Filler Savaşırken Ezilenler
Müslümanın Müslümanı vurması, tarih boyunca hep yaşandı;
bugün olanlar da bu tarihsel zincirin bir halkası. Ne yazık ki, İslam dünyası
hiçbir dönemde tam anlamıyla bir birlik içinde hareket edemedi. Dini kuran
peygamberin vefatından sonra bile, rivayetlere göre cenaze namazı bile doğru
dürüst kılınamamıştı; çünkü son nefesiyle birlikte iktidar mücadelesi
başlamıştı. Bu rivayetlerin doğruluğunu tarihçilere bırakalım. Ancak gerçek şu
ki, İslam tarihinin ilk yıllarından itibaren neredeyse tüm liderlerin ölümleri
ya kuşkuludur ya da doğrudan en yakınları tarafından gerçekleştirilmiştir.
Halifelik kurumu inşa edilirken, Ehlibeyt soyunun sistematik
biçimde dışlandığı, hatta yok edildiği tarihsel bir gerçektir. Kellelerin
kesildiği, çocukların çölde susuz bırakıldığı o karanlık dönemlerin izleri,
bugün hâlâ Şam’daki Mevlevî Camii’nde belgelenmiş şekilde durmaktadır.
Kuruluşta başlayan ayrılık, günümüzde de farklı biçimlerde
sürmektedir.
İslam dünyasındaki bu parçalanma tarihi yalnızca geçmişte kalmadı; bugün de
aynen devam ediyor.
İran Gerçekten Bir Ulus-Devlet mi?
İran bir ulus-devlet değildir. İçindeki etnik ve mezhepsel
yapılar, merkezi otoriteyi her an sarsabilecek potansiyele sahiptir. Günün
birinde bu yapı çöker ve içinden ulus-devletler çıkarsa —ki ben bunun daha
sağlıklı olacağını düşünenlerdenim— bu durum, Pakistan, Afganistan ve Hindistan
gibi ülkelerin de peş peşe dağılmasına neden olabilir. Belki de Ortadoğu için
gerçek çözüm budur. Umarım gerçekleşir.
İslam dünyasında “cihatçı” bakış açısı her zaman var
olmuştur. Ancak bu bakış genellikle kim güçlüyse onun arkasına dizilme eğilimi
taşır. Din, doğuşundan itibaren kendi içine bir tür çöküş mekanizması da
yerleştirmiştir. Bu yüzden İslam tarihi, bir anlamda güçlülerin kendi kendini
yok ettiği bir tarih olmuştur. Genişleme bile çoğu zaman bu iç savaşlar
üzerinden gerçekleşmiştir.
Dinin toplumlar üzerindeki hâkimiyeti sürdükçe, otokrat
liderler, baskı, katliam ve zulüm de varlığını sürdürecektir. Çünkü dinin
olduğu yerde, çoğu zaman sorgusuz itaati emreden bir otokratik iktidar yapısı
da bulunur.
Biz Ne Yapıyoruz?
Bugün savaşanlar birbirlerini öldürüyor. Peki, biz ne
yapıyoruz?
Tarihte zavallılar, mazlumlar, güçlüler arasında çaresizce
ölümlerini beklemiştir. Katliamlar, soykırımlar hep bu güçler arasında
kalanlara yapılmıştır. Mazlumlar savaş sırasında “kurtuluş için ne yapmalıyım?”
sorusunu önlerine koyamazlar.
Tarih bize hep aynı şeyi anlatır; bir kez daha
seslendirelim:
"Filler savaşırken, altında ezilen hep güçsüzler olur."
Mazlumun tek çığlığı vardır:
"Savaşı durdurun!"
Ama savaş durmaz. Çünkü savaşanlar, ölümden değil, kazançtan
beslenir. Kan akmaya devam ederken, silah tüccarları kasalarını doldurur.
İsrail, İran’ı Neden Vurdu?
Son gelişmelerde İsrail, İran’ı vurdu. Ancak bu saldırının
ardında yalnızca İsrail yok. İsrail, arkasına bazı Müslüman güçlerin desteğini
almadan böyle bir hamleyi yapmazdı. Bu yüzden bu savaşı “Yahudilerin
Müslümanları vurduğu” şeklinde yorumlamak eksik bir bakış açısı olur.
Bu savaş, doğrudan emperyalist çıkarların bir ürünüdür. İran
ise uzun süredir mezhepçi bir yayılma politikası izliyor. “Şii Kuşağı”
oluşturma çabası, onu İsrail’in başlıca hedeflerinden biri hâline getirdi.
İsrail’e yönelik sert söylemler ve düşmanlık politikaları da bu sürecin doğal
sonuçlarından biridir.
İran, tıpkı kuruluş sürecinde olduğu gibi bugün de Batı
emperyalizminin bir ürünü olarak varlığını sürdürüyor. ABD ve İngiltere
desteğiyle kurulan bu yapı, artık işlevini yitirmiş görünüyor. Onu kuran
güçler, şimdi onu ortadan kaldırmaya hazırlanıyor. Çünkü emperyalizm, kurduğu
yapıları zamanı geldiğinde parçalamaktan çekinmez. İçine yerleştirdiği “çöküş
dinamiği” her zaman hazırdır.
Bugün olan biteni sadece bir İran-İsrail savaşı olarak
görmek, yaşanan büyük oyunu küçümsemek olur. Asıl mesele, güçsüzlerin bu
savaşın neresinde durduğu. Çimen olmak istemiyorsak, gözümüzü gökyüzündeki
fillerle değil, toprağın üzerindeki gerçeklerle açmalıyız.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.