Altının Bedeli: Parlayan Cevherin Gölgesinde Yok Olan Yaşam
Altın Neden Bu Kadar Değerli?
Altın neden değerlidir, hiç düşündünüz mü? Doğada nadir
bulunmasından değil sadece. Ondan daha az bulunan elementler de var; ama altın
başka bir şeye hizmet ediyor: İletim. Modern teknolojinin belkemiği olan
çiplerde, en küçük parçaların bile birbirine bağlanmasında altın kullanılıyor.
Çünkü altın, en iyi iletkenlerden biri. Telefonlarımızda, bilgisayarlarımızda,
arabalarımızda hatta uzay araçlarında altın var. Her geçen gün gelişen teknolojiyle
birlikte altına olan ihtiyaç da artıyor. Peki bu kadar çok altın nereden
geliyor? Ve biz bu ihtiyacı karşılarken neleri yok ediyoruz?
Sömürünün Altın Rengine Bürünmüş Hâli
DMAX gibi her ülkede yayınlanan ve yayınladığı ülkenin dili
ile yayın yapan televizyon kanallarında altın arayıcılarının maceraları
anlatılıyor. Büyük makinelerle, devasa çukurlar açılarak doğanın içi oyuluyor.
Bu yayınlar bize “altın aramak” gibi romantize edilmiş bir hikâye sunuyor ama
gerçekte ne yaşanıyor? Doğa tahrip ediliyor, insanlar sömürülüyor, toprağın
altındaki yaşam yok ediliyor. Emperyalizm artık tankla tüfekle değil, medya
aracılığıyla ve yerli taşeronlarla giriyor ülkelerin kalbine. Katliam gibi
projeler, “ekonomik kalkınma” kisvesiyle meşrulaştırılıyor.
Kazdağları'nda, ve diğer dağlarımızda ve altın aranan sahalarda Kanada
(küresel) sermayeli altın şirketleri toprağı delik deşik ederken, oradaki
canlılar ve insanlar görmezden geliniyor. Zeytinliklerin altına “altın” var
diye giriliyor. Hatta yeni yasalarla zeytin ağaçlarının bile altı eşilmeye
çalışılıyor. Sözde kalkınma için, yaşanabilir geleceğimizden vazgeçiyoruz.
Siyanürle Gelen Sessiz Katliam
"Katliam yasasına hayır!" demek yetmez. Bu sadece
hayvanlar için değil, insanlar, dağlar, sular, ormanlar için de geçerli. Ormanlar
yerleşime açılıyor, HES’ler ve JES’ler kurularak yaşam alanları yok ediliyor.
Altın için siyanürle dağlar delinip göller oluşturuluyor. Bu siyanür gölleri
toprakla, suyla karışıyor, ekolojik denge telafisi olmayan bir şekilde
bozuluyor. Dağların altı oyuluyor ve biz hâlâ “kalkınma” masalları dinliyoruz.
Yapay olarak oluşturulmuş siyanür gölleri yeraltı sularını zehirliyor, toprağı
çoraklaştırıyor. Maden ocaklarında meydana gelen kaymalar, patlamalar
"doğal afet" değil, doğa cinayetidir. Ve bu cinayetler, halkın rızası
olmadan, hukuka aykırı şekilde, halkın zararına işlenmeye devam ediyor.
Altının Gerçek Bedeli: Göç, Yoksulluk ve Sessiz Bir Çığlık
Bu yağma sadece doğayı değil, insan hayatını da etkiliyor.
Köylüler topraklarından sürülüyor, sular zehirleniyor, hayvanlar ölüyor, tarım
yapılamaz hâle geliyor. Yerinden edilen insanlar şehirlerin kenar mahallelerine
sığınıyor; kendi yurdunda mülteciye dönüşüyor. Sadece insanlar mı, göçmen
kuşların yolları yok ediliyor, yollarını kaybeden kuşlar yol ararken, sulak
alan bulamadığı için telef oluyor.
CEO’lar, “Türkler iyi taş taşır” diyerek hem küçümseyici hem de sömürücü
niyetlerini açığa vuruyor. Yağmacı şirketler, arkalarında çöp yığınları,
kurumuş dereler, siyanürle kaplı dağlar ve boşaltılmış köyler bırakıp çekip
gidiyor.
Dağların Sessiz Ağıdı
Dağlara çıkmayan bilmez; taşların nasıl dengeyle
dizildiğini, sessizliğin nasıl konuştuğunu. O dağlar milyonlarca yıldır var ve
insan eli değmeden bir ekosistem kurmuş. Şimdi biz o taşların altını oyuyoruz,
dağları ağlatıyoruz. O dağlar ağlarsa, felaket yakındır.
Kazdağları gibi altın madeni aranan yerler sadece bir coğrafya değil, bir yaşam
alanıdır. Orada doğan, orada yaşayan, orada ölen canlılar için vatan demektir.
Yağmacılar içinse yalnızca kâr kapısıdır. Onlar vur-kaç yaparken, geride
yalnızca yıkım bırakıyorlar.
Altının Borsa Yüzü: Değer mi, Felaket mi?
Her şeyin borsası kuruldu. Altının, enerjinin, sanatın… Ne
kadar alınıp satılabilir olduysa, o kadar da doğadan uzaklaştı. Emek göz ardı
edildi. Üretilen değil, speküle edilen değerli hâle geldi. Bu yapay değerler
zinciri, hepimizi uçuruma sürüklüyor. Lale çılgınlığı Hollanda’da yaşanmış
olabilir, ama sanmayın ki bizim başımıza gelmeyecek. Bugün emlak, yarın altın…
Her alanda balonlar şişiyor, patlamaya hazır bekliyor.
Son Söz Yerine: Altın mı, Yaşam mı?
Bir padişahın havuza altın attığı tarihsel hikâye geldi
geçti gözümüzün önünden. O zaman da halk yoksuldu, altın saraydaydı. Bugün de
değişen bir şey yok. Tek fark: Altın artık sarayların değil, şirketlerin
cebinde; bedelini ise doğa ve halk ödüyor.
Altın, belki de en çok şeyin sembolüdür: Hırsın, savaşın, sömürünün, borsanın,
teknolojinin… Ama en az şeyin: Yaşamın. Yaşam altının altına saklanmaz, tam
aksine altın yüzünden yok edilir. Biz seçimimizi yapmalıyız: Altın mı, yaşam
mı?
Doğayı yok eden kişi ve firmalar toprak altına ve tarih sayfalarına girmeden ne
yazık ki bu doğa cinayetleri halka rağmen işlenmeye devam edecektir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.