Galata Gazete


29 Haziran 2025 Pazar

Altının Bedeli: Parlayan Cevherin Gölgesinde Yok Olan Yaşam

Altının Bedeli: Parlayan Cevherin Gölgesinde Yok Olan Yaşam

Altın Neden Bu Kadar Değerli?

Altın neden değerlidir, hiç düşündünüz mü? Doğada nadir bulunmasından değil sadece. Ondan daha az bulunan elementler de var; ama altın başka bir şeye hizmet ediyor: İletim. Modern teknolojinin belkemiği olan çiplerde, en küçük parçaların bile birbirine bağlanmasında altın kullanılıyor. Çünkü altın, en iyi iletkenlerden biri. Telefonlarımızda, bilgisayarlarımızda, arabalarımızda hatta uzay araçlarında altın var. Her geçen gün gelişen teknolojiyle birlikte altına olan ihtiyaç da artıyor. Peki bu kadar çok altın nereden geliyor? Ve biz bu ihtiyacı karşılarken neleri yok ediyoruz?

Sömürünün Altın Rengine Bürünmüş Hâli

DMAX gibi her ülkede yayınlanan ve yayınladığı ülkenin dili ile yayın yapan televizyon kanallarında altın arayıcılarının maceraları anlatılıyor. Büyük makinelerle, devasa çukurlar açılarak doğanın içi oyuluyor. Bu yayınlar bize “altın aramak” gibi romantize edilmiş bir hikâye sunuyor ama gerçekte ne yaşanıyor? Doğa tahrip ediliyor, insanlar sömürülüyor, toprağın altındaki yaşam yok ediliyor. Emperyalizm artık tankla tüfekle değil, medya aracılığıyla ve yerli taşeronlarla giriyor ülkelerin kalbine. Katliam gibi projeler, “ekonomik kalkınma” kisvesiyle meşrulaştırılıyor.
Kazdağları'nda, ve diğer dağlarımızda ve altın aranan sahalarda Kanada (küresel) sermayeli altın şirketleri toprağı delik deşik ederken, oradaki canlılar ve insanlar görmezden geliniyor. Zeytinliklerin altına “altın” var diye giriliyor. Hatta yeni yasalarla zeytin ağaçlarının bile altı eşilmeye çalışılıyor. Sözde kalkınma için, yaşanabilir geleceğimizden vazgeçiyoruz.

Siyanürle Gelen Sessiz Katliam

"Katliam yasasına hayır!" demek yetmez. Bu sadece hayvanlar için değil, insanlar, dağlar, sular, ormanlar için de geçerli. Ormanlar yerleşime açılıyor, HES’ler ve JES’ler kurularak yaşam alanları yok ediliyor. Altın için siyanürle dağlar delinip göller oluşturuluyor. Bu siyanür gölleri toprakla, suyla karışıyor, ekolojik denge telafisi olmayan bir şekilde bozuluyor. Dağların altı oyuluyor ve biz hâlâ “kalkınma” masalları dinliyoruz.
Yapay olarak oluşturulmuş siyanür gölleri yeraltı sularını zehirliyor, toprağı çoraklaştırıyor. Maden ocaklarında meydana gelen kaymalar, patlamalar "doğal afet" değil, doğa cinayetidir. Ve bu cinayetler, halkın rızası olmadan, hukuka aykırı şekilde, halkın zararına işlenmeye devam ediyor.

Altının Gerçek Bedeli: Göç, Yoksulluk ve Sessiz Bir Çığlık

Bu yağma sadece doğayı değil, insan hayatını da etkiliyor. Köylüler topraklarından sürülüyor, sular zehirleniyor, hayvanlar ölüyor, tarım yapılamaz hâle geliyor. Yerinden edilen insanlar şehirlerin kenar mahallelerine sığınıyor; kendi yurdunda mülteciye dönüşüyor. Sadece insanlar mı, göçmen kuşların yolları yok ediliyor, yollarını kaybeden kuşlar yol ararken, sulak alan bulamadığı için telef oluyor.
CEO’lar, “Türkler iyi taş taşır” diyerek hem küçümseyici hem de sömürücü niyetlerini açığa vuruyor. Yağmacı şirketler, arkalarında çöp yığınları, kurumuş dereler, siyanürle kaplı dağlar ve boşaltılmış köyler bırakıp çekip gidiyor.

Dağların Sessiz Ağıdı

Dağlara çıkmayan bilmez; taşların nasıl dengeyle dizildiğini, sessizliğin nasıl konuştuğunu. O dağlar milyonlarca yıldır var ve insan eli değmeden bir ekosistem kurmuş. Şimdi biz o taşların altını oyuyoruz, dağları ağlatıyoruz. O dağlar ağlarsa, felaket yakındır.
Kazdağları gibi altın madeni aranan yerler sadece bir coğrafya değil, bir yaşam alanıdır. Orada doğan, orada yaşayan, orada ölen canlılar için vatan demektir. Yağmacılar içinse yalnızca kâr kapısıdır. Onlar vur-kaç yaparken, geride yalnızca yıkım bırakıyorlar.

Altının Borsa Yüzü: Değer mi, Felaket mi?

Her şeyin borsası kuruldu. Altının, enerjinin, sanatın… Ne kadar alınıp satılabilir olduysa, o kadar da doğadan uzaklaştı. Emek göz ardı edildi. Üretilen değil, speküle edilen değerli hâle geldi. Bu yapay değerler zinciri, hepimizi uçuruma sürüklüyor. Lale çılgınlığı Hollanda’da yaşanmış olabilir, ama sanmayın ki bizim başımıza gelmeyecek. Bugün emlak, yarın altın… Her alanda balonlar şişiyor, patlamaya hazır bekliyor.

Son Söz Yerine: Altın mı, Yaşam mı?

Bir padişahın havuza altın attığı tarihsel hikâye geldi geçti gözümüzün önünden. O zaman da halk yoksuldu, altın saraydaydı. Bugün de değişen bir şey yok. Tek fark: Altın artık sarayların değil, şirketlerin cebinde; bedelini ise doğa ve halk ödüyor.
Altın, belki de en çok şeyin sembolüdür: Hırsın, savaşın, sömürünün, borsanın, teknolojinin… Ama en az şeyin: Yaşamın. Yaşam altının altına saklanmaz, tam aksine altın yüzünden yok edilir. Biz seçimimizi yapmalıyız: Altın mı, yaşam mı?
Doğayı yok eden kişi ve firmalar toprak altına ve tarih sayfalarına girmeden ne yazık ki bu doğa cinayetleri halka rağmen işlenmeye devam edecektir.

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.