Galata Gazete


9 Şubat 2020 Pazar

Fanatik


Fanatik

Perde kapalıdır, salon ışıkları sönmüş, sahnenin kenarında bir çadır gibi bir şey durmaktadır. Çadırın ışığı yanınca oraya bakmamız gerektiğini anlıyoruz. Perdenin önünde bir adam belirir. Henüz karanlıktayken kalp atışının dijital sesini duyuyorduk, sonra uzun bir ses, ölümün habercisidir. Ölümün haberi seyirciye ulaşmıştır, fakat o haber biraz sonra öğreneceğimiz beş yaşında ki çocuğa nasıl verilecektir?

Işık ile içten aydınlatılan çadırın çocuğu temsil ettiğini kısa sürede anladık. Işık fanatikler için önemlidir, çünkü ışık renkleri oluştururken bazı renkler taraftarlar için her şey demektir. Her şeyini (duruşunu, duygusunu) bir renge göre belirleyene fanatik denildiği biliyoruz, biletin üzerinde yazan oyun için ses ve ışığı takip ederek oyunun içine görsel, işitsel, olarak ilk adımı atmış oluyoruz.

Çocuğun ismi Atlas’tır. Biz onun ne yüzünü, ne de sesini duyacağız. Işıklar ile anlatacaktır ne anlatmak istediğini. Soyut ama somuttur, çadır içinde yaşamaktadır… Dedesinin öldüğü haberi verilecektir ama ortada bir sorun vardır, çünkü çocuk ölüm kavramının anlamını tam olarak bilmemektedir ve o bilmediği kelimenin açılımını babası anlatmakla yükümlüdür ve zorlanmaktadır. Baba, çocuğunun ilgi alanını kullanarak yaklaşmayı dener ve o film ve oyun kahramanlardan alıntı yaparak ölümü anlatmaya çalışır.

Ve perde açılır…

Perdenin açılması bir yatak odası ile karşılaşırız. Cenaze töreni için hazırlık yapılmaktadır. Törene uygun kıyafet arayışı içinde karı ve kocayı sahnede görürüz. Gardırop ve ayna arasında gidiş gelişler ile bir tartışmanın içindeyiz. Biraz önce babanın oğluna açıklamaya çalıştığı ölüm konusu konuşmanın özüdür, diğer yandan babanın ölüm merasimi… Eda, Atlas ile görüşmüştür. Atlas’dan öğrendiği bilgileri Tanju ile tartışmaktadır, ondnan beklentisini uygulamasını ister, çünkü o çocuğun yanlış bilgiler ile yetişmesini istememektedir. Konu çocuk eğitimi ve konuşma yöntemidir. Tanju sanki babası ölmemiş gibidir, o cenazeye gitmek ile maça gitmek arasında bir ikimle içindedir, çünkü o gün Fenerbahçe’nin maçı vardır. Elinde tuttuğu kombi bileti kullanarak canından ve babasından daha çok sevdiği takımının yanında olmayı düşünmektedir.

Babasının cenazesine mi, maça mı gidecek?

Cenaze için seçtiği kıyafette bile Fenerbahçe renkleri olan kravatı seçmiştir. Renk, takım onun hayatıdır… Töreler ve gelenekler bir anlamda mahalle baskısı ya da aile içinden oluşan baskı sonucu maça değil de cenazeye gidecektir.

Eda ile tartışması sonrası oğlu ile bir kere daha görüşür, bu sefer oğlunun elinde Galatasaray formasını görür ve anlatacağı konuyu unutur. Çıldırmış gibidir, oğlu kendi tuttuğu takım yerine ezeli rakibini tutmaktadır. Babası vermiş olduğunu eda ile görüşmede öğrenir. Ölüm konusu fanatik mantık içinde anlatılır, Galatasaraylıların yeri cehennemdir, Fenerbahçe tutanlar göğe kanatlanıp uçacak ve çenetten sevdiklerine bakacaktır. Bir kelime kafalarda oluşan odak noktasına göre biçimlenecektir… Törene Atlas gidecektir ve dedesinin sonsuzluk yolculuğunda ölüm kavramı ile yüzleşecektir… Eğer toprağa gömülürse cehennem, kanatlanıp uçarsa cennete gidecektir. Dedesinin nerede olduğunu bu sayede anlayacaktır Atlas, çünkü babası ona ölümü bu şekilde açıklamıştır…

Eda, eşinin fanatik bir adam olduğunu ilk tanıştığı günden beri bilmektedir ve onu ilk bakışta beğenmiş ve onun ile yakınlaşmak içinde tuttuğu takımını onun fanatik olduğunu öğrendiği an onun takımı hakkında gazetelerden bilgi toplamış, bir fanatik kadar bilgi sahibi olmuştur. Önemli olan Tanju’nun gözüne girip ondan bir çocuk yapmaktır belki de…

Görünümde de mutlu bir aile vardır. Cenaze sonrası mutfakta aile bir araya gelmiştir. Bir anlamda ölüm geçmiş ile yüzleşmedir, çünkü kopuş ayrılık anlamındadır…

Ailenin geçmişinde fanatizm vardır. Aile erkeklerinde bir takım fanatizmi hep var olagelmiştir. Tanju babası ile çatışmalı bir yaşamı olmuş, oyunun ilerleyen zamanında öğreneceğiz ki dayısı onu başka bir takımın renklerine bağlamıştır, bundan hoşlanmayan Tanju’nun babası torununu oğlunun elinden takım renklerini kendi takımına bağlayarak öç alma konumundadır ve torununa kendi takımının renkleri olan top, forma, imzalı fotoğrafları miras bırakmıştır… Ölüm sonrasında rekabet devam etmektedir…

Oyunun öyküsü içinde eğitim, din, aile içi çatışma, yabancı uyruklu bakıcı kadın gibi kavramlar giriyor ama geneli fanatizm içinde sorun çözümlenmeye gidiyor.

Eğlenceli, kişinin baktığı açıya göre zaman zaman kahkaha seslerinin yükseldiği, zaman zaman sahnede oyuncuların birbirine yüksek volümlü gibi duran sürekli gerilimli konuşmaları arasında geçiyor. Peki, benim gibi salonun en arkasında oturan bir seyirciye anlaşılır bir ses geliyor mu? Ne yazık ki oyuncuların sesini salondan (Kenter Tiyatrosu) almakta zorlandım. Sahnedeki oyuncudan ses salonun her yerine rahatlıkla ulaşmalıdır, duymak için kendimi gerdiğim için olsa gerek bir çok espriyi atladığımı düşünüyorum, çünkü sahneye yaın yerlerden başlayan kahkaha dalgasına katılamıyordum çoğu anlarda…  

Öykünün dili daha çok kelime oyuna bağlanmış, balon esprilerin salonda patladığına şahit oldum, çünkü espri yapılıyor ve ilk kahkaha arasında yok oluyor, kalıcı ve akla seslenen fazla bir şey bulamadım ne yazık ki… Bu arada ben Fener ya da Galatasaray taraftarı değilim, belki oyuna fanatik bir Fenerli olarak gelmiş olsaydım daha fazla zevk de alabilirdim, çünkü rakibini çok küçümseyen, aşağılayan ve başarılarını yok sayan bir fanatik dil ile karşılaştım ki, oyunun amacı da oydu sanırım.

Ülkemizde cepheleşme kavramları içinde futbol çok kullanılır ve zaman zaman cinayetlere kadar varacak gözü dönmüşlük yaratır. Peki bu yaşadığımız sorun yumağından, korkarak kaçtığımız yüzleşmelerin bir dışa vurum alanı olmuş spor…

Spor sadece spor değildir, sistem için olmazsa olmazdır, çünkü fanatizm adı altında ülkede oluşan tepkilerin, sosyal patlamanın sönümlediği alandır.

Bu oyunda sadece balon şişiriliyor ve söndürülüyor…

Oyunun ana teması, eğitimde kime göre eğitilecek, kararı çocuk mu verecek, onu eğiten ebeveynlerin mi? Kendi geleceği hakkında çocuk söz sahibi olabilecek mi? Çocuk büyükanne (babaanne), oğul ve gelin arasında ki çatışmanın ortasındadır. Çocuğun söz söyleme hakkı yoktur, birileri sürekli onun hakkında karar alıyor ve değiştiriyor, kimler ile konuşacağı, hangi okula gideceği, lüks ve korumacı aile yaşamı içinde bir çadır/fanus içinde yaşaması…

Kısaca fillerin kavgasında çimler her zaman ezilir sözünde çim yerine çocuğu koyan bir mantık içinde kurgulanmış öykü…

Eda (Neslihan Arslan), Tanju (Salih Bademci), Atlas ve annesi (Nurhan Özenen) oyun rolleri bu şekilde dağıtılmış. Oyunun içinden bakınca her biri başarılı olarak görebiliriz, el hareketleri ve vücut dili kullanımı açısından Nurhan Özenen’i beğendim, daha rahat ve rolüne uygun davranışlar içinde sesini kullanabilmekte, fakat Neslihan Arslan ve Salih Bademci için aynı şeyi söylemem zor, belki de çok fazla yüksek volümlü konuşuyormuş gibi ve gergin vücut yapılarının onlara yüklediği bir şey söz konusu olabilir, ama rahatlık ve karşısındakini rahatlatma açısından oyunun akışı içinde görebildiğim kadarı ile çok başarılı değil ama yine de başarılı diyebilirim… en azından seyircisini yakalıyor ve onlara eğlenceli bir zaman geçirtiyor…

Oyunun olmazsa olmazı sahne tasarımı ve düzenlemesi; mutfak, yatak odası, kapı dışı gibi üç ayrı bölüm için kullanılan pratik ve sahne kurumu açısından dolayı başarılı buldum, oyunculara hareket alanı sağlaması konusunda işlevsel. Işık dekor ve oyun akışına katlısını da başarılı buldum… Kıyafetler oyuncuları hareketini kolaylaştırıcı olması yanında, bir orta seviye yaşam içinde olan aileyi de seyirciye fısıldaması açısından başarılı… Çalışan anne baba, büyük anne kumar için Kıbrıs’a gitmeyi düşünecek kadar parası olan varlıklı… Orta gelirin biraz üstünde aile yaşamını bize ulaştırdığı için başarılı gördüm…

Ustalar yazılarını sonlandırırken son söz diye yazarlar, ben de son cümle olarak; eğlenmek adına da olsa vakti ve de bugünlerin ekonomik sorunları içinde parası olanlar gitsin, en azından dini, yemek içme (vegan, vejetaryen)  konuların tartışıldığı bölümde toplum normlarının dışında farklı bir bakış açısı ile karşılaşacaksınız, en azından o tartışmaların içinde anlıkta olsa katılacaksınız… Tiyatro eğlendirir, sorun çözmez, sorun çözümü için hazır reçete vermez, düşünmenizi ve size soru sormasına olanak tanır.

İsmail Cem Özkan


Fanatik
Yazan: Michael Önder
Yöneten: Çağrı Şensoy
Dekor Tasarımı: Cihan Aşar
Işık Tasarımı: Emir Uğurçağ
Oyuncular:
(Alfabetik Sıra İle)
Neslihan Arslan
Nurhan Özenen
Salih Bademci
Yönetmen Yard: İmer Özgün Bademci
Kontrtenor: Nuri Harun Ateş
Kostüm: Naz Özturna
Proje Asistanları: Burcu Şişli,Kadir Yıldırım,Devrim Selen Güner
Afiş Tasarım: Metin Toplu
Fotoğraf: Çağdaş Başar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.