Boşlukta kal öyle çok güzelsin
Tavandan aşağıya doğru asılmış bir masa… Müzik seyircilerin
yerini almasından sonra başladı. Oyun için salon sessizlik içinde kaldığında,
karanlıktan sahne ışıklarına doğru gelen ve ağır hareket edenleri gördük… Yer
çekimine karşı tavandan asılmış masa ve ışığın bize sunduğu imkanlar içinde
kafamızda bir şeyleri canlandırıyoruz. Masanın yanında küçük bir bar, bar demek
biraz abartı olabilir, ama üzerinde içki olan bir sehpa… Karanlıktan aydınlığa
gelen oyuncular ve oturacakları sandalyeleri ellerinde getirdiler, aynı zamanda
içecekleri de ellerindeydi…
Kafamız içinde ne canlandırdığımızın bir önemi yok, çünkü
sahnede yaşanacaklardır asıl olan… Masa boşlukta hissi veriyor… Oyunu
izledikten sonra dekoru başarılı olarak buldum, çünkü sahnedeki işlevi,
oyunculara alan bırakması ve oyunun ruhunu yakaladığı için… Işık dekor kadar
başarılıydı, çünkü ışık ve oyuncuların bakışları ile yönlendirmesi bizi nereye
bakacağımızı ve kimin konuşacağını izleme olanağı veriyordu… Müzik, oyunun
boşluk hissine yakışır şekilde oluşturulduğunu düşündüm…
Evlenmiş ve boşanmış, bir çocuk annesi, bir astrofizik
alanında çalışan bir bilim insanı, diş hekimi, evlenmiş ve boşanmış tiyatro
kursu yapmış ama hemşire olarak çalışmak zorunda kalmış bir kadın, barmen,
barmenin yanında duran oyun boyunca sessizce oyunu izleyen dedektif kıyafetli
ama kıyafeti karikatürlerde giydirilen bir biçimde… Konu kostüme gelmiş madem,
biraz da kostümden bahsedelim; kostüm ve oyuncuların rollerine uygun seçilmiş,
renkler, kullanılan mendil/ masa silme bezinin barmen elinde işlevi çok iyi
düşünüldüğünü düşündüm… bilim insanı ve çocuğu olan annenin kıyafetinin sıcak
renklerden seçilmesi, diğer oyuncuların kıyafetleri daha pastel ve soluk
renkten seçilmiş olması da oyunun akışında kim kim ile daha fazla diyaloğa
gireceği ipucunu taşıyordu. Bir yandan bizim orta oyuncuların elinde ki mendile
gönderme gibi geldi ama geleneksel oyun yoktu, orta oyun vardı ama
gelenekselden uzak yeni bir yorumu vardı…
Oyuncular kendilerine verilen rolleri bana göre yerine
getirmişler ve yönetmenin istediği gibi role hayat verdiklerini
düşündüm… Her bir oyuncu kendisini göstereceği, öne çıkacağı
sahnelere sahipti. Her oyuncu için yazılmış metinler bölümler içine
dağıtılmıştı. Her bir oyuncuyu seyirci koltuğundan izleyen biri olarak başarılı
buldum, hatta oyun sonuna kadar sessizce olayları izleyen ve mimikleri ile
oyuna dahil olan Ülkü Şahin’i de. Ülkü Şahin oyunun sonunda neden sessiz
kaldığı ortaya çıkıyor, burada yazarak o illüzyonu bozmayayım!
Bir oyun düşünün, oyunun yazarı, yönetmeni sahnede. Hem
yazmışlar hem oynamışlar; tam bir ekip işi… Elbette bu hem oyun akışını, hem de
zaman içinde oyun oturdukça oyunda oluşan aksaklıkları gideren, anında yeni
eklemeler yapılarak daha da kusursuz hale getirmek için büyük bir fırsat
olduğunu düşünüyorum… Ben kaçıncı defa sahne aldıklarını bilmediğim bir zamanda
seyrettim ve benim izlediğim oyun Pera Tiyatro sahnesinde 16 Ocak 2020 tarihine
denk geliyordu…
Özel tiyatrolar, oyunlarını seçerken ister istemez çağının
ve zamanın ruhuna uygun oyun senaryolarını seçmek gibi bir otosansürün içine
düşüyorlar. Özgürce, istedikleri gibi bir oyunu sahneye koymak gönülden geçer
ama tiyatro gişesinden ne yazık ki geçemez… Bir de elbette ülkenin içinde
bulunduğu karmaşa ve siyasi iktidarın baskısı… Tiyatro sahnelerinde içeriklerin
(oto)sansürlü, kara mizahın çok kullanıldığı, mizahın keskin dilinin günlük
yaşamdan uzak ama içine küçük de güne dokunan yönü şu anda İstanbul’da sahnede
olan oyunların bir çoğunun içinde görebiliriz. Açık baskı rejimi altında
dolaylı söylemlerin ağır bastığı ama yine de söylendiği bir şekilde “politik
tiyatro” yerini daha “sanatsal” ve “gişe endişesi” içinde sahneye konmaktadır…
Sanat tiyatrosu da, “balon tiyatrosu” da bir anlamda politiktir ama politik
olduğunun altı çizilmez. İzleyen bulunduğu noktaya göre oyunda verilen mesajı
alır, çünkü kurulan cümleler çok yuvarlaktır ve seyirciye seçme hakkı tanır.
