Galata Gazete


22 Haziran 2025 Pazar

İspanya’dan İran’a Uzanan Tarihsel Kırılma

İspanya’dan İran’a Uzanan Tarihsel Kırılma

İkinci Dünya Savaşı öncesinde İspanya, savaşın genel bir provasıdır. İç savaş başlamış; dünyanın tüm devletleri oraya askerini, teknolojisini göndermiş; sol ve anarşist birliklere karşı savaşmış, son silahlarını onların üzerinde kullanarak bir genel prova yapmıştır.

İspanya İç Savaşı’nda Stalin, solcuları ve anarşistleri Hitler ile yaptığı anlaşma doğrultusunda satarak, lojistik desteğini çekmiş; böylece yenilginin ortamını hazırlamış ve 30 yıl sürecek bir diktatörlüğün kuruluşunu ilan etmiş oldu.

İspanya, faşizme karşı direnişin, destanın yazıldığı yerdir. Ama aynı zamanda ihanetin, arkadan bıçaklanmanın da tarihidir.

İran-İsrail savaşı, Üçüncü Dünya Savaşı'nın genel provası olarak ortaya çıkmıştır. Tıpkı İspanya gibi bir ülke seçilmiştir. Din birliği ile oluşturulmuş bir devlette, ulusların durumu; yani tarihsel olarak parçalanmanın yaşandığı bir yerde, uluslaşma ve ayrılığın yerini bir diktatörlük doldurmuş; din, iç savaş sonrası yapıştırıcı bir unsur olarak korunmuştur.

Bugün dahi İspanya, din birliği ve krallık bayrağı altında tek bir devlet gibi görünse de; aslında içte üç ayrı devletten oluşmaktadır.

İran’da ise dinî iktidarın gideceği artık kesindir. Peki, yerini nasıl bir diktatörlük alacak? Sonuçta ABD ve İsrail, İran üzerinde travmatik bir etki yaratmış ve bu etki, orada yaşayan halkların zihninin arka fonuna sessizce yerleştirilmiştir.

Bu savaş, sonuçta ABD ve emperyalist devletlerin onayı ile kurulmuş olan İslam Devleti’nin; yani “yeşil kuşak” politikasının artık tarihe gömüldüğünün ilanıdır. Çünkü yeşil kuşak politikasının tek amacı; solun, yani işçi sınıfı devletlerinin Ortadoğu coğrafyasında iktidara gelişini engellemek ve sol örgütleri yok etmektir.

Kısaca: emperyalist ve kapitalist sistem için tehlikeli olan her şeyi yok edip, sistemle asla sorunu olmayacak dini yerleştirmek; din savaşlarını görünür kılarak Batı’da oluşmuş göreceli demokrasilerin yerini neo-faşistlerin iktidara getirilmesiyle doldurmak ve böylece küreselleşmenin tamamlanmasını sağlamaktır.

Ancak küreselleşme, ulus-devletin güçlü olduğu coğrafyalarda tam olarak kurumsallaşamaz. Çünkü yerel şirketler, küresel şirketlerin çıkarlarına çomak sokmaya devam eder. Küreselleşme, yerel şirketlerin küresel şirketler içinde erimesidir. Yerel şirketler, ulus-devleti güçlendirir ve onun koruyucusudur. Çünkü yerel şirketi yaratan da yine ulus-devlettir.

Ortadoğu’da yeşil kuşak politikasının yerini “Büyük Ortadoğu Stratejisi” ve onun pratik ayağı olan “Arap Baharı” almıştır. Bu, küresel şirketlerin ihtiyaç duyduğu enerji topraklarını ele geçirmek için devreye sokulmuştur. Çünkü enerji olmadan şirketlerin üretim yapma ve küresel düzeyde verimli olma ihtimali yoktur.

Şirketler her ürününü, parası olana göre biçimlendirmekte; her sınıfın tüketeceği ürün, o sınıfın kullandığı mağazalarda yerini almaktadır. Ülkemizde “üç harfli” mağazalar, işçi sınıfı ve yoksul halkın mağazalarıdır. O mağazalarda onların parasına uygun ürünler bulunurken, AVM’lerdeki markaların benzer ürünleri, daha kaliteli ve daha gösterişli hâliyle yer almaktadır.

Sınıflar artık daha görünür hâle gelirken; geçişin zorlaştığı, özenilen bir hayat ise işçi sınıfının çocuklarına dayatılmakta ve onları, emekten uzak, sanal bir gerçeklik içine çekmektedir. Bu hayat, yalnızca aileden alınan para ile ya da satılan uyuşturucudan elde edilen kazançla yaşanabilir bir hâle getirilmiştir.

Sonuçta, var olan tüm örgütsel yapılar dağıtılmış ve yeniden biçimlenmektedir. İşçi sınıfı, yeni duruma göre örgütsel yapısını zaman içinde oluşturacaktır. Ancak bugün için var olan birçok yapı; sadece protesto eden, küçük ekonomik damlalarla zafer ilan eden, fakat siyasi sonuç üretemeyen yapılara dönüşmüştür.

Küreselleşme yalnızca ulus-devleti değil; yerel olan tüm örgütlerin de altını boşaltmaktadır.

Emperyalizm, yeni savaş stratejisine uygun olarak İran gibi dinci-emperyalist devletleri ortadan kaldırmaktadır. Bu, sömürgeci İspanya’nın sonlandırılması gibidir.

Peki bu yeni dünya düzeni, Üçüncü Dünya Savaşı’nın fiilen başlamasını daha da yakına mı çekmiştir?

Çünkü İran-İsrail savaşı, artık tarafları ve blokları daha görünür kılmıştır.

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.