Galata Gazete


13 Haziran 2018 Çarşamba

Korkutma siyaseti ile ayakta kalma mücadelesi...


Korkutma siyaseti ile ayakta kalma mücadelesi...

Son 20 yıl politikasına bakın, muhalefet olanların iktidar hedefleri yok...
İzmir CHP seçiyor, çünkü AKP gelirse yaşam kalitemizi geriye götürecek...
Kadıköy CHP seçiyor çünkü AKP gelirse...
Şişli CHP seçiyor, çünkü AKP gelirse…
Beşiktaş CHP seçiyor, çünkü AKP gelirse...
CHP adını andığım yerlere kalas koysa seçilir, çünkü ‘AKP gelirse’ korkusu var...
Aynı taktiği HDP bu seçimde uyguluyor, HDP meclis dışında kalırsa AKP iktidar!
Hepsinin doğruluk payı var, hepsi muhalif olmayı kabul etmiş hallerinden memnun havasını anlatıyor...
Sonuç AKP iktidarda istediğini yapıyor, gerek olursa CHP’de HDP'de yedek değnek olarak kullanıyor…
AKP gelirse korkusu devam ediyor...
AKP zaten geldi, zaten iktidarda, zaten istediğini yaptı, istediğini yok sayıyor, istediğini baş tacı yapıyor, istediği saçmalığı yapıyor sonra kandırıldım diyebiliyor… Çünkü karşısında ‘iktidar hedefli’ kimse yok, hepsi halinden memnun...
HDP tek derdi var meclise kendi seçtiğini vekil olarak görüp vekil maaşını almalarını sağlamak... Başka hedefi amacı var mı, bilmiyorum… Mecliste olunca çok önemli işler mi yaptı, gördüğüm yok... Bir kaç kişi maaş aldı, bir kaç kişi danışmanlık ücreti aldı... Sorun çözmüş mü? Başkanına bile sahip çıkamamış...
CHP, HDP'den farklı mı?
 Değil!
Vekil dokunulmazlığını kaldırdı, AKP'nin yedek değneği oldu, sonuç kendi vekili cezaevine girince ‘hak, hukuk, adalet’ gibi saçma sapan bir slogan uydurdu, yürüdü, önemli adım olarak görüldü, son yüz metresini ‘yalnız’ yürüyerek zaten yarattığı havayı da yok etti, çünkü durumundan memnun. İstediğini vekil seçen bir başkanları var...
Bu ülkede düzen değişecek diyen var, değiştiren de var, değişimi isteyenlerin önemli bölümü 12 Eylül yasalarını savunur konumda...
Bu seçim sonucunu şimdiden kayıt altına alıyorum, “böyle gelmiş böyle gider”...
Ne koltuk değişir, ne koltukta oturan ne de muhalefet...
Para havaya savruldu, birileri fakirlik sınırının altına düştü, birileri parasına para kattı...
Yatlarda tatil hala güzel, sit alanında inşaat edilmiş binalara af çıktı, kara para aklama yasası artık sistemli olarak tekrarlanıyor...
Projeler tıkırında…
Proje veren karşılığını alıyor, projede çalışan eski solcu aldığı maaşa şükrediyor…
Ülkede yağmalanmayan dere kalmadı, altın çıkaracağız diye sırada yaylalar var, orman arazileri yeşile boyanıp binalar yapılmakta…
Korkutma siyaseti ile ayakta kalma mücadelesinden iktidar da memnun, muhalefette. Meclis dışında kalanlarda hallerine şükrediyorlar, ya örgütleri olmasaydı! Yıllardır aynı büronun kirasını öderken zorlananlar, yeni büro amaktan korkar haldeler…
Her şey tıkırında…
Biz de tıkır tıkır gördüklerimizi yazıyoruz, hiçbir etkisi olmayacağını bilerek…
İsmail Cem Özkan


1 Haziran 2018 Cuma

Her ayın son perşembesi…


Her ayın son perşembesi…

Her ayın son perşembesi İzmir Karşıyaka semtinin çarşısında yer alan bir dernek binasında oda tiyatro gerçekleşir ve her ay farklı bir oyun, farklı amatör oyuncular ile hayat bulur. Kelimeler, düzenlenmiş sahnede hayat bulurken bir grup insan o odanın içine girer ve oyunu izler. Her oyun bir şölendir, her oyun oyuncunun daha fazla kendisini geliştirmesidir, her oyun yeniden düşünmek için fırsattır.

