Çözümsüzlüğün Ürettiği Karanlık Düzen Dağılacak mı?
“Devlet Öcalan’ın ayağına gidiyor” şeklinde bir algı
oluşturuluyor; oysa durum böyle değil. Öcalan Suriye’de olsaydı, belki
gerçekten bir “gidiş” söz konusu olabilirdi. Ancak bugün, devlet kendi
kontrolünde tuttuğu bir kişiyi muhatap almış oluyor. Bu, Kürt sorununun
muhataplarından biriyle –belki de en önemlisinden biriyle– iletişim kurma
arayışına işaret eder. Çünkü asıl mesele, Kürt sorununun çözümüdür.
Kürt sorunu tarihsel olarak ulus devletin inşa sürecinde
ortaya çıkmış bir sorun olduğu için, çözümü de ulus devletin yapısını, birlikte
yaşam kültürünü ve demokratik düzeni yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Kapitalist
sistem içinde bile ulusal sorunların çözülebileceği örnekler varken, Türkiye’de
bu sorunun çözümsüz bırakılması, yalnız politik değil, aynı zamanda ekonomik
çıkar odaklarının beslenmesine imkân veren bir yapıya dönüşmüştür. Dolayısıyla
bu konuda atılan her adım, yalnızca politik bir girişim değil; toplumda biriken
nefret söyleminin ve çıkar şiddetinin gerilemesine katkı sunabilecek bir
adımdır.
Sorunun Ekonomik ve Paramiliter Boyutu
Kürt sorununun uzaması, bölgenin yalnızca kültürel ve
politik değil aynı zamanda ekonomik olarak da bir “savaş pazarı”na dönüşmesine
yol açtı. Her uzun süreli çatışma gibi, bu sorun da zamanla kendi kara
ekonomisini, aracılar sınıfını ve zor aygıtlarından güç devşiren aktörlerini
oluşturdu.
Bölgedeki istikrarsızlık, uyuşturucu trafiğinden insan
kaçakçılığına, sınır aşan yasa dışı ticaretten silah pazarına kadar pek çok
karaborsa faaliyetini besledi. Bu döngüden, devlet adına kurşun sıktığını
söyleyen yapılar da, örgüt içi bazı klikler de, uluslararası suç şebekeleri de
pay aldı. İnsan kaçakçılığı, Avrupa’ya yönelen yasa dışı geçiş ağları, organ
mafyası, “para için öldürenler”e sunulan karanlık hizmetler gibi faaliyetler,
bölgede kontrolü elinde tutmak isteyen güçler için sürekli bir sermaye birikimi
alanı yarattı.
Sorunun çözümsüzlüğünden çıkar sağlayan bu ağlar, yalnız
ekonomik kazanç elde etmekle kalmadı; “güç boşluklarından” faydalanarak mafya
tarzı örgütlenmelerle siyasal ve toplumsal bir nüfuz alanı da oluşturdular. Bu
nedenle, sorunun çözümsüz kalmasını kendi varlık sebebi haline getirmiş geniş
bir kesimden söz etmek mümkündür.
Savaş Ekonomisi, Silah Sanayisi ve Devletin Yükü
Bölge yıllarca, uluslararası silah sanayisinin düşük
maliyetli bir test alanına dönüştürüldü. Kara piyasada silah satmak isteyen
tüccarlar için çatışma ortamı adeta bir “fırsat ekonomisi” oluşturdu. Bu süreç,
yalnızca suç ekonomisini değil, aynı zamanda devletin borç yükünü ve güvenlik
harcamalarını artırarak sosyal devletin zayıflamasına da neden oldu. Silaha,
operasyona, güvenliğe ayrılan bütçe arttıkça; eğitim, sağlık ve sosyal
hizmetlerin daraldığı, devletin sosyal politikayı bir bölgeye karşı bir “baskı
aracına” dönüştürdüğü bir tablo ortaya çıktı.
Dil, Ötekileştirme ve Nefretin Ekonomisi
Bu noktada dilin rolü özellikle belirleyicidir. Çünkü dilde
üretilen nefret söylemi, yalnızca Kürtlere karşı değil; Alevilere, Lozan’da
azınlık olarak tanınan topluluklara, Süryanilere ve tarih boyunca ötekileştirilmiş
herkese yönelmiştir. Nefret söylemi, yalnız toplumsal bir kırılma yaratmakla
kalmaz; aynı zamanda bu çatışma ekonomisinin sürdürülebilirliğini sağlayan
ideolojik bir zemin oluşturur. Dili dönüştürmeden, toplumdaki kırılmaları ve
kutuplaşmayı azaltmak zordur.
Uluslararası Boyut ve Çıkar Dengeleri
Sorunun uluslararası boyutu da sıkça tartışılıyor.
“İngilizlerin kurduğu yerde Amerikalılar Kürt devleti oluşturuyormuş”
deniliyor. Olsun, bırakalım oluştursunlar; ister İngiliz ister Amerika fark
etmez. Ancak asıl olan, bu meselenin artık çözüme kavuşmasıdır. Belki de
Kürtlerin bir ulus devleti olursa, devletin ne anlama geldiğini, bizim uzun
yıllardır deneyimlediğimiz yükleri, baskıları, bürokratik hantallığı ve zorun
maliyetini onlar da yaşayarak göreceklerdir.
Bugün “devletimiz var” diye övünenler, çoğu zaman devletin
baskısı altında una dönüşüp birilerinin sofrasına ekmek olarak gidiyorlar.
Ülkenin kaynaklarını yiyen biz değiliz; uluslararası şirketler, yerli–yabancı
çıkar grupları ve onlarla işbirliği yapan yapılar alacağını alıp gidiyor,
geriye çöplerini bırakıyorlar. Biz ise yoksullukla, işsizlikle ve
güvencesizlikle baş başa kalıyoruz.
Sonuç: Yapısal Eşitsizlikleri Görmeden Çözüm Mümkün Değil
Bu nedenle kapitalist sistemi, savaş ekonomisini ve bunların
ürettiği eşitsizlikleri sorgulamayan toplumlar ezilmeye ve sömürülmeye devam
ediyor. Hem ekonomik hem kimlik temelli sorunların ortak noktası, bu yapısal
eşitsizliklerin varlığında yatıyor. Kürt sorununun çözümü, yalnızca politik bir
reform değil; ekonomik çıkar ağlarını dağıtmayı, suç ekonomisinden beslenen
yapıları bitirmeyi ve toplumun nefes alacağı yeni bir demokratik düzeni inşa
etmeyi gerektiriyor.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.