acı çekmiş, acının kendisine öğrettiği gerçeklikten bakmış ve’ bir daha olmasın!’ diye onun doğrusunu ret etmiş.

Acı çekenler doğruları bilir, sessizce resmi doğruyu ret eder.


İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.