Her ay olduğu gibi olağan seyreden bir programa İzmir’de olduğum için dahil oldum.  Her izlediğimde oyunlarda ki doğallık gün geçtikçe arttığını, oyuncuların elleri ve seslerini kullanmasının daha doğal olduğunu gördüm. Kısaca her oyun yönetmenin oyuncusuna ve sahneye nasıl yaklaştığına şahitlik ettim, çünkü oyuncunun her hareketini, sesini, sahnede hareketini belirleyen oyuncunun doğaçlaması yanında yönetmenin istemleridir. Her istem oyunun ruhuna yapılan bir vurgudur. Her vurgu oyuncuya verilen karaktere uygun nefestir…

Mayıs ayının en son perşembesi Mine Söğüt’ün yazdığı, Seda Yelbuğa’nın yönettiği Betül Yetki’nin ilk defa sahneye çıkıp oyuna hayat verdiği “Hatmi Çiçeği”ni izledim. Sahne küçük bir ev şeklinde düzenlenmiş. Bira şişeleri bir köşede durmaktadır. Sahne ortasına gelecek şekilde bir maske ve maskeyi taşıyan kukla. Sahnenin sağ tarafında yatmakta olan biri. Parmakların ucuna basarak bakacakları bir pencere vardır.  Sahnenin sol tarafında çay yapacak bitkilerin yer aldığı bir dolap. Küçük bir mutfak da diyebiliriz. Oda tiyatrosu adına uygun bir odadadır. O oda aynı zamanda Karşıyaka Sanat Derneği’nin çalışma yeridir. O oda içinde ücretsiz olarak dil kursları, resim, gitar.. ve de dünyanın öteki ucundan gelen tangonun ezgilerini ve hareketlerini de bulabilirsiniz… dans, yöresel ve evrensel olarak o oda içinde kaynaşır, sokaklara taşar ve sokak gösterileri de ücretsiz ve halka açık olarak sunulur. Karşıyaka’ya geldiğinizde limanın karşısında bulunan meydanda bu dostların gösterilerine şahitlik edebilirsiniz… Bir biri ile kaynaşmış, iç içe geçmiş dostlukların imecisidir Karşıyaka Kültür Sanat Derneği.

Oyunumuz da bir imecedir aslında, Mine Söğüt’ün öyküsünün sahnede yeniden yorumlanarak sunulmasıdır. Hatmi Çiçeğinden elde edilen çay vurgusu aslında olayın anlatıcısı olan kadının tek yapabildiği ve şifa olarak gördü bir çaydır. Çünkü evin tüm gereksinimlerini babası yapmaktadır. Onlar bodrum katında küf ve pasın hakim olduğu atmosferin içinde yukarıda duran pencereye parmaklarının ucuna basarak yükselerek dışarıyı görebildiği bir evin içinde yaşanan trajedinin yüzleşilmesidir.

Parmaklarının ucuna basarak olduğu ortamdan çıkan babanın bacaklarına sarılan küçük bir kız çocuğun, özlemleri, sevgisiz büyümesi ve o büyürken babanın tek kızı ile ilişkisi para getir, git çalış sözleridir… Baba kızından kopuktur… Kız babasına her şeye rağmen, tüm kusurlarına rağmen sevmektedir. En çok sevdiği zamanda babasının uykusunda elinde sigara ateşinin göğüs kıllarının yaktığı, küf, paslı havaya o vücudunun kokusunun karıştığı andır… Çünkü baba o sırada savunmasızdır, kızı ile yaşadığı evden bile belki çok uzaklarda gördüğü rüyadadır… Onun özlemi dışarıyadır. Evinde yaşanan sorunları görmezden geldiği gibi yok saymaktadır. Birlikte yaşamak zorunda olduğu kızının duygularından, öfkesinden habersizdir…

Yüzleşilme günü babanın savunmasız anıdır, sonsuzluk uykusuna yattığı o gün. Ateş yoktur elinde, sigaranın dumanı küfe karışmamaktadır.  Ne de çayı elinin tersi ile itekleyeceği anı yaşayamamaktadır. Yılların birikimi, yılların söylenmeyen sözleri işte bu son dakikada söylenmektedir. Gözyaşları, küf ve pasın kokusuna karışmaktadır…

Sahnede iki kişi vardır, biri koltuğunda yatmaktadır, kızı ise sahnede yaşadığı dramı, trajediye hayat vermektedir. Betül Yetki ilk defa sahnededir, amatördür ama izlerken onu sanki yıllardır sahnede olduğunu hissedebilirsiniz, sanki yüzleşmeyi içinden yaşamaktadır… Oyun dekoru oyunun ruhuna hizmet etmektedir. O küçük sahnede her türlü fiziki zorlukları yenen ışık, ses oyuncuya destek vermektedir. Hangi söz, hangi hareketi hangi notada yapacağını içselleştirmiştir… Seda yeni bir tiyatro aşığının hayalini gerçek kılmış, sahneye bir anlamda atmış ve yeteneğini, hafızasını ve de mimiklerini kullanımına izin vermiştir… İşte bir yönetmen eğer arzu ederse en kıt olanaklardan da en güzelini ortaya çıkarabildiğini ortaya koymuş ve olabilir demekten daha ileri oldu demiştir… Oyun sonunda hak edilen alkışlar ile trajedinin yarattığı atmosfer birden dağılmış ve sahne kutlamak için koşan seyirciler ile dolmuştur…

Bu ülkede küçük adımlar ile yapılan çok güzel işler olmaktadır. Karşıyaka ve İzmir bu şansı Seda ve Mehmet ailesinin inatçı, yaptığı işi seven, paylaşımcı ve yok sayıla imecenin ruhuna uygun duruşları ile kanıtlamışlardır… Onlara uzaktan da olsa izlemek ve destek vermek beni her daim mutlu etmiştir…

Hayat paylaşıldıkça daha da güzel olur…

İsmail Cem Özkan