Galata Gazete


29 Temmuz 2018 Pazar

Denetim ortadan kalktı, güvenlik ortaya düştü…


Denetim ortadan kalktı, güvenlik ortaya düştü…

Hiçbir iktidar denetlenmek ve hesap vermek istemez, çünkü yaptığının doğru ve yasal olduğunu düşünür, elinde olanak varsa denetim mekanizmalarını tek tek yok eder ki, hesap vermediğinden yargılanmayacağını hesaplar, çünkü suç kavramını teşkil eden ortada değilse suç ortada yoktur…

Ve her iktidar icraatının hızlı ve amacına uygun olmasını arzular, çünkü denetim işi daha yavaş olmasına ve çoğu zamanda gereğinden fazla uzayan denetimler yüzünden yapılması gereken şey zamanında yapılmadığı için anlamını ve değerini yitirmiş olur.

Ulus devleti anlayışı içinde hızlı davranmak ve denetimden uzak kalmak için yapılan her türlü hileli yol, düşündüğü geleceği değil düşünmediği sonucunu yaşardı.

İnsanlık tarih çizgisi tek bir çizgi üzerinden gitmemektedir, üstelik haksız rekabet koşulları içinde ulusların gelişimi ve düşünce yapısı da farklı olmuştur. Bizim gibi ulusallaşma adımların ilk atan ülkeler döneminde dünyanın bir çok ülkesinde emperyalist aşamaya geçmiş ulus devletlerin varlığını işaret eder ki, bizim gibilerin kaderi sadece savaşlarda cephe görevi görmek ve taktik savaşlarda zaferler kazanmak ya da kaybetmektir, savaşın sonucu belirleyen değil, sonuca katlanan ulus devlet olduk. Bizler geleceğimiz için gerçek alada kendi ulusal sınırlar içinde söz sahibi olan değil, dayatılanı uygulamak ile yükümlü olduk. Çöplüğe giden teknolojileri yeni gibi kullanıp, bol bol ilaç sektörü için hasta çıkaran ve deneklerin olduğu ülke konumunda yerimizi aldık. Emperyalist ülkelerin çatışma alanında rekabet ettiği geçiş ülkesiydik. Onların çıkarları ve uzlaşmaları ile ülkemizde demokrasi ve özgürlük kavramını yarım yamalak yaşadık ve anlamlar yükledik…

Uluslararası hukuk maddeleri ulusal maddelerin üstündedir ve öncelik sahibidir. Biz bu maddeyi kabul ederek küresel dünyanın bir parçası olduk. Ülke içinde liderler ve iktidarlar her türlü kendi çıkarları için yasal düzenleme yaparken bu imza attığımız kuralarla da uymayı peşinen kabul etmişti.  Uzun süredir de bu maddeler her ne kadar özgürlük ve demokrasi alanında genişleme getirmemiş olsa da gerilme anlamında da önleyici olmuştur, fakat küreselleşme ile bu uluslar arası maddeleri uygulayacak ve denetleyecek kurumlarında çökmesi ya da işlevsiz kalması ülke içinde siyasi düşünce yapısının da değişmesine sebep olmuştur. Her ne kadar bakla savaşlarında olduğu gibi daha sonra uluslararası mahkeme de birkaç kişi yargılamış olması denetim mekanizmasının gerektiğinde uygulanır olduğunu göstermiş oldu…

Yargılanmak sadece küresel siyasetin hakim olduğu düzlemde ulusal olmayacaktır. Ulus devletinin yıkılması ve yerine henüz bir siyasi sitem oturtulmamış olması olmayacağı anlamına gelmez… Elbette insanlık inişleri ve çıkışları ile bir istikrar dönemini kısa olsa da yakalayacaktır. Bu kapitalist sistem içinde olur ya da kapitalist sistem dışında işçi sınıfının hakim olduğu sistem içinde ama her iki sistemde hedefi ortaktır, küreselleşme ve küresel boyutta varlığını korumaktır. Bugün ki kırılma sürecinde işçi sınıfı tarih önünde henüz sahnede gözükmüyor olması onun yok olduğu ve işlevsiz olduğu anlamına gelmez, tarih beklenmeyenlerin beklenmeyen zamanlarda olmasını yazar, onu yönlendirecek sınıfın çıkarları belirleyici olacaktır…

