Galata Gazete


29 Kasım 2025 Cumartesi

Çözümsüzlüğün Ürettiği Karanlık Düzen Dağılacak mı?

Çözümsüzlüğün Ürettiği Karanlık Düzen Dağılacak mı?

“Devlet Öcalan’ın ayağına gidiyor” şeklinde bir algı oluşturuluyor; oysa durum böyle değil. Öcalan Suriye’de olsaydı, belki gerçekten bir “gidiş” söz konusu olabilirdi. Ancak bugün, devlet kendi kontrolünde tuttuğu bir kişiyi muhatap almış oluyor. Bu, Kürt sorununun muhataplarından biriyle –belki de en önemlisinden biriyle– iletişim kurma arayışına işaret eder. Çünkü asıl mesele, Kürt sorununun çözümüdür.

Kürt sorunu tarihsel olarak ulus devletin inşa sürecinde ortaya çıkmış bir sorun olduğu için, çözümü de ulus devletin yapısını, birlikte yaşam kültürünü ve demokratik düzeni yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Kapitalist sistem içinde bile ulusal sorunların çözülebileceği örnekler varken, Türkiye’de bu sorunun çözümsüz bırakılması, yalnız politik değil, aynı zamanda ekonomik çıkar odaklarının beslenmesine imkân veren bir yapıya dönüşmüştür. Dolayısıyla bu konuda atılan her adım, yalnızca politik bir girişim değil; toplumda biriken nefret söyleminin ve çıkar şiddetinin gerilemesine katkı sunabilecek bir adımdır.

Sorunun Ekonomik ve Paramiliter Boyutu

Kürt sorununun uzaması, bölgenin yalnızca kültürel ve politik değil aynı zamanda ekonomik olarak da bir “savaş pazarı”na dönüşmesine yol açtı. Her uzun süreli çatışma gibi, bu sorun da zamanla kendi kara ekonomisini, aracılar sınıfını ve zor aygıtlarından güç devşiren aktörlerini oluşturdu.

Bölgedeki istikrarsızlık, uyuşturucu trafiğinden insan kaçakçılığına, sınır aşan yasa dışı ticaretten silah pazarına kadar pek çok karaborsa faaliyetini besledi. Bu döngüden, devlet adına kurşun sıktığını söyleyen yapılar da, örgüt içi bazı klikler de, uluslararası suç şebekeleri de pay aldı. İnsan kaçakçılığı, Avrupa’ya yönelen yasa dışı geçiş ağları, organ mafyası, “para için öldürenler”e sunulan karanlık hizmetler gibi faaliyetler, bölgede kontrolü elinde tutmak isteyen güçler için sürekli bir sermaye birikimi alanı yarattı.

Sorunun çözümsüzlüğünden çıkar sağlayan bu ağlar, yalnız ekonomik kazanç elde etmekle kalmadı; “güç boşluklarından” faydalanarak mafya tarzı örgütlenmelerle siyasal ve toplumsal bir nüfuz alanı da oluşturdular. Bu nedenle, sorunun çözümsüz kalmasını kendi varlık sebebi haline getirmiş geniş bir kesimden söz etmek mümkündür.

Savaş Ekonomisi, Silah Sanayisi ve Devletin Yükü

Bölge yıllarca, uluslararası silah sanayisinin düşük maliyetli bir test alanına dönüştürüldü. Kara piyasada silah satmak isteyen tüccarlar için çatışma ortamı adeta bir “fırsat ekonomisi” oluşturdu. Bu süreç, yalnızca suç ekonomisini değil, aynı zamanda devletin borç yükünü ve güvenlik harcamalarını artırarak sosyal devletin zayıflamasına da neden oldu. Silaha, operasyona, güvenliğe ayrılan bütçe arttıkça; eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerin daraldığı, devletin sosyal politikayı bir bölgeye karşı bir “baskı aracına” dönüştürdüğü bir tablo ortaya çıktı.

Dil, Ötekileştirme ve Nefretin Ekonomisi

Bu noktada dilin rolü özellikle belirleyicidir. Çünkü dilde üretilen nefret söylemi, yalnızca Kürtlere karşı değil; Alevilere, Lozan’da azınlık olarak tanınan topluluklara, Süryanilere ve tarih boyunca ötekileştirilmiş herkese yönelmiştir. Nefret söylemi, yalnız toplumsal bir kırılma yaratmakla kalmaz; aynı zamanda bu çatışma ekonomisinin sürdürülebilirliğini sağlayan ideolojik bir zemin oluşturur. Dili dönüştürmeden, toplumdaki kırılmaları ve kutuplaşmayı azaltmak zordur.

Uluslararası Boyut ve Çıkar Dengeleri

Sorunun uluslararası boyutu da sıkça tartışılıyor. “İngilizlerin kurduğu yerde Amerikalılar Kürt devleti oluşturuyormuş” deniliyor. Olsun, bırakalım oluştursunlar; ister İngiliz ister Amerika fark etmez. Ancak asıl olan, bu meselenin artık çözüme kavuşmasıdır. Belki de Kürtlerin bir ulus devleti olursa, devletin ne anlama geldiğini, bizim uzun yıllardır deneyimlediğimiz yükleri, baskıları, bürokratik hantallığı ve zorun maliyetini onlar da yaşayarak göreceklerdir.

Bugün “devletimiz var” diye övünenler, çoğu zaman devletin baskısı altında una dönüşüp birilerinin sofrasına ekmek olarak gidiyorlar. Ülkenin kaynaklarını yiyen biz değiliz; uluslararası şirketler, yerli–yabancı çıkar grupları ve onlarla işbirliği yapan yapılar alacağını alıp gidiyor, geriye çöplerini bırakıyorlar. Biz ise yoksullukla, işsizlikle ve güvencesizlikle baş başa kalıyoruz.

Sonuç: Yapısal Eşitsizlikleri Görmeden Çözüm Mümkün Değil

Bu nedenle kapitalist sistemi, savaş ekonomisini ve bunların ürettiği eşitsizlikleri sorgulamayan toplumlar ezilmeye ve sömürülmeye devam ediyor. Hem ekonomik hem kimlik temelli sorunların ortak noktası, bu yapısal eşitsizliklerin varlığında yatıyor. Kürt sorununun çözümü, yalnızca politik bir reform değil; ekonomik çıkar ağlarını dağıtmayı, suç ekonomisinden beslenen yapıları bitirmeyi ve toplumun nefes alacağı yeni bir demokratik düzeni inşa etmeyi gerektiriyor.

 

İsmail Cem Özkan

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.