Mesaj, yazarından ve oyuncusundan bağımsızdır…
İmgeler olmazsa olmazdır, her imge bir gerçeğin altını
çizer, her imgenin bir de anlatmak istediği karmaşa ve kargaşanın en basit
anlatımını içinde taşır. Binlerce cümle kurmak yerine bir imgeye başvurusunuz,
imgeler en kestirmeden anlatır. Mizah da çok kullanılan bir yöntemdir, aynı
zamanda kara mizahın geçtiği her yerde de imgeler kullanılır.
Barın sürekli müşterisiniz, barmen ‘u’ harfini kaybetmiştir,
kadın yaşadığı sorunları alkol içinde çözmeye, en azından biraz da olsa
rahatlamaya ve anlık uzaklaşmaya çalışmaktadır, çocuğunun nafakasını yanına
gelen birinden etini, sohbetini satarak alma derdindedir. Bilim insanı annesine
inat bilim insanı olmuş, iç çatışma içindedir, zaman zaman dışa vurur içteki
çatışma dışarıya haykırış olarak yansır, sürekli gülen bir diş doktoru, kendi
açtığı mekanında boşlukta sallanmaktadır, alkol bağımlısı boşanmış ve yeni
yaşama kollarını açmıştır ama o kolların saracağı kimse yoktur… Her biri ayrı
dünyaları sembolize ederken hepsi bir barda karşılaşması ve o yaşadıkları
boşluğu zamanı içinde barda yaşama geçirmeleri…
Barmen oyunun sonunda bir harfi daha kaybeder, iki harfsiz
konuşur... Performansı muhteşemdi Cem Sürgit. Çok çalışmış, çok emek harcamış,
diğer oyuncuların katkısı ile oyunu daha da görünür olmuş… Sibel Yıldırım,
dururken ya da konuşurken birden patlaması ve isyanını kavgaya dönüştürecek
kadar hırçın tiplemesi ile oyuna katkısı kaçınılmazdır, argonun rahat kulağa
batmadan kullanıldığını göreceksiniz, oyuncuğu sahneyi doldurmaktadır. Can
Başak, hem oyunu yönlendirmekte bakışları ile hem de duruşu ile. sesi ile de
diğerlerinden daha farklı konumdadır. Oyunun orkestra şefi konumundadır,
oyuncuları ve öyküyü yönlendirirken. Hüsnü Demiralay, bilim insanı, annesine
inat bilim insanı olması ve annesinden ölümünden sonra onun resmini duvara
asacak kadar annesinden çekinen biri, ezik bir tiplemenin fırsatını bulduğunda
ne kadar isyankar ve ani patlamaların ne kadar kendi içinde yıkıcı olduğunu
oyunculuğu ile başarılı bir şekilde göstermektedir. Alkışı diğer oyuncular gibi
elbette hak ediyor ve alkışı zaten kendi bölümünden sonra salondan karşılığını
almıştır. Oyun sırasında giydiği kıyafetinden dolayı (bekli de) elleri
dikkatimi çekti, ellerine yoğunlaştım birden, mimiklerini gölgesini sanki
elleri sağlıyor gibiydi… İpek Gülbir, bar havasını en iyi yansıtan oyuncu diye
geçirdim içimden, oyunun içinde belki de en saklı kalmış ve oyuncuların
yeteneklerini öne çıkaran yetenek olarak düşündüm… Biraz gölgede gibi, sürekli
birilerin konuşması için ortam hazırlayan, aynı zamanda kendi sorunu da
dillendiren, rahat, isyankar, hayal kırıkları olan bir kadını sahneye öyle bir
taşır ki, tiyatro eğitimi alan veya tiyatroda oyunculuk konusunda bir şeyler
öğrenmek isteyen gelip oyuna izlesinler…
Dünyayı sırtında taşıyan bizlerin boşlukta kalan sorunları,
boşluk ve zamanın geri dönülemeyeceği yerde yani bir barda geçen trajik komik,
dramın orta oyunculuğu havası içinde sahnelendiği bir oyundaydım. Keyif aldım.
Bizlere sözde “Atlas” rolünü vermişler, dünyayı sırtımızda taşıyoruz ama
kimsenin fark etmediği atlarız, sadece gülümsemesi akılda kalan…
İsmail Cem Özkan
Boşlukta Kal Öyle Çok Güzelsin
Yazan: Sibel Yıldırım
Yöneten: Can Başak
Yöneten: Can Başak
Danışman: Feyzan Yılmaz
Dekor Tasarımı: Cihan Aşar
Müzik: Cüneyt Büyükyaka
Işık Tasarımı: Özcan Çelik
Kostüm Tasarımı:Dilek Kaplan
Afiş Tasarımı: Fikriye Atik
Oyuncular: Can Başak, İpek Gülbir, Hüsnü Demiralay, Cem Sürgit, Sibel Yıldırım, Ülkü Şahin
Dekor Tasarımı: Cihan Aşar
Müzik: Cüneyt Büyükyaka
Işık Tasarımı: Özcan Çelik
Kostüm Tasarımı:Dilek Kaplan
Afiş Tasarımı: Fikriye Atik
Oyuncular: Can Başak, İpek Gülbir, Hüsnü Demiralay, Cem Sürgit, Sibel Yıldırım, Ülkü Şahin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.