İnsanlık değerler yaratmıştır ve o değerler ulusların üstündedir…

Ülkemiz düzleminde denetimin hepten yok edildiği başka bir siyasi erk dönemi bugün yaşandığı gibi hiç yaşanmamıştı. Geçmiş dönemlerde uluslararası rüşvet dosyaları ülke bazında üstünü kapandı, tüm dünyada bir biri arkasına açılan davalarda sadece Türkiye bölümü sessizliğini korudu, çünkü erk ve onun karşısında olması gereken muhalefet bu konuda ortak çıkarı sessiz kalmayı doğru bulmuş oldu sanırım. Çünkü küresel firmaların üst yönetimi itiraf etmiş olmasına rağmen, ülkemizde açılmış hiç uluslararası rüşvet davası ve onun siyasi ayağı açıklanmamıştır, sadece hissettiklerimiz ve geçmiş gazete kupürleri ortada durmaktadır…

Siyasi erk öncelik olarak kendi siyasi yapısı ve çevresinin çıkarını öncelik almış olması ‘ülke’nin kaybetmesi anlamındadır. Ülke kurgulanırken ve çok partili rejim bütün siyasi yapılara ‘önce ülke’ desturu verilmiştir, “ülkenin çıkarı her şeyin üstündedir”. Fakat ulus devletin ortada kaldırılması ile bu desturun sadece kağıt üzerine ya da belleklerde kalmasını sağlamıştır. Küreselleşme, ulusal değerlerin yok edilmesi ve öncelikli olan küresel kapitalist firmaların çıkarı ulus kavramının yerini almıştır. Yeni çıkar kavramında ulusal sınırlar içinde yer alan siyasilerin birinci hedefi küreselleşmiş firmaların önünde yer alan gümrük duvarların ortadan kaldırılması ve finansal kurumların yeni dünya düzenine uygun şekilde çalışmasını sağlamaktır. Biriktirilmiş ne kadar ulusal değer varsa ‘özelleştirme’ adı altında küresel çıkarların içinde eritilmesi siyasilerin öncelikli hedefleri olurken, öncelikle kendi çıkarları için parlamentolarda parmak karlıdır hale gelmiştir. Öyle ki haklı nedenler ile soru önergeleri bile yok sayılmış ve ‘çoğunluk hakları’ korunması esasına göre; çoğunluk “görme” diyorsa “görmeyeceksin”, “üstünü ört diyorsa üstünü ört” dönemine girmiş bulunuyoruz. Ulusal parlamentoların işleri tek tek ortadan kalkarken henüz uluslararası hukuk düzenin olmaması kafa karışıklıkları yanında arada istenmeyen bir çok kanlı çıkar çatışmaların savaşlarını da hibrit savaşları adı altında bölgesel veya küresel boylamda yaşıyor konumundayız…

Savaş, küresel firmaların çıkarlarının açıkça çatışma alanıdır…

Bir ülkede denetimin ortadan kaldırılması demek güvenlik kavramının da ortadan kalkması anlamına gelir. İş kazalarının artması, yolların birer kan deryasına dönüşmesi, maden kazalarında ölümlerin daha da kitlesel boyutlarda olması, açılan tünellerin çökmesi hiç biri tesadüfi değildir. Demiryollarının güveliği özel güvenlik firmalarına devredilmesi demek, kazaların yaratılası anlamına gelir. Çünkü kazalarda ve önlemleri de küresel firmalar için sadece bir para kazanma birimidir ve o alada yapılacak her yatırım meşru zemin içinde daha fazla vicdanların kanatılması ve kazanç sağlanmasını sağlayacaktır…  Paradigma her şeyden pazar kazanmak, para kazanç getirmeyen her alan yok sayılacaktır, çünkü insan yaşamı ve doğa ile savaş sadece firmaların çıkarları olduğu sürece, yok edilmek üzerine kuruldur ve eğer bir yerde yok etmeye karşı bir direnç geliyorsa başka bir sermayenin o işten çıkarı olduğu için direniş vardır…

 Zehir de panzehir de çıkar kavramı içinde kapitalistler tarafından değerlendirilmektedir…

İşçi sınıfına yatırım, robotlara yatırımdan daha pahalıdır, o yüzden küresel firmalar insana yatırım yerine robotlara yatırım yaparken kendisini yok edecek tek sınıfın da zayıflaması ve alternatifsiz sistemin tek hakimi olmayı hedeflemektedir. Bugün yaratılan atmosferden sanki bu konuda başarı göstermiş gibi bir havayı medya ve sosyal medya aracılığı ile pompalanmaktalar ama robotları yönetenlerin de insan olduğu gözden uzak tutuluyor gibidir, o yüzden insanı tamamı ile üretim aşamasından çıkarmak amaçlı yapay hafıza gelişimine yönelmiş bulunmaktalar. Taksiler artık şoförsüz hizmet sektörüne yer alması için her türlü araştırmalar yapılmaktadır, kazalara karşı da sigorta firmaları şimdiden poliçeler geliştirmektedir. Kapitalist sitemde paran kadar güvenlik, paran kadar sağlık, paran kadar eğitim kısaca cebinde ya da bankadan verilecek kredi kadar yaşayacaksın. Bu durumda işçi sınıfının işyerine sahip çıkma eylemlerinin de sadece nostaljik bir anıya dönüşmektedir. Küresel firmalar gerek gördüklerinde bu geçiş sürecinde misafir işçiyi her ülkeden devşirmekte ve istediği ülkede istediği fabrikasında ya da üretim alanında çalıştırmaktadır. Bir yandan küresel iletişimin önü açılırken diğer ya da hiç güneş görmeden çalışan işçi sayısı artmaktadır… küreselleşme bütün vahşeti ile kuralsız olarak dünyaya yeni biçim vermektedir, o da ulus devletler artıkları olan devletlerde popüler siyasetin kapısını aralamaktadır…

Kapitalizm tekstil sanayisinin gelişimi ile kendisini ortaya koymuştur, tekstil sanayisi tüm dünyada hazır üretilmiş kıyafetleri giydirdi, o kıyafetler ile birlikte düşünce yapısını da yaydı. Henüz geleneksel ustaların hakim olduğu ülkelerde ise moda dergileri ile tekstil kalıplarını ücretsiz dağıttırarak batı dünyasının modasının yaygınlaşmasını ve tek tip hazır kıyafet  üretiminin tüketicilerini yarattı… Kapitalizm adına düşünen ve onun gelişimi için çalışan düşünce kulüpleri işçi alımlarını ve hizmet sektöründe standartlaşmaya giderek kendi sistemini sorunsuz ve kalıplar içinde var olma yolunu tercih etmiştir. Kalıplara uymayanları ise ya zor ile ya da eğitim ile kalıplara uyması sağlanmıştır ‘rehabilitasyon’ kelimesi bir dönem modaydı, bugünlerde kimse bu kelimeyi duymaz oldu, çünkü artık sorunlu düşünce yapıları tek tip ama kimse tek tip olduğunu düşünmediği kıyafetlerin içinde kanıksadı ve benimsedi. Farklı düşünmek bile artık imkansız gibi oldu… Güvenlik kelimesi de diğer kelimeler gibi zaman için yok olacak ya da anlamı değiştirilecektir, çünkü denetim ortadan kaldırılmaktadır… Denetimin olmadığı yerde güvenlik sadece formalitedendir ve zafiyet olduğunda ya yok sayılacak ya da bu işin kaderinde vardır denilecektir… Bugün gökdelenler her yerde mantar gibi olmaktadır, peki kaç işinin hayatını kaybettiğini yayınlayacak ve denetleyecek ortada bir kurum kaldı mı? Bakanlıkları denetleyecek, başkanların harcamalarını satır satır yayınlayacak ve denetleyecek bir kurum var mı? Ulus devleti döneminde oluşturulan tüm kurumlar ya kapanmıştır ya da tabela kurum olması sağlanmıştır… Ama rakip olarak gördükleri karşısında denetin erk elinde bir silaha da dönüşebilmektedir, çünkü ulus devletinden kalkan unutulmuş bir çok hukuki madde hala varlığını korumaktadır…

İsmail Cem Özkan


27 Temmuz 2018 Cuma

Bir imecedir yaşam...


Bir imecedir yaşam...
"Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
 Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
 Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet cehennem?"
Hayyam, rubaileri ile bilir olduk, aslında o çağının en ileri boyutunda çağını aşan bir gerçek kendisini yetiştirmiş insandı. O hiçbir gücün gölgesine sığınmadı, anlaşılır, sıradan insanın da anlayacağı bir dil ile kendisini anlattı, gördüklerini yazdığı rubailerin içine nakşetti. Onun için en önemli ölçü sağduyu ve akıldır. Görüneni değil, görünenin arkasında ki gerçeği aradı, çünkü görünen aldatıcıdır, aldatıcı olan her şey sizi yanlış yola sürükleyebilirdi. Döneminin biriktirmiş olduğu tüm alanlara ilgi gösterdi, kendisini geliştirdi. Matematik, astroloji gibi alanlar dışında dini konular hakkında da görüşlerini ortaya koydu. Hiçbir güçlünün gölgesine sığınmadı, güçlü olan ile dostluk ilişkisi içinde oldu ama onun hizmetinde olmadı. Yazdığı rubailer ile yaşadığı zamanın ruhunu, sorunlarını halkın anlayacağı dil ile ifade etti ve bugünlere kadar kaldı dizeleri…
Bugün hala Hayyam bizlere bir şeyler söylemektedir, sesi çağın zamanını aşmış bugünün zamanın ruhu içinde de sesi hala yankılanmaktadır… Onun sesini müzik taşıdı, zaman zaman aşıklar dillerinde ondan aldığı ödünç cümleleri kullandı, bilim insanları onun yapmış olduğu bilimsel çalışmalara göz gezdirdi, matematikçiler onun binom açılımında ki katsayıları kullandı. İnce bir dil ile eleştiri yapmak isteyenler onun akının ışıltısından ödünç aldı, zamanın idarecilerine göndermeler yaptı…
Hayyam’ın şiir akıcıdır, akılcıdır, anlaşılır. Onun kelimelerini bugünlerde bir tiyatro eserinde gördüm. Belki binlerce kez sahnede bir oyuncu seslendirmiştir dizelerini, rubailerini, belki bir o zaman içinde bulunduğu cemaate okumuştur onun rubailer içine gizlenmiş isyanını… Sonuçta gelmiştir bugüne ve bugün İzmir Karşıyaka’da bulunun Karşıyaka Kültür Sanat Derneği bünyesinde olan Çatlak Tiyatro’nın oda tiyatrosunda hayat bulmuştur… Bir imece anlayışı ile ilk defa dışarından hiçbir ödünç cümle dahi almadan kendi içinde bir oda tiyatrosu oluşturmuşlar. Yani yazarı aynı zamanda oyuncusu, ışıkçısı, ses, müzik teknik kadrodan sahnede yer alanların hepsi çatlak tiyatro içinde pişenlerden oluşmaktadır… Karşıyaka’da merkezinde yer alan bir derneğin salonu her aynın son perşembesi ayrı bir heyecan ile insanların ve tiyatro sevenlerin buluşma anına dönüşüyor, orada bir şölen ve kaynaşma içinde bir ay içinde üretilmiş bir oyun sahneleniyor. Giriş ücreti ise o şenliğe karışanların oyun sonrası bir pasta olarak hediyesi olarak dönüyor… Kısaca kendi yağı ile kavuruyorlar kendi yemeklerini…
Tiyatro bir halı dokumak gibidir, her renk ipliğin bir hikayesi dokunurken oluşturulur, anlamlar yüklenir. Usta dokuyucu onu öyle bir şekilde halı tezgahında şekillendirir ki, her renk ipliği öyle bir şekilde iplerin arasında karşı tarafa taşır ki o iplik bile anlamaz neyi taşıdığını hangi anlamları sırtına yük yaptığını… Usta bir halı dokuyucusu her ilmeğinde bir öyküyü taşır… Seda Yelbuğa işte bu Çatlak Tiyatro’da halı dokur gibi tiyatroyu amatör ruhlara taşıyor, her birine görev veriyor ve o görevin sonucunu alıyor…
Sultan Demiralp yazmış, Kenan Özcan Hayyam’ı canlandırmış. Sahnede elbette ikisi yoktu, sahnenin içinde Hayyam’ın iç sesi, hocası, hayalinde ki kadını, yoldaşları da vardı… Bülent İldeş Cihan, Aysel Önal, Abdullah Özbağcı, Verda Çetin, Barış Tülü… Kısaca tüm Çatlak Tiyatro orada bir görev almış ve üstlerine düşeni yerine getirirken benim gibi izleyiciler de seyirci olarak görevini yerine getirdik…
Yüreklerine sağlık demek düşer bize…
İsmail Cem Özkan


13 Temmuz 2018 Cuma

Bir proje ile ülkenin kaderi değişti.


Bir proje ile ülkenin kaderi değişti.

Projeleri yeri geldiğinde küçümseriz, yeri geldiğinde abartırız. Liberal ekonominin bir ürünü olarak ortaya çıktı ve uzun yıllardır uygulanmaktadır. Parayı veren istediği projeyi, istediği sonucu alana kadar taşeron işçi olarak kabul edebileceğimiz gönüllü kölelerine belirli süre içinde, belirli amaçları elde eden işleri yaptırmasıdır. Bir anlamda liberal ekonominin ürünü olan işsizliği devlet istatistik kurumu içinde üstünü örtmek için kullanılan geçici bir çözümdür projeler. Proje süresi boyunca vasıflı, vasıfsız işçiler ama beyaz yakalı işçiler işçi gibi gösterilip, o çalışma süresi boyunca devlete ödenmesi gereken sigortalar yatırılır… Bu sayede işsizlik istatistiğinde çift haneli rakamlar tek haneli gösterilebilmektedir, kısaca sanal olarak algılar ile oynanır…

Projeler küçük çaplı olabildiği gibi ülkelerin kaderini değiştiren ve sınır çizgilerin yeniden çizildiği boyutta toplumsal sonuçları olan şekilde de olabilmektedir. Elbette her projenin bir bütçesi vardır ve önceden tahmini bütçe üzerinden proje yapanlar ile anlaşılır. Projelerde maliyet; zaman, çalışan ve çalışılan alan için ödenecek kira olarak baştan sabit gider olarak hesaplanır. Kısaca para veren projenin amacına uygun sonucu baştan belirler ve ona göre finans ederken, projece yapanları da zaman zaman denetler… kısaca parayı veren projenin her aşamasında bilgi sahibi olur ve ona göre gerek görürse yönlendirebilir ve yeni istemlerini belirtebilir…

12 Eylül 1980 darbesi bizim ülkemizde uygulanan bir projenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. 24 Ocak 1980 kararları alındığında aslında ülkemizde bir askeri darbenin olacağı, örgütlü işgücünün örgütsüz hale getirilip toplumsal direnişin önünün kesileceği önceden belirlenmişti. O projeye uygun kişilerin seçimi ve kritik noktalarda konumlanması proje yapmak için gönüllü olanlar ve onu finans edenler baştan belirlemiştir. Çünkü “cent’e muhtaç” hale gelen, karaborsanın ve fırsatçıların yeni karaborsa yaratmak için günlük tüketimde olan ürünlerin piyasadan çekilip depolara saklandığı süreçtir. Seçimler sonuçsuz bir birini takip etmesi, iki inatçı keçinin siyaset sahnesinde ince bir ipin üzerinde bir biri ile mücadelesine şahitlik ederken, toplumda devrim koşulları oluşmuş, hatta yeni toplumsal deneylerin ilk nüveleri uygulanır olmuştur. Fatsa karaborsayı ortadan kaldıran demokratik bir toplumsal deneyin ilk örneği olarak güdeme geliyordu. Elbette Fatsa ne Sovyetlerin ne de Amerika’nın çıkarına hizmet etmiyordu. Bastırılması gerekliydi ve arkasında ki güç ezilmeliydi. Nokta operasyonu bir ilk deney olarak ortaya konmuştu. O dönemde Türkiye’nin resmi devlet söylemi dışında yer alan en büyük siyasi yapısı ve işçi sendikalarında örgütlü olan TKP’nin gücü test edildi. Biri Nokta operasyonuydu, diğeri unutulmaz sendika başkanı Kemal Türkler’in suikastıydı. İki operasyona karşı direniş örgütlerin gücünü ortaya koyacaktı.  Darbeciler önceden test etikleri güçlerin gücünü görmüştü, artık darbe yapacakları 12 Eylül sabahını beklemek kalmıştı… Çünkü darbe için toplumda bir ortam yaratılması gerekliydi ve kısa sürede korku öyle bir abartıldı ki, darbe toplum içinde tepkisiz karşılandı. Darbe ilk yaptığı iş karaborsayı ortadan kaldırmaktı. Ulus devletinin en önemli vurgusu olan gümrük kapılarda ki denetim ortadan kaldırılacaktı. Çünkü liberal ekonomi küresel ekonominin temel politikasıydı ve ulus devleti yok etmek için sermaye tarafından ortaya konmuş küresel bir projeydi. O projenin Türkiye ayağı 12 Eylül ile birlikte ülkemizde hayat bulmuştu. Elbette bu sadece ekonomik açılımıydı projenin ama en önemlisi toplumsal dönüşüm tarafı da buna bağlı olarak uygulamaya konuldu. Ülkenin yüzü Ortadoğu’ya doğru dönmüştü… Ona uygun lider arayışları da zaman için aday liderler arasından seçilecekti…

12 Eylül cemaatlerin devlet kademesinde kendi örgütlü gücü ile yer almasının yolunu açtı, o güne kadar cemaatler bir baskı gücü işlevi görürken birden devletin tüm kapılarını önlerinde açık gördüler.

Bu açığı ilk fark eden Fettulah Gülen darbecilerin elini öperek icazet aldı ve ilk örgütlü yapısını polis teşkilatı içinde oluşturma yoluna gitti. Zaman Gazetesi muhalif olanların deşifre edildiği haberler ile dolmaya başladı. Bu işten başka cemaat yayını olan Türkiye Gazetesi de uygulamaya koydu ama o daha çok kapı kapı dolaşan pazarlama alanına meyil verdi ve ekonomik büyümesini devlet teşviki ile yapma yoluna girdi. Cemaat medyası kendi reklamını yaparak ekonomik alanda oluşan yeni açığı doldurma yoluna giderken, diğer cemaatler geçmişten gelen alışkanlıklarını vakıflar üzerinden aylık dergiler ile yaymaya devam ettiler.

Kılık kıyafet muhalefeti ile kendilerini toplum önünde gösterirken yeni müritlerini toplama yoluna gittiler. Öğrenci yurtları ile anılan cemaat ise ülke sathında öğrencileri örgütleme adına yurtlarına fakir kırsal kesimin çocuklarını devşirmeye devam ettiler... Cemaatler alışkanlıkları ve yeni elde ettikleri olanakları kullanarak devletin yeniden yapılanma sürecinde liberal solcuların da desteğini alarak popüler kültürden beslenerek dini popülizmin toplum içinde taraf bulmasına ve geçmiş ulus devlet alışkanlığı ile oluşturulan tepkileri iyi kullanarak toplum içinde yeni bir umut oldular.

Ortadoğu politikası ve alışkanlıkları ülkemize Filistin sorunun yeni yüzü Hamas ile ülkemizde taraf topladı Müslüman Kardeşler.

Post modern darbeler aslında karşı gibi gözüken muhalefetin iktidara taşınmasının yolunu açıyordu...

Liberal ekonomi, liberal politika kişiliksiz, paradigma neredeyse orada duran yeni bir nesil oluşmasına olanak tanıdı, göreceli özgürlük kavramı sorgulanmadan kariyer için kendisini gelmekte gücün emrine veren geçmişin muhalif duruşu olanların çocukları babalarının ve annelerin çektiklerinden ders alarak askeri vesayete karşı sivil olanı destekleyerek sorgulamadan özgürlükler için imzalar verildi. Her imza onları üniversite kapısında bir kürsü sahibi yapmaya yaradı...

Ezilenler iktidara taşınıyordu ama ezilenlerin aslında hiç ezilmediği düşünülmedi, çünkü ezilme kavramının da göreceli olduğu gerçeğini kimse sorgulamadı.

12 Eylül döneminde zindanlarda kimlerin olduğu açıktı, zindanları hiç görmeyenler zindan edebiyatı ve arabesk söylemin müzik dünyasında hakimiyetinden ders alarak her alanda arabesk söylem etkin oldu.

Altı boş olan ama hoşa giden her cümle, şiir okur gibi söylendiğinde yaratılan hisler yeni iktidarın ve 12 Eylül’ün temel politikasına hizmet ediyordu. Devlet bu söylemi teşvik etti ve her evin duvarında ağlayan çocuk resmi asılırken, küçük esnafın duvarlarını arabesk diyebileceğim resim çalışmaları alıyordu...

Solun dışarıda kalan kırpıntısı olanlar sol söylem ile sağın içinde önemli bir işlev gördüler, toplum içinde “12 Eylül’ün hesabını soracağız, darbeciler yargılanacak” diyerek yeni bir kırılmanın da kapısını araladılar. Çünkü kısa vadeli hedefler başkalarının uzun soluklu hedefleri içinde ara bir nokta olabilir ve onarlın amaçlarına hizmet edebilirlerdi. Tarih edilebileceğini yaşayarak kanıtlattı bize.

Panzer altında kalanlar, henüz kendi duruşlarını tanımlayamadan gündemin sık sık değişimine ayak uyduramadan gündemlerin peşi sıra savrulmaya başladı.

Sol savrulurken ülke de birilerin belirlediği yönde savruluyordu...

Cemaatler ekonomik olarak büyüdükçe kendi aralarında da rekabet büyümeye başladı, çünkü her cemaat hayallerinde göremeyeceği kadar ekonomik malın/mülkün sahibi olmuştu...

Mal paylaşımı gelmekte olanın siyasi gücün tercihini de belirlemeye başladı.

Siyaset cepheleşme üzerine kuruldu, korku en önemli siyasi söylem oldu...

Korku üzerine kurulan siyasi söylemler ister istemez mal paylaşımının ve elde edilenin kaybedilmesi korkusunu da doğurdu.

Bir cemaatin devlet içinde çok güçlü olması diğer cemaatin de ezilmesi ve malının elden çıkarılması anlamına geliyordu... Bu korku devletin yapılandırmasını da belirler oldu...

Bugün her operasyonda operasyona muhatap olanın mal varlığına el konulması bir korkunun dışa yansımasıdır, çünkü ekonomik gücü olanın ne yapacağını kontrol etmek çok zordur...

Örgüt demek; para, istihbarat, lojistik denen üç saç ayağı üzerine oturmaktadır. Bunları elinden alınan her örgüt yenilmeye mahkumdur...

Bugün bir çok şeyi anlayamaz hale geldik, çünkü o kadar gündem ile oynandı ki, o kadar algılar ile bilgisayar oyununda ki gibi oynandı ki artık neyin gerçek neyin yalan olduğunu anlayamaz duruma düşürüldük...

Geçmiş alışkanlıklar ve geçmişin doğruları ile bugünü yorulmak baştan yenilgiyi kabul etmek anlamına gelmektedir. Bugün yaşamın her alnında bir proje ile karşılaşır olduk. Projeleri kimlerin finans ettiği ya da yönlendirdiğini göremez olduk. Elbette proje yapanlar kimlerden para aldığını biliyordur ama onların bildiği bir çok şeyi bizler bilemiyoruz, çünkü bilgi o kadar kirletildi ki, hangisinin gerçek hangisinin hayali olduğunu anlayamaz hale geldik. Medyada bol kullanılan” Embedded” kavramı nasıl ki bir çok alanda da uygulanmaya konmuşsa, parayı verenin belirlediği yerden olaylara bakanlar her zaman yanılmaya ve yanıltmaya devam etmektedir.

Bugünlerde sosyal medyada daha az bilgi ile daha çok şeyi yorumlamaya devam ediyoruz, her yorum aslında var olan gerçeklikten daha da uzaklaştığımız anlamına gelmektedir, çünkü bize sunulan bilgi onların çöpe attığı artık fazla önemi kalmamış ipuçlarıdır…

Her olayın birden fazla doğrusu vardır, olaylara nereden baktığınıza bağlıdır. Bizler karşılaştırmalı şekilde olaylara bakabilecek kadar bilgi ve nereye bakacağımız konusunda tecrübeli ve seçici olursak o kadar gerçeğe yakın şeyleri algılamak ve hissedeceğiz…

Ülkemizde uygulanan projeye elimden geldiğince başka açıdan bakmak istedim bu yazımda… Önemli olan kafalarımızda ki soruları açıkça ifade edebilmektir… Bir çok kişi hayır doğru değil diye itiraz edecektir, çünkü paradigma kişiye neyin göreceli olarak doğru olduğunu söyletir…

İsmail Cem Özkan