Galata Gazete


13 Mayıs 2024 Pazartesi

Suçsuzlar çağı, suçlular çağı

Suçsuzlar çağı, suçlular çağı

Her tiyatro oyunu seyircisini yaşadığı gerçeklikten koparıp, sahne ışığı altında başka bir dünyaya davet eder, bazı oyunlar seyircisini öyle kucaklar ki, zamanın ruhunu, sahnede yaratılmış gerçeklik içinde bulur… Her oyun başlangıcında seyirci koltuğuna oturduğumda kafamın içinde oluşmuş olan tüm önyargıları ortadan kaldırıp, sahnede olana odaklanmak isterim, fakat bunda ne kadar başarılı olduğum tartışmalıdır, çünkü oluşmuş önyargıları yıkmak ya da silmek o kadar kolay değildir…

İşkenceyi yaşamış bir birey sahnede de olsa işkenceyi gördüğü an geçmişine doğru yolculuğa çıkar ve kalbi sıkışır, nefesi düzensizleşir, çünkü geçmişi her anımsatan olay bir anlamda kişinin kendisiyle yüzleşmesidir… Her oyun bir anlamda yüzleşmek değil midir, insanlık tarihinin birikiminin bugüne yansıması, yüzleşmelerin izdüşümüdür... Bunu da en iyi yapan tiyatrodur…

Öncelikle dekordan başlayalım, demir bir arka ve yanlardan yukarıya doğru genişleyen zemin, bir platformun üzerinde durmaktadır. Seyirci ile parmaklıklar arasında olanı izlemez, hücrenin penceresinden sahneyi görür! Demir bir kapı sahnenin arka tarafında ve ortalamış şeklinde… İçeride seyirci ile demir parmaklıklar arasında oyuncular bir platformun üzerindedir, bu sayede hücrenin zemini sahnenin zemininden ayrılmıştır.

Gizemli, dikkati çeken bir müzik arka fonda çalmaktadır. Sahne seyirci yerine oturana kadar kısık ışık altındadır, özel bir ışık hüzmesi yerine sadece platformu öne çıkaran bir düzenleme var… Koltuklarına otururken seyircilerin bir bölümü ellerindeki cep telefonlarından sahnenin fotoğrafını çekip, sosyal medyadan nerede olduklarını paylaşıyorlar…

Oyunun başlamasını demir kapıya el ile vurma ile başlıyoruz. Müzik o vurmaya uyumlu bir şekilde seyirciye oyun başlıyor işaretini veriyor ve oyuncular bulundukları alandan platformun her alanına doğru hareket ediyor… Bir karmaşa, telaş, belirsizlik hakimdir, kısa sürede bu hareketlenmenin nedenini anlayacağız…  

Bir subay ve arkasında asker ile hücreye girişi ve oyunun ilk kördüğümünü atıyor…

 Bir hücrede dokuz insan, masumlukları konusunda tartışma götürmez … Bir valinin emri üzerine tesadüfi olarak seçilmiş dokuz insan bir hücrede kaderleri ile baş başadır… Bir biri ile ilişkisi olmayan suçsuz insanlar. Her biri aniden alındıkları için yakınlarının haberi yoktur,  her biri endişe içindedir, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlar… En azından orada olduklarını yakınlarına bildirilmesini düşünüyorlar, randevular, yapılacak işler hepsinin kafasında soru işaretleri içinde endişeleri yüzlerine, dillerine vuruyor… Subaydan rica ediyorlar ama subay “imkanı yok” diyor, neden orada olduklarını kısaca açıklıyor…

Vicdan ve onur arasına sıkıştırılmış insanlardan sorunu çözmesi bekleniyor…

Valiye bir suikast olmuş ama başarılı olamamıştır. Bu girişimde biri yakalanmış, suçunu itiraf etmiş ama kimlerle yaptığını açıklamamıştır. Her türlü işkenceden geçmiş olmasına rağmen direnmiş… Vali bu durumu çözmek için dokuz masum insana ile aynı hücreye koyup, onlardan bu suçlunun sakladıklarını öğrenmesini sağlamak! Kısaca bu suçsuz insanı bir suça ortak etmektedir. O suçsuz insanların özgürlüğü o adamın sakladıklarını açıklamaya bağlıdır, ne kadar hücrede kalacakları suçlunun suç ortaklarını açıklamasına bağlıdır.

Suçlu, suçsuz aynı hücrede aynı kaderin kurbanı olmuşlardır. Çıkış yolu bellidir ama her birinin mesleki, hayata bakışı, duruşu bu suçunun içselleştirilmesine ne kadar katkı sunacaktır? Bireysel tercihler suçsuz bir insanı suça ortak edecek midir? İşkence bir insanlık suçu olduğuna göre, o suçsuz ve hiçbir şeyden haberi olmayanları birden bir işkenceci ile paralel konuma getirecek midir?

Şimdi koltuğunuza kurulun, gözlerinizi kapatın ve sizi öyle bir şey ile test etmeye çalışırlarsa tepkiniz ne olurdu, suçluyu nasıl ikna edersiniz?

Oyunun ilk bölümü bu soruya verilen yanıttır.

Suçlunun ismi Sason’dur (Eren Pekgöz). İşkenceden yeni çıkmış, yaralı bir şekilde bir askerin kollarında o suçsuzların bulunduğu hücreye getirilir, dokuz insan bir “suçlu” ile aynı hücrededir… Masum insanlar ne yapabilirler? Suçsuz insanlara bu yöntem bir karar vermeye zorlamaktadır. Bu yöntem daha önce okullarda uygulanmıştır, başarılı da olmuştur, kendi arkadaşları, kendi arkadaşlarının işkencecisi olmuştur, linç etmiş ve suçu birinin üzerine yıkarak o hücreden çıkmıştır.  Eren Pekgöz bu rolü öyle bir başarılı bir şekilde yapmaktadır ki, seyirci ister istemez geriliyor… Sesi ve yüz mimiklerini kullanımı ile rolün içinde yaşıyor gibidir… Suçu ne için işlediğini bilmektedir, ser veriyor ama sır vermeyen bilinçli bir direniş içindedir… Karşısındakilerin her türlü tacizine, saldırısına karşı direnmektedir. Duygusal yaklaşımlara karşı dirençlidir… Hücrede olanların kendi suçu olmadığını vurgular, onlara verilen duygunun sorumlusu kendisi değildir, vali öyle istediği için masumlar orada, bir savcı, polis rolündedir… Sason insanlık onuru için direnmektedir, aksi halde kendi düşüncesine ve arkadaşlarına ihanettir. Tek çözüm yolu vardır ölüm, onun dışında yolu kapatmıştır…

“Hiçbir yaşam başka yaşam ile ölçülemez”

Sertel Uğur konsolos rolünü canlandırmaktadır, sakin, bilgin, tecrübesi ile soğukkanlıdır… O bir anlamda vicdanın sesidir, öte yandan her şeye şüphe ile karşılayıp, karar verme sürecinde ise kararsız konumdadır… Sason’nun yanındadır, fakat açıktan tavır alacak konumda hissetmemektedir…

Öğrenci (Berk Yaparel) okulda yaşadıklarından dolayı daha tecrübelidir… Mazlumun ve ezilenin yanındadır… Açıkça doktor gibi Sason’un yanındadır… Hücrede işler çok karıştığında suçluyu korumak için nöbet fikrini geliştirir ve sıraya koyar, fakat aynı zamanda katil genelde bu savunanların arasından çıktığını suçlu Sason’a bildirir. Cebinde taşıdığı zehri sunar Sason’a ama Sason bunu bir korkaklık olarak algılar ve ret eder…

Doktor (Mustafa Çirkin) ettiği yenine sadıktır, yaralı bir hastanın kim olduğuna bakmadan tedavi etme tarafındadır. O vicdanını sistemin istemlerine satmamıştır, meslek etiğini savunmaktadır... Mustafa Çirkin Sason ile yüzleşirken geçirmiş olduğu sinir krizini o kadar başarılı bir şekilde yapar ki, o an kendi özgürlüğü için suçlu Sason’u zorlayacaktır, fakat sınırını bilir ve kendisini kontrol eder. Bu arada oyuncu olarak sesini çok başarılı bir şekilde kullanır…

Oyunda en çok dikkati çeken Mühendis rolü ile Can Şıkyıldız. O bir an önce sorunun çözümü tarafındadır ve siyah ve beyaz gibi net çizgiler ile olaya bakmaktadır. O bir anlamda sıkılan yumruğun sesidir… Analitik çözümün keskin çizgisi vardır ve o analitik çözümün en acımasız alanından bakmaktadır.

Kamyon Şoförü (Burak Çevik) ise yumruğun kendisidir. Açtır, henüz eşyasını boşaltmadan onu buraya getirmişlerdir. Kaba güç ile sorunu çözme tarafındadır… İlk bölümde bir anlamda işkencecidir… Sorunların üzerine felsefi düşünecek konumda değildir, o bir an önce kamyonuna kavuşup, getirmiş olduğu eşyayı boşaltmak derdindedir.

Trajik komik rol ile Köylü rolünde Mert Asker dikkati çekmektedir… O en son denediği çobanlık konusunda da başarısız olma korkusundandır, birçok şeyler denemiş ama hep başarısız olmuş bir köylüdür… Bir an önce sonlanması tarafındadır, fakat hücrede yer alan diğer suçsuzlar karşısında en ezik konumdadır ve pek ciddiye alınmaz, sürekli susturulur… suçu üstüne almak eğilimindedir, çünkü o köylü olduğu için diğerlerine göre eğitimi daha düşüktür, her toplumda olduğu gibi düşük eğitimli biri suçu üstlenmesi o kadar yadırganacak bir şey değildir. Genelde suç “öteki” kabul edilenlerin üstüne yapışır, olarda bir anlamda kaderin bir çizgisi gibi sorgulamadan kabul eder, kaybedeceği fazla bir şeyi yoktur.

İlk bölüm bir cinayet ile sonlanır ve suçsuz insanlar valinin niyetini yerine getirdikleri için özgür kalırlar…

İkinci bölüm, aradan dört yıl geçmiştir ve darbe ile vali koltuğundan olmuş ve vurularak öldürülmüştür... Benzer bir tutuklama olur, tıpkı dört yıl öncesi gibidir ama bir kişi eksiktir, parmaklarını kesen matbaacı yoktur, o da intihar etmiştir bu arada… 

O hücrede işlenen cinayetin suçlusu aranmaktadır.

Darbeciler bu sefer aynı insanları aynı hücreye koyarlar ve işlenen o cinayetin suçlusu bulunmasını isterler. Bulunan suçlunun tek cezası vardır, ölüm… İlk bölümdeki kadar keskin tartışmalar yoktur, felsefi çözümlerin yerini bir arayış almıştır… Bu bölümde öğrenci okulu bitirmiş ve hakim olmuştur. Yıllar sonra bir darbe ile iktidarı ele geçirdikten sonra geçmişte olduğu o hücrede yaşadıklarını sorgulamaktadır, başka bir anlamda geçmiş ile yüzleşmektedir… Elbette siz seyirci olarak onların yerine bu sefer de koyarsanız ne hissedersiniz? Yıllarca birikmiş bir vicdani hesaplaşma içinde olmak mı, yoksa gerçekten içlerinde katili mi bulmak ister?

Oyun biter ve katil kendisini vurmuştur, gerçekten katil o mu?

Oyuncular yönetmenin kendilerine verdiği rolü başarılı bir şekilde yerine getirmiştir. Sahnenin dekoru, seçilen müzik, kullanılan efektler, ışık bir bütün olarak oyunu sahnede daha görünür kılmış, dramaturg oyunun akışına başarılı dokunuşu hissediliyor… Yönetmen bu oyun için çok başarılı bir ekip kurmuş ve oyunu bu sene İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun sahneye koyduğu bana göre en başarılı çalışması yapmış…

Oyunun sonucunda tüm salon ayağa kalkıp oyuncuları ve emeği geçenleri alkışlamıştır.  Oyuncular ve sanrım emeği geçenler alın terlerinin karşılığını bu alkışlar ile aldıklarını düşünmekteyim…

İsmail Cem Özkan

 

Suçsuzlar Çağı Suçlular Çağı

Yazan: Siegfried Lenz

Çeviren: Sezer Duru

Yöneten: ÖzgürYalım

Yönetmen Yardımcısı: Sertel Uğur

Dramaturg:  SelenKorad Birkiye

Dekor&Kostüm Tasarımı: Nalan Alaylı

IşıkTasarımı: İ. Önder Arık

Müzik: Zafer Aracagök

Asistan: Sencer Çanakçıoğlu, Şeyda Arslanalp

Oyuncular:

Konsolos: Sertel Uğur

Köylü: Mert Asker

Mühendis: Can Şıkyıldız

Bankacı: Berk Sezenler

Otelci: Aydın Sezgin

Kamyon Şoförü: Burak Çevik

Basımevci: Yiğithan Zirek

Sason: Eren Pekgöz

Öğrenci/Hakim: Berk Yaparel

Doktor: Mustafa Çirkin

Binbaşı: Sefa Çelenk

Nöbetçi: Yunus Uğurlu

Yüzbaşı: İbrahim Cem Tek

Haberci: Sencer Çanakçıoğlu

 

Sahne Amiri: Cengiz Aydoğan

Kondüvit: Seyfettin Akcan

Işık Kumanda: Sercan Sayın

Dekor Sorumlusu: Hüseyin Tekcan

Aksesuar Sorumlusu: Barış Akbaş

Erkek Terzi: Ramazan Çakır

Perukacı: Zeynep Bolkısık Bağ

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.