Galata Gazete


22 Nisan 2017 Cumartesi

Ahmed Arif Anadoluyum ben…

Ahmed Arif Anadoluyum ben…

21 Nisan 1927 yılında Diyarbakır Hançepek semtinde dünyaya gözlerini açıp ilk çığlıklarını bıraktığında ailesi oğullarının Türkçeyi en iyi şekilde kullanan bir şair olacağını düşünemezdi…  o yaşadığı çevreden, gittiği okuldan aldığı öğrenim ile özgür düşünceyi ve hayal dünyasının sınırlarını sonsuz olduğunu farkına vardı. Nazım hikmet’in şiirlerini Halkevleri'nin dergilerinden okudu, sınıf bilincini öğretmenlerinin klasik Rus edebiyatının çeviri romanlarının ders olarak işlenmesinden anladı… Köy Enstitüleri öğrenime kazandırdığı çeviri kitaplar geri kalmış ilerlemek için çaba sarf ederken işbirlikçi sermeyenin devletinin yaratmış olduğu tüm çelişkiler Ahmed Arif’in bilincinde yeniden biçimlenmiş ve yorumlanmış…

Kürt halkının zalimin hükümdarlığı altında yaşamış olduğu acılar onun ezgilerinde ileriye taşınmış, acıların dile geldiğine ‘Otuzüç Kurşun’ şiirinde şahitlik eriz…

“  Baktı otuzüçten biri
   Karnında açlığın ağır boşluğu
   Saç, sakal bir karış
   Yakasında bit,
   Baktı kolları vurulu,
   Cehennem yürekli bir yiğit,
   Bir garip tavşana,
   Bir gerilere. “

Resmi tarihin yok saydıkları onun şiirinde hayat bulmuştur, kuşaktan kuşağa aktarılan o otuzüç yurtseverin hikayesi bugün tüm çıplaklığı ile bilinmektedir…

Şiirlerinde hep ezilen insandan yana oldu ve ezilenlerin kardeşliğine vurgu yaptı. Geldiği yeri unutmadan, sınıf mücadelesini örgütlü olacağını gözden uzak tutmadı. Öğrencilik yıllarında gözaltına alınışı yazmış olduğu bir şiirinden dolayıdır. O yazdığını inkar etmez savunur… Yarım ve henüz bitmemiş şiiri başına açmış olduğu bu felaket sırasında babasını kaybetmiştir, babası onun içeride olduğunu bilmeden aramızdan ayrılır…

Acılardan yorulmuş yaşantısının içine giren tüm diğer yaşamlar ile birlikte Metin Boran ozanın hayatını sahneye taşımıştır. Tek kişilik oyunda ozana hayat veren Murat Yılancı dönemin anlayışını ve ozanın vermek istediği mesajları sahnede başarılı bir şekilde yerine getirmektedir. Her bir cümlesi, vurgusu ve mimikleri ilmek ilmek işlenmiştir. Tek başına sahnede olmak hem avantaj hem de dezavantajdır, çünkü unuttuğunuzda size yardım edecek biri yoktur, o an ustalığın gereğini yerine getirmek ve seyirciye hissetmeden durumu kotarması gereklidir, ama canlandırdığı kişi büyük bir ozansa ve hem de doğum gününe gelen bir günde sahneye çıkmışsa omzuna aldığı yük daha fazladır… Murat Yılancı bu zorlu görevi başarılı ile sahnede gerçekleştirmiştir.

Sahne düzenlemesi, seyirciye göre sol tarafta bir çalışma masası vardır. Ozanın daktilosu, okuduğu kitaplar, karalamaları olan şiir notları olan kağıtlar… Anadolu’yu sembolize eden bir halının üzerinde durmaktadır…  Masanın sağında yerde yatan falaka için kullanılmış, gerek olduğunda savunma için barikat olan bir sandalye… Onun sağında ise koltuk… Oyuncu bir kişiliğe hayat verirken bu sahne düzenlemesi içinde rahat hareket edebilmektedir…

Işık, oyuncuyu takip etmez oyuncu ışığı ile buluşur… Özel tiyatrolar düşük bütçeli işler içinde olanı en iyi şekilde kullanmak zorundadır… var olan olanaklar içinde ışık oyunun ruhuna yakışır, oyuncunun mimiklerini öne çıkarak-n bir düzlemdedir… Seyirciyi sahneye bağlayabilmektedir… 

Metin Boran’ın yazıp yönettiği oyun hem büyük bir ozanı yeni kuşağa tanıtmakta hem de yeniden onun hayatını yorumlamaktadır…

Oyundan çıktığınızda hemen unutacağınız bir oyun değil, etkileyicidir… Balon ve para kazanmak amaçlı üretilmeyen oyunda yakın tarihimizin ozanın çevresinden bir kere daha yorumlandığına şahitlik etmekteyiz…

Rampa Tiyatro adına yapımcılığını Selin Ayık yaptığı oyunda;
Işık: Yüksel Aymaz
Dekor: Ş. Fırat Çete
Kostüm: Melis Tamtaş
Türküler: Celal Güzelses
Asistanlar: Melis Tamtaş, Burcu Kurt, Sude Naz Çimen
Afiş: E. İpek Topal’ın emeği üzerine oturmuştur.

İsmail Cem Özkan



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.