12 Öfkeli Adam, Hukuk mu Yargılıyor, Tarih mi?
1970’li yıllar... Muhtıra verilmiş, hükümet düşürülmüş;
ülkede siyasi kriz derinleşmişti. Sol hareketlere karşı sürek avı başlatılmış,
cezaevlerinden kaçanlar, sokak çatışmaları, bildiriler ve siyasi operasyonlar
ülkeyi kasıp kavuruyordu.
Kayseri civarında yakalanan devrimciler ve onları kurtarmaya çalışan yoldaşları
Kızıldere’de öldürüldü. Bu süreçte davalar birbiri ardına açıldı, idamlar
konuşulmaya başlandı.
Sıkıyönetim ilan edildi. Atanmış hâkimler, hukuki temeli olmayan, tamamen siyasi iradenin taleplerine göre şekillendirilmiş suçlamalarla kararlar vermeye başladı. Dönemin “anarşist” olarak yaftalanan gençleri hakkında ardı ardına davalar açıldı.
Ama asılan sadece insanlar değildi — hukukun kendisiydi!
Her olağanüstü dönemde önce hukuk boğulur, sonra insanlar darağacına gönderilir.
Meşru olmayan kararlar, meclis eliyle meşrulaştırılıyor;
seçilmiş milletvekillerine önceden hazırlanmış kararlar sadece onaylatılıyordu.
Meclis vardı, ama bu görünürlük yalnızca dış dünyaya karşı bir meşruiyet algısı
yaratmak içindi.
Bu tarihsel bağlamda sahnelenen “12 Öfkeli Adam”, dönemin
karanlık yüzüne ışık tutan, belgelere dayanan, politik ve vicdani bir yüzleşme
metni olarak dikkat çekiyor. Oyun, üç devrimcinin idamını onaylamak üzere
oluşturulan meclis komisyonunu merkezine alıyor. Gerçek meclis tutanaklarından
alınan diyaloglar, yıllar sonra sahnede canlandırılıyor.
Sahne sade ama çarpıcı: Salonun ortasında bir masa; masada
oturan bir vekil…
Bu vekil, dönemin gazete haberlerini yüksek sesle okuyarak seyirciye dönemin atmosferini
adım adım yaşatıyor. Seçilen haberler bilinçli olarak kurgulanmış; seyircinin
çoğunlukla haberdar olmadığı olaylar, sesli anlatımlarla aktarılıyor.
Yorumlarda şaşkınlık, öfke ve “Bu kadar da olamaz!” türünden tepkiler
yankılanıyor salonda.
Yıllar boyunca Denizler hakkında yazılmış yüzlerce anı
kitabı, destansı anlatımlar, kişisel tanıklıklar okuduk. Ancak bu oyun, kişisel
yorumlardan çok somut belgelere, özellikle meclis tutanaklarına dayanmasıyla
farklılaşıyor. İki sağcı ve iki sol/sosyal demokrat vekilin, bu üç gencin idam
sürecine dair mecliste yaptığı konuşmalar, sahnede yeniden hayat buluyor.
Oyunun en güçlü yönlerinden biri, olaylara farklı bakış
açıları sunması. Aynı olay, oturduğun yerden, sahip olduğun dünya görüşünden
bakıldığında bambaşka bir anlam kazanıyor. Bu durum, sadece siyasal değil, aynı
zamanda vicdani bir yüzleşmeyi de gündeme getiriyor. Meclisteki tartışmalar
arasında sert gerilimler yaşanıyor; ama seyirciye düşen görev yalnızca izlemek
değil, taraf olmaktır. Çünkü burada sadece vekiller değil, seyircinin de
vicdanı yargılanıyor.
Oyun boyunca seyirci, kimi zaman sahnedeki görüşe alkışlarla
katılıyor, kimi zaman ise sessizliğe bürünüyor. Oyun sonunda oyuncularla
seyirciler arasında yapılan söyleşi, bu etkileşimi daha da derinleştiriyor.
Sahnede yaşanan yalnızca bir dönem anlatısı değil; aynı zamanda bugüne de
uzanan, “hukuk, vicdan, adalet ve hafıza” ekseninde bir sorgulama.
Bir anlamda seyirci bu oyunun içindedir; ama asıl yargıç,
tarihin kendisidir.
Oyunculuk Performansı ve Sahne Etkisi
Oyuncuların performanslarını değerlendirecek olursak, her
biri son derece başarılı. Seslerini, mimiklerini ve beden dillerini öylesine
etkili kullanıyorlar ki, seyirci olarak kendimizi adeta sahnenin ortasında
yaşanan tartışmanın tarafı gibi hissediyoruz.
Her oyuncunun, oyun kurgusu içerisinde sesini yükseltmesi,
karakterini yorumlaması, mantık süzgecinden geçirilmiş replikleri canlandırması
ve üstlendiği rolün gerekliliklerini yerine getirmesi sahneye güçlü bir
dinamizm kazandırıyor. Zaman zaman ayakta verilen tepkiler, yükselen gerilimle
birlikte sese ve vücut diline yansıyor; bu da doğrudan seyirciye ulaşıyor.
Ani ses yükselmeleri, parlamalar yerinde kullanılmış;
verilen sessizlikler ise oyunun atmosferini güçlendirmek açısından son derece
etkili. Bu sessizlik anları, tartışan karakterlerin vicdan muhasebesi yaptığı
anlara dönüşüyor ve izleyiciye düşünme fırsatı sunuyor.
Bilge, yatıştırıcı bir ses tonuyla konuşan karakter ise
çatışmayı körüklemek yerine, müzakere görüntüsü altında yaşanan görünmez bir
gerilimin parçası hâline getiriyor seyirciyi. Böylece izleyici yalnızca olan
biteni izleyen değil, içsel bir taraf hâline de geliyor.
Mehmet Esatoğlu, Hamit Demir, Bertan Dirikolu ve Engin
Alpateş… Her biri sahnede birbirini tamamlıyor. Bireyselmiş gibi görünen
itirazlar aslında tek tek bireylerin değil, kamusal vicdanın sesi hâlinde
karşımıza çıkıyor. Oyunun atmosferi, bu dört oyuncunun uyumuyla derinleşiyor.
Sahnedeki masaya taşınan tartışmalar yalnızca geçmişin değil, bugünün de
izdüşümünü içinde barındırıyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu tarihsel ve
siyasal çatışmalar kadar, resmi tarihin çizdiği sınırlar içinde sürdürülen
ideolojik müzakerelerin günümüze yansıyan hali de oyunda güçlü biçimde
hissediliyor.
Teşekkür:
Bu oyunu izleme ve üzerine düşünerek yazma fırsatını bana sunan tüm yaratıcı
ekibe ve sahne arkasında emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Geçmişle yüzleşmeden bugünü anlamak mümkün değil. “12 Öfkeli
Adam”, bu yüzleşmenin sahnede ete kemiğe bürünmüş hâlidir.
İsmail Cem Özkan
Araştıran / Yazan / Yöneten: Murat Karahüseyinoğlu
Oynayanlar: Mehmet Esatoğlu, Hamit Demir, Bertan Dirikolu,
Engin Alpateş
Müzik: Mahur Beste (Söz: Attila İlhan / Beste: Ahmet Kaya)
Çizer: Tolgay Palaska
Afiş ve Sahne Tasarımı: Murat Karahüseyinoğlu
Not: İdam görüşmeleri 10 Mart 1972’de başlamıştır. Deniz
Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamına karar veren askeri mahkeme,
“müessese olarak bunlar üzerinde hüküm vermeyi kamu vicdanına, tarihe ve
TBMM’nin takdir ve yetkisine bırakmayı uygun görerek” konuyu meclise havale
etmiştir.
İdam kararları 5 Mayıs 1972 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmış, infazlar 6
Mayıs sabahı gerçekleştirilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.