Galata Gazete


24 Haziran 2025 Salı

12 Öfkeli Adam, Hukuk mu Yargılıyor, Tarih mi?

12 Öfkeli Adam, Hukuk mu Yargılıyor, Tarih mi?

1970’li yıllar... Muhtıra verilmiş, hükümet düşürülmüş; ülkede siyasi kriz derinleşmişti. Sol hareketlere karşı sürek avı başlatılmış, cezaevlerinden kaçanlar, sokak çatışmaları, bildiriler ve siyasi operasyonlar ülkeyi kasıp kavuruyordu.
Kayseri civarında yakalanan devrimciler ve onları kurtarmaya çalışan yoldaşları Kızıldere’de öldürüldü. Bu süreçte davalar birbiri ardına açıldı, idamlar konuşulmaya başlandı.


Sıkıyönetim ilan edildi. Atanmış hâkimler, hukuki temeli olmayan, tamamen siyasi iradenin taleplerine göre şekillendirilmiş suçlamalarla kararlar vermeye başladı. Dönemin “anarşist” olarak yaftalanan gençleri hakkında ardı ardına davalar açıldı.
Ama asılan sadece insanlar değildi — hukukun kendisiydi!
Her olağanüstü dönemde önce hukuk boğulur, sonra insanlar darağacına gönderilir.

Meşru olmayan kararlar, meclis eliyle meşrulaştırılıyor; seçilmiş milletvekillerine önceden hazırlanmış kararlar sadece onaylatılıyordu. Meclis vardı, ama bu görünürlük yalnızca dış dünyaya karşı bir meşruiyet algısı yaratmak içindi.

Bu tarihsel bağlamda sahnelenen “12 Öfkeli Adam”, dönemin karanlık yüzüne ışık tutan, belgelere dayanan, politik ve vicdani bir yüzleşme metni olarak dikkat çekiyor. Oyun, üç devrimcinin idamını onaylamak üzere oluşturulan meclis komisyonunu merkezine alıyor. Gerçek meclis tutanaklarından alınan diyaloglar, yıllar sonra sahnede canlandırılıyor.

Sahne sade ama çarpıcı: Salonun ortasında bir masa; masada oturan bir vekil…
Bu vekil, dönemin gazete haberlerini yüksek sesle okuyarak seyirciye dönemin atmosferini adım adım yaşatıyor. Seçilen haberler bilinçli olarak kurgulanmış; seyircinin çoğunlukla haberdar olmadığı olaylar, sesli anlatımlarla aktarılıyor. Yorumlarda şaşkınlık, öfke ve “Bu kadar da olamaz!” türünden tepkiler yankılanıyor salonda.

Yıllar boyunca Denizler hakkında yazılmış yüzlerce anı kitabı, destansı anlatımlar, kişisel tanıklıklar okuduk. Ancak bu oyun, kişisel yorumlardan çok somut belgelere, özellikle meclis tutanaklarına dayanmasıyla farklılaşıyor. İki sağcı ve iki sol/sosyal demokrat vekilin, bu üç gencin idam sürecine dair mecliste yaptığı konuşmalar, sahnede yeniden hayat buluyor.

Oyunun en güçlü yönlerinden biri, olaylara farklı bakış açıları sunması. Aynı olay, oturduğun yerden, sahip olduğun dünya görüşünden bakıldığında bambaşka bir anlam kazanıyor. Bu durum, sadece siyasal değil, aynı zamanda vicdani bir yüzleşmeyi de gündeme getiriyor. Meclisteki tartışmalar arasında sert gerilimler yaşanıyor; ama seyirciye düşen görev yalnızca izlemek değil, taraf olmaktır. Çünkü burada sadece vekiller değil, seyircinin de vicdanı yargılanıyor.

Oyun boyunca seyirci, kimi zaman sahnedeki görüşe alkışlarla katılıyor, kimi zaman ise sessizliğe bürünüyor. Oyun sonunda oyuncularla seyirciler arasında yapılan söyleşi, bu etkileşimi daha da derinleştiriyor. Sahnede yaşanan yalnızca bir dönem anlatısı değil; aynı zamanda bugüne de uzanan, “hukuk, vicdan, adalet ve hafıza” ekseninde bir sorgulama.

Bir anlamda seyirci bu oyunun içindedir; ama asıl yargıç, tarihin kendisidir.

Oyunculuk Performansı ve Sahne Etkisi

Oyuncuların performanslarını değerlendirecek olursak, her biri son derece başarılı. Seslerini, mimiklerini ve beden dillerini öylesine etkili kullanıyorlar ki, seyirci olarak kendimizi adeta sahnenin ortasında yaşanan tartışmanın tarafı gibi hissediyoruz.

Her oyuncunun, oyun kurgusu içerisinde sesini yükseltmesi, karakterini yorumlaması, mantık süzgecinden geçirilmiş replikleri canlandırması ve üstlendiği rolün gerekliliklerini yerine getirmesi sahneye güçlü bir dinamizm kazandırıyor. Zaman zaman ayakta verilen tepkiler, yükselen gerilimle birlikte sese ve vücut diline yansıyor; bu da doğrudan seyirciye ulaşıyor.

Ani ses yükselmeleri, parlamalar yerinde kullanılmış; verilen sessizlikler ise oyunun atmosferini güçlendirmek açısından son derece etkili. Bu sessizlik anları, tartışan karakterlerin vicdan muhasebesi yaptığı anlara dönüşüyor ve izleyiciye düşünme fırsatı sunuyor.

Bilge, yatıştırıcı bir ses tonuyla konuşan karakter ise çatışmayı körüklemek yerine, müzakere görüntüsü altında yaşanan görünmez bir gerilimin parçası hâline getiriyor seyirciyi. Böylece izleyici yalnızca olan biteni izleyen değil, içsel bir taraf hâline de geliyor.

Mehmet Esatoğlu, Hamit Demir, Bertan Dirikolu ve Engin Alpateş… Her biri sahnede birbirini tamamlıyor. Bireyselmiş gibi görünen itirazlar aslında tek tek bireylerin değil, kamusal vicdanın sesi hâlinde karşımıza çıkıyor. Oyunun atmosferi, bu dört oyuncunun uyumuyla derinleşiyor. Sahnedeki masaya taşınan tartışmalar yalnızca geçmişin değil, bugünün de izdüşümünü içinde barındırıyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu tarihsel ve siyasal çatışmalar kadar, resmi tarihin çizdiği sınırlar içinde sürdürülen ideolojik müzakerelerin günümüze yansıyan hali de oyunda güçlü biçimde hissediliyor.

Teşekkür:
Bu oyunu izleme ve üzerine düşünerek yazma fırsatını bana sunan tüm yaratıcı ekibe ve sahne arkasında emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Geçmişle yüzleşmeden bugünü anlamak mümkün değil. “12 Öfkeli Adam”, bu yüzleşmenin sahnede ete kemiğe bürünmüş hâlidir.

İsmail Cem Özkan

 

Araştıran / Yazan / Yöneten: Murat Karahüseyinoğlu

Oynayanlar: Mehmet Esatoğlu, Hamit Demir, Bertan Dirikolu, Engin Alpateş

Müzik: Mahur Beste (Söz: Attila İlhan / Beste: Ahmet Kaya)

Çizer: Tolgay Palaska

Afiş ve Sahne Tasarımı: Murat Karahüseyinoğlu

Not: İdam görüşmeleri 10 Mart 1972’de başlamıştır. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamına karar veren askeri mahkeme, “müessese olarak bunlar üzerinde hüküm vermeyi kamu vicdanına, tarihe ve TBMM’nin takdir ve yetkisine bırakmayı uygun görerek” konuyu meclise havale etmiştir.
İdam kararları 5 Mayıs 1972 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmış, infazlar 6 Mayıs sabahı gerçekleştirilmiştir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.