Çürüyen Toprak, Betonlaşan Vicdan: Bir Ülkenin Sessiz Çöküşü
Unuttuğumuz Bir Şey Var
Her sabah gözümüzü açtığımız bu topraklarda, kim olduğumuzu
biraz daha unutuyoruz. Toprakla bağımız koptu, vicdanımız betonlaştı. Gıdadan
eğitime, sağlıktan ölüme kadar her şey bir ticarete dönüştü. Yaşamak, bir
maliyet hesabına indirgendi; ölmek ise bir sektör haline geldi.
Tarımda Kimyasal Zehirlenme: Toprağın Sessiz Çığlığı
Bir zamanlar bereket fışkıran topraklarımız, şimdi
kimyasallarla yıkanıyor. Yetişen her şeyin üstüne kontrolsüzce tarım ilacı
dökülüyor, doğal gübreler ya unutuldu ya da o gübreleri üretecek canlılar bile
kalmadı. Sonuç? Yediğimiz her lokma vücudumuza sinsice yayılan birer zehir.
Bu kimyasallar yalnızca midemizi değil, geleceğimizi de
zehirliyor. Kanser vakalarının artışı, Alzheimer’ın sıradanlaşması, doğum
bozukluklarının normalleşmesi bir rastlantı mı? Hayır. Bunlar toprağın
intikamı.
Bunlar yetmezmiş gibi, dünyanın çöpü buraya taşınıyor. Bir
kısmı havaya karışıyor, geri kalanı toprağa atılıyor. İlçelerin çöplerinin
nereye döküldüğünü gördünüz mü hiç? Derelerin, suyollarının kıyılarına...
Nükleer atıklar bile burada! Radyasyonsuz bir tek nokta kaldı mı bu ülkede?
Hastalıklar Ülkesi: Sağlık Sistemi mi, Sağlık Endüstrisi mi?
Sağlık, artık sadece bir hak değil; pahalı bir hizmet.
Olmayan hastalıkların “tedavisi” bizde icat edilir. Check-up paketleriyle
sağlıklı bireyler hasta ilan edilir. Gereksiz ilaçlar, yanlış tanılar, aceleyle
yapılan ameliyatlar... Bütün bunlar sağlığı korumak için değil, sisteme para
akıtmak içindir.
Hasta, müşteri haline gelir. Muhtaç, çaresiz birine
dönüştürülür. Çünkü çaresiz insan, sistemin en verimli kaynağıdır. Elindeki tüm
birikimi vermeye hazırdır. Bu sistem, sağlığı değil bağımlılığı büyütür.
Ölümün Ticareti: Bir Mezarlık Ekonomisi
Ölüm bile bir sektör haline geldi. Organ ticareti, en
karanlık ticaret zincirlerinden biri haline geldi. Büyük şehirlerde mezarlıklarda
yerler satılıyor; mezar yaptırmak bile başlı başına bir ekonomik sömürüye
dönüştü. Tabutu, mermeri, mezar taşı—hepsi birbirine benziyor. Yaşarken birbirinden
farklı olanlar, ölünce aynı kalıba sokuluyor. Hangi şehre, hangi mezarlığa
giderseniz gidin hepsi tek kalıptan çıkma olduğunu görürsünüz.
Ölüm bir acı değil, artık bir alışveriş süreci. Ve bu
süreçten her zaman birileri kâr ediyor.
Beton Şehirler, Yanan Ormanlar: Doğayla Savaş Halindeyiz
Şehirler griye büründü. Ağaçların yerine AVM’ler, parkların
yerine otoparklar yapıldı. Nefes almak bile lüks hale geldi. Ormanlar ise
kaderine terk edildi; yaz geldiğinde “bir şekilde” yanmaya başlıyorlar. Her
yangın, yeni bir rant alanına kapı aralıyor.
Toprak yanıyor, su kirleniyor, hava solunamaz hale geliyor.
Bu bir doğa sorunu değil; bu bir insan sorunu. Çünkü doğa
kendini korur, ama biz onu yok etmeye yemin etmiş gibiyiz. Yanan ormanın
arkasından bile gözyaşı dökemez hale geldik.
Müşterileşen İnsan: Kimlik Var, Yaşayan Yok
Eğitimde öğrenci bir müşteri. Diploması, “al-ver” sisteminin
ürünü. Sağlıkta hasta da müşteri, mezarlıkta ölü bile bir ticari unsur. Peki ya
insan? O artık sadece bir kimlik numarası. Var ama yok. Yaşıyor ama hissiz. Ne
kendine çare olabiliyor, ne başkasına insan.
Aziz Nesin, yıllar önce romanını yazmıştı: Yaşar Ne Yaşar Ne
Yaşamaz. Hepimiz yaşar olduk, kanıtımız kimlik numaramız!
Bu topraklarda doğan her birey, yaşar yaşamaz konumda.
Sadece var olmakla yetinmek zorunda kalan bir nesil yetişiyor. Çaresizliğin,
suskunluğun, unutulmuşluğun gölgesinde...
Çürümeye Razı mıyız?
Biz kendi kendimizi çürütüyoruz. Çürümüş bir sistemden
bahsediyoruz; ama farkında olmadan, onun bir parçası haline geldik. Her açıdan
çürüyoruz, ama çürüyeneler düşünemez, kaderine razı olur.
Toprak çürüdü, sistem çöktü, vicdan sustu. Fakat her çöküş
bir yeniden doğuşa da gebe olabilir. Yeter ki fark edelim: Bu düzen,
değiştirilebilir. Bu çürümüş yapı, iyileştirilebilir. Ama önce çürümeyi kabul
etmeli, sonra ondan kurtulmak için çabalamalıyız.
Unutma: Sessizlik onaydır. Görmezden gelmek suç
ortaklığıdır. Bu yazı, bir başkaldırı değil; bir hatırlatma. Hâlâ insan
olabilme ihtimalini hatırlatma